|
|
Osman Şahin Yapıtlarında Ölüm-lemekKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 09 Şubat 2013 17:08:54 Osman Şahin, Yaşar Kemal gibi, "köylülerinin" bilerek veya bilmeyerek, bilinçli ya da bilinçsiz, belki bilinçaltı ve bilinçüstüyle, rüyalarıyla ve ölüleriyle, akıl ve fikirlerinde ölülerinden sakladıklarıyla, ölülerinden kendilerine ve kendilerinde, en derin "içlerinde" kalanlarla yaşadıklarını sergiliyor, sunuyor, gözlerimizin önüne seriyor.
Osman Şahin kendisinden önceki birçok usta gibi, ve en başta Yaşar Kemal gibi, dinleyen ve yazandır. Önce dinleyen, sonra bu sözlü tarih unsurlarını, destanları, ağıtları, efsaneleri, anlatıları, kendince yeniden “okuyan” ve yazandır. Osman Şahin’in yazdıklarını, kendisine anlatılanların, anlatılmış olanların yeni tür bir “okunması” biçiminde değerlendirmek mümkündür. Bu açıdan bakınca ve bu nedenle yapıtlarını değerlendirmek umuduyla Fransızcada iki sözcükten üretilen bir terimi kullanabileceğimizden eminim : “orature” : “orale” (sözlü) ile “lecture” (okuma) sözcüklerinin harmanlanmasından, birincinin ilk üç, ikincinin son üç harflerinin derlenmesinden oluşturulan terimle aynı zamanda “anlatmak” eylemini de içermesi, çağrıştırması da amaçlandı. Enazından bu terimi yaratanların amaçlarından biri de buydu : “Orature” ismi verilen kişi, yazar, usta, anlatmak eylemini de üstlenen sözlü okuma işini yapan, yazan olmalı(ydı). Osman Şahin’in birçok öyküsünde yaptığı eylemin ta kendisi yani. Anlatılanların, anlatılan kişilerin yaşam koşullarının ve aynı zamanda “iç yolculuk”larının açıklanması, dışarıya, okuyucuya sunulması eylemi. Sözlü ve hemen sonra yazılı olan böylece aynı anda bir eyleme de dönüşüyor. Birlikte yaratılıyor sunulan. Daha vurucu olan şudur : Anlatılan ve/veya anlatan bir insanoğlu olabilir. Bu pek şaşırtıcı değil. Ama anlatılan ve/veya anlatan bir bitki, bir ağaç, bir hayvan, bir kuş, bir dağ, bir nehir, bir akarsu, bir çiçek, bir böcek, bir kurt, bir köpek, bir kuzu, bir patika, bir yol, bir karınca, bir örümcek, yeryüzü, yeraltı ... da olabilir. İşte çarpıcı olan da budur : Toroslar’ın, Fırat’ın sesini duymak ve bu sesi okuyucularına iletmek az şey midir? Doğayı konuşturmak, daha doğrusu konuşan doğanın dilini çözmek, anlamak ve bunu okuyucularının anlayabileceği biçime çevirmek. Her yazar bunu yapamaz. Osman Şahin bunu yapabildiği için farklıdır, önemlidir. İşte örneğin “Çan” başlıklı öyküsünü okuduğumuzda bunu görebiliyoruz : Bir kurdun iç dünyasına giriyor yazar ve onun yalnızlığını da vurgulayabiliyor. (Ay Bazen Mavidir’de : s. 147, 149 ve 159). Evet Osman Şahin, anlatılanları, yaşadıklarını, duyduklarını, gördüklerini yazıyor ama lütfen dikkat yazılan kurgulanmıştır. Yazılan yaratılmış bir gerçektir. Yaratılmış bir hayat, bir öykü veya romandır. Yazarın ustalığı budur işte : Yaratmak. Yazar böylece kendine özgü, kahramanlarını bizzat saptadığı, çevresini oluşturduğu ve okuyucuya sunduğu bir “dünya” yaratıyor. Burada artık yazarın ustalığı, sanatcılığı, estetik yaklaşımı, dili, tasviridir bizi bizden alan. İşte Osman Şahin’in özgünlüğü bu unsurlarda bulunabilir. Yaratılan bu dünyada yaşamak zordur. Çalışmak zordur. Dahası herkese yetecek kadar iş te yoktur. Sömürü oranı yüksektir. Ağa, elçi, şef, “çavuş”, şu bu baskısı çekilmezdir. Boğucudur. O zaman işte ölmek bir tür kurtuluştur. Kimi zaman özlemle beklenen. Osman Şahin bu meseleye değindiği öykülerinde Goethe’ün Faust’una yakınlaşıyor. 16. Yüzyıl Avrupa’sında ve 20. yüzyıl (geçen yüzyıl) Türkiye’sinde yaşamak çok zor olduğu için, kimi insanın ölüme bir kurtuluş biçiminde dört elle sarılması da anlaşılır oluyor. İşte tam sırasıdır Osman Şahin’i dinlemenin: “Ölümü bir oyun haline getirmiş Anadolu insanı. Öldürme mitosu diye bir olgu var yani. Acısını çıkara çıkara, onu [öldürülerecek kişiyi] korkuta korkuta, öleceğini hissettire hissettire öldürmek tercih ediliyor apaçık .... Bu bir oyundur. Aslında yaptıkları yaşamı ölümle korkutmak! Doğu’da örneğin topraksız, aşsız, ağanın ve şeyhin elinde heder olmuş insan yaşama düşmandır. Yaşamak demek acı çekmektir. Daha fazla kandırılmaktır. Kalıcı olan ölümdür onlara göre. » İşte yazarımız bu tür konuları Ölüm Oyunları isimli kitapında, Sonuncu İz’de, Darağacı Avı’nda anlatıyor : Ölüm ve ölüm korkusu, öldürülme korkusu, ölüm ve öldürme tarzları Osman Şahin’in diğer öykülerinde de eksik değildir. Kimi öyküsünde, Darağacı Avı’nda olduğu gibi “ölü soğutmak” bile vardır. Öykülerdeki yaşamın önce bizatihi kendisi zordur. Osman Şahin, Fırat Yöresi için şöyle diyor : “Oralarda karın doyurmanın adı yaşamaktır.” Veya başka bir yerde şu soruyu soruyor : “Yaşamak, yalnızca soluk alıp vermek midir?” Kolları Bağlı Doğan’daki “Parçala Niyazi” için örneğin “hayat birazcık parayla cigara ve ekmek”ten ibarettir. (s. 127). Yaşamak, iş olunca çalışmak, düş kurmak bilhassa düş kurmak, hayallere yatmak ve ölmekten ibarettir denebilir bu örnekler göz önüne alınınca. Toroslar’ın kadim halkı Yörükler’de ölüm neredeyse dogaldır, onlar ölülerini toprağa verirler, ama mezarına taş bile dikmezler. Yörükler için “mezarın çabuk yiteni iyidir.” Onlarda ölümün anlatımı bile şiirseldir, örneğin şu cümlede olduğu gibi : “Ağacına ölüm kuşuyun konduğunu duydum.” Ölüm bir kuş gibi simgelenebiliyor. Osman Şahin’in anlattığı insanların köylerinde doktor yoktur, hasta olan pat diye ölebilir veya öldü diye bırakılabilir. Çocuğu doktora götürürken yolda yitirirsin örneğin. Kızamıktan gider çocuk, amelden gider. Doğal afetler hiç eksik olmaz. Kurtaramazsın kimseyi doğal afetlerden. Süt kokan ağızlarıyla çocuklar firez yangınlarında ölebilirler. “Bebek”te olduğu gibi, ve aynen şöyle: “Yarabbim! Bunu bari koyver yaşasın, koyver! Zaten ilk ikisini kızamık deyip aldıydın. Bak işte, bu üçüncüsü. Şimdi bunu da alma, amel yoluna. Alıp alıp da mekik gibi kaydırma toprağının altına, kaydırma! Zahar şunun canına yetecek kadar da havan, suyun vardır senin, kurban olduğum.” (s. 7-8). Yaşamı bizzat insanlar da çekilmez kılabilir : Fırat’ın önüne katıp getirdiği odunları paylaşamazlar, vuruşurlar. “Namus lekesini” temizlemek “Allahın emridir” derler cana kıymaya kalkarlar, “Musellim ve Kuşde”de “Namus Eri”nde görüldüğü gibi. “Ocağına Düşmek”te ve “Kanın Masalı”nda, Bucaklar’da olduğu gibi, kan davası ve buna ilişkin binbir dert, pusular, cinayetler, kıyımlar birbirini izler. Anadolu’nun, giderek Akdeniz çevresindeki bütün toprakların bitmez tükenmez başbelasına, kan davası adı verilen ölüm makinasına, Osman Şahin, öykülerinin çoğunda barışçıl bakıyor. Meseleye sevecenlikle, anlayışla, bilgece yaklaşıyor. Biraz önce andığım iki öyküde örneğin kan davası meselesi vardır ama kan yoktur, ölüm yoktur. Her iki öyküde de kan davasının sonu barışmayla ve uzlaşmayla biter. İlk öyküde, kan davası güdülen ve öldürülmek için aranan köylü, “iki ay önce amuca Bayram”ı öldüren hasmının “ocağına düşmüştür”. İkinci öyküde ise, düşmanlardan biri diğeri hakkında övücü sözler söylemiştir. Böylece kan davası güdülmüş ama kan çıkmamış, adam öldürülmemiştir. Kan davasıyla başlayan öykü barışla bitmiştir. Ancak burada bir kez daha “ölüm korkusunun”, “öldürülmek korkusunun” ölümden beter olduğu da vurgulanmıştır. Osman Şahin daha önce ve sonra başka öykülerinde yaptığı gibi, Mahşer’de de ölüm korkusunu duyumsatıyor. Alıntı yaptığım her iki öykü aynı zamanda Osman Şahin’in boş inançlarda, çağın gerisinde kalmış geleneklerde değişim isteğini de simgeliyor. Bu istek son derece ince bir şekilde iki gül gibi konmuş kitaba. Şahin barışa çağrı yapıyor, barışı muştulamak dileğinde olduğunu gözler önüne seriyor. Barış, kardeşlik, paylaşım temalarıyla birlikte işleniyor. Bunları ve dahasını Kaynak Yayınları’nın birkaç gün önce “İz Bırakanlar” dizisinin beşinci kitabı olarak okuyucuya sunduğu Öykücülüğümüzün Toros Zirvesi Osman Şahin isimli kitabımda incelemeye ve aktarmaya çabalıyorum. Umarım okumaya vaktiniz olur. Bu kitap hepimiz için.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|