Türk sanat musikisinde önemli bir kaç husus vardır ki, nedenini yazılı belgeler arasında bulmam mümkün olmadı. Bir kaç yüz yılı tararsak genelde bestekarların kullandıkları enstrümanlarla adlandırıldığını görürüz. Tanburi Cemil Bey, Kemençeci Vasilaki, Klarnet Ramazan, Kemani Rıza Efendi, Kemani Bülbül Salih Efendi, Kemani Serkis Efendi, Kemani Tatyos Efendi, Kemençeci Nikolaki, Lavtacı Andon, Lavtacı Civan Ağa, Lavtacı Hristo, Lavtacı Ovrik, Tanburi Ali Efendi, Tanburi Mustafa Çavuş, Tanburi İsmet Aga, Tanburi Büyük Osman Bey, Santuri Ethem Efendi ve Udi Nevres...
Beste yapmak için mutlaka enstruman çalmak gerekmediği halde, bu bestekarlar hem sazende hem bestekar olarak bilinmektedir.
Bunlardan biri alışılmamış bir müsiki aletidir. Klarnet. 1870li senelerde dünyaya geldiği tahmin edilen Klarnet İbrahim Efendi, çok güzel icraa ettiği klarnetin, klasik Türk Musikisinde sazların içinde yer almasında ısrarcı olup, bu konuda sebat etmesi sonucunda bu gün klarnetin yerleştiğini görmekteyiz. Kimi zaman geçiş taksimlerinde klarnetin kıvrak sesi, dinleyenleri yoğun etkiler.
Türk sanat musikisinde sazlar içinde bir saz vardır ki, bu saz bütün sazlara ritim verir. Bu sazın bir eserin çalınmasında önemli yeri vardır, onun vuruşu ile eser başlar. Bu önemli saz darbukadır. Darbuka, çalıp da bestekar olan ve Bestekar ‘’Darbukacı ......’’ namlı bir sanatçı bulmanın imkansız olduğunu düşünmekteyim.
Bestekarlar yalnız çaldıkları enstrümanlarla anılmamakta, başka lakapları olan bestekarlar da bulunmakta. Sol elini kullandığı için Yesari adını alan bestekar olduğu gibi, ablasının adı olan ‘’Nasibin’’ adı, kendi adının önünde anılan bestekar vardır. Bu lakablar musiki cümbüşün içinde zenginliğin işaretidir. Bu lakabların içinde bir tanesi vardır, onun da nedenini bulmak için çok araştırma neticesinde ellerimin boş çıkmasına üzülmedim desem yalan olur.
Bu isim ise Tab’i Mustafa Efendi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yaşadığı dönem Sultan III.Osman’ın üç yıllık saltanatına da rastlamaktadır. Sesinin güzel olmasından dolayı, 1754-57 arasında Müezzin-i Şehri-yari görevini yaptığı Osmanlı kayıtlarında bulunmaktadır. 1758 senesinde Kapıcılar Katibi görevine, bu görevi yürüten ağabeyi Mehmet Kudsi’nin vefatı sonrasında atanmıştır.
III Ahmet zamanında, Lale Devri döneminde besteleri ile ün yapmış değerli bir bestekar olan Tab-i Mustafa Efendi’nin, I.Mahmud döneminde de saray müzisyeni olarak çalıştığı bilinir. Sarayda aynı zamanda güzel yazı yazma sanatını icraa etmesi ile de ünlenen Mustafa Efendi’nin lakabının, hattatlık kabiliyetinden geldiğini, Tab-i Mustafa Efendi adı ile anılmasına yol açtımış olabileceğini düşünmekteyim.
Tab-i Mustafa Efendi’nin eserlerinden günümüze kadar gelen ulaşanların bir kısmı İstanbul Universitesi kütüphanesinde bulunmaktadır. 1760’lı senelerde görevini bırakıp evinde inzivaya çekildiği söylenir. Son bestelerinden bir tanesi, geçirdiği saray hayatını özleyen bir hayal dünyasını yansıtır. Ruşen Ferit Kam hocamız bizlere Tab-i Mustafa Efendiyi anlatırken gözlerini kısar uzaklara dalar giderdi, bir başka dünyayı seyreder gibi, onun bestelerini yaşardı. Bende de Mustafa Efendinin bir şarkısı derin izler bırakmıştı. Güftekarı bilinmemekle birlikte Yürük Semai usulde, Tab-ı Mustafa Efendi’nin bestelediği bu şarkı Bayati Makamdadır.
Gül yüzlülerin şevkine gel, nuş edelim mey aman aman İşret edelim yar ile şimdi, demidir hey aman aman Bu kavli sürahi eğilip sagara söylere, Neder Dümderela dir, na tene dir, na tenedir hey
Bu güzel eseri yılların eskitemediği unutulmayacak bir sesten dinletmek istedim. Müzeyyen Senar.