|
Dragut geliyorKategori: Bir Ressamın Yaşamı | 1 Yorum | Yazan: Cemil Eren | 19 Ocak 2013 08:18:59 Çok yıllar önce, bir Western filmi görmüştüm. Yine kızgın öğle sıcağı, ki sanki yerden buharlar çıkıyor. Kasaba bomboş. Sokakta hiç kimse yok... Bir adam, trenden iniyor, belinde iki tabanca, belalının teki... Belli ki silahlar patlayacak. Evlerin pencerelerinden sokak dikizleniyor, adam dümdüz yürüyor otele, ses olarak yalnızca kovboyun mahmuzları şıngırdıyor. Tam bir ölüm sessizliği, biraz sonra silahlar konuşacak gibi... Şimdi ben de adımlarımın sesini duyuyorum, belimde de iki tabanca var, gözlerim sağda solda vuracak adam arıyor, biri çıksa karşıma, alnından tek kurşun, tamam...
Majorka’ya gitmek 1989’da İstanbul’dan çıktım yola; Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa ve Macaristan’da gezeceğim. Yunanistan, İtalya’dan sonra İspanya Barcelona’dayım… Her şey güzel gidiyor… Aklıma düştü Majorka’ya gitmek Bir yıl önce İspanya Majorka adasından bir ekip gelmişti Bodrum’a; yazışmalar vardı Türkiye’deki İspanyol Büyükelçiliği ile Majorka’nın bir kentinin belediyesi arasında… Bodrum’u ve belediyeyi tanımak istiyorlardı. O zamanki Türkiye İspanya Büyükelçisi, Bodrum’da beni arayıp İspanyollarla tanışmamı istedi… Belediye Başkanı konukları ağırlamak için ne gerekiyorsa yaptı, üç gün kalıp heyet gitti… Bodrum belediyesinden Majorka adasına geleceklerine dair sıkı sözler aldı… Ama Bodrumlular toparlanıp da gidemediler… O sıralar başladığım Donkişot resimlerine daha gerçekçi bir yaklaşım olur umuduyla, olayların geçtiği yerleri görme dürtüsüyle düştüm yollara… Hem Bodrum Belediye Başkanından Majorka adası Belediye Başkanına selamlar söylemeye, hem de o ünlü dillere destan Majorka adasının ne menem bir yer olduğunu yerinde saptamaya. Belediyenin bir temsilcisi değilim ama bir vatandaş olarak, teması sıcak tutmak amacında olan bir Bodrumluyum. 11 Haziran 1989 öğle vakti Majorka Palma’da uçaktan indim. Bavulları bekliyorum, benim tekerlekli kırmızı torbam bir türlü çıkmıyor. Herkes bavulunu aldı gitti, dönen bantta bir tek benim olmayan bir bavul kaldı; yine de bekliyorum, bant boşuna dönüp duruyor. Yetkililere söylüyorum, araştırıyorlar, geri dönüp yok diyorlar. Her şeyim içindeydi; şimdi elimde bir bez çantayla kaldım. Bir hanım geldi, arkada büro var oraya git durumu bildir, dedi. Gittim. Zabıt tutacaklar: bagajımın şekli, rengi, markası, içinde nelerimin olduğu gibi sorular… Şimdilik yapacak bir şey yok, bulunca haber verecekler. Adres? Adres yok henüz. Sordum otobüsler var Palma’ya sık sık. Günlerden Pazar, caddeler, parklar boş… Turizm bürosu kapalı. Palma, öğleden sonra 2- 2:30 gibi … Caddelerde, sokaklarda kimsecikler yok. Omzumda torbam … Hava çok sıcak… Büyük bir park var, oturan kimse yok, güvercinler döne döne yiyecek arıyorlar… Biraz yürüyünce açık bir büfe görüyorum. Büfeci kıza soruyorum, nerede pansiyon bulurum… Yön gösteriyor, şöyle git, sor bulursun! Anladı pansiyon aradığımı. Ben de şöyle gidiyorum. Biraz yürüyünce apartmanlar görüyorum, bir sokağın başlangıcı. Sokağa giriyorum. Sağ sol her yan taş. Öylesine sessiz ki ayak seslerimi duyuyorum… Çok yıllar önce, bir Western filmi görmüştüm. Yine kızgın öğle sıcağı, ki sanki yerden buharlar çıkıyor. Kasaba bomboş. Sokakta hiç kimse yok… Bir adam, trenden iniyor, belinde iki tabanca, belalının teki… Belli ki silahlar patlayacak. Evlerin pencerelerinden sokak dikizleniyor, adam dümdüz yürüyor otele, ses olarak yalnızca kovboyun mahmuzları şıngırdıyor. Tam bir ölüm sessizliği, biraz sonra silahlar konuşacak gibi… Şimdi ben de adımlarımın sesini duyuyorum, belimde iki tabanca var, gözlerim sağda solda vuracak adam arıyor, biri çıksa karşıma, alnından tek kurşun, tamam… Kedi bile yok sokakta, ne kedi ne köpek! Geleceğimi haber almış, yok olmuşlar; buralara kadar yayılmış korkunç ünüm! Ellerim yana açık, tabancalarımın üzerinde. Alnından ya da kalbinden. Tek atış yeterli. İşi bitiktir… Çizmelerimin topuk sesleriyle, mahmuzlarımın su sesini andıran şırıltısı yankılanıyor taş duvarlarda. Biraz da abartarak vuruyorum ayaklarımı yere. Güneş tepemde, beynimi pişiriyor. Bir tanrının kulu yok karşıma çıkacak, iyi ki de yok! Sağda solda dükkanlar; hepsi kapalı. Kemerli bir kapıya geliyorum, arkasında büyük bir avlu. Bir tek kahve açık, küçük terasında oturan birkaç kişi… Hepsi başlarını öne eğiyorlar ben geçerken. Mahmuzlar şıngırdıyor, yüzüme bakacak cesaretleri yok. Tezgahta orta yaşlı tombul bir kadın… Dilimi bilmiyor, nasıl anlatmalı? Baltazar’ı soruyorum. Baltazar telefon rehberinde yok, kadın bakıyor rehbere… Köftehor bana telefon diye posta kutusu numarası vermiş. Baltazar kardeş şehir hikayesi ile Bodruma gelen heyetten biri, üniversitede profesörmüş, Palma’da oturuyormuş. Onu bulsaydım bir yere yerleşmeme yardımcı olabilirdi, ‘’Palma’ya gelirsen beni ara’’ demişti… Beni atlattı. Bir daha karşıma çıkamaz sanırım. Tezgahtar kadınla terasta oturanlar baş başa verip bana pansiyon aramaya başladılar. Birisi buldu. Mon Leon pansiyonu pek yakınmış, taş merdivenleri inip sola döneceğim. Thanks deyip ayrılıyorum. Merdivenler hilafsız yüz basamak var… Tek kişilik bir oda istiyorum, hemen diyorlar… yalnız tuvalet dışarıdaymış, banyo içerde. Palma sıcak, Palma uyuyor. Geldim işte Baltazar, sen neredesin? Palma’lı Baltazar derini yüzeceğim senin. Ben Dragut, Bodrum’dan gelirem. Alırım senin Pollanza’nı. Akdenize nam salmışım ben. Gelmişim gemilerimle ve de leventlerimle senin Majorka’na yıllar önce. Pollanza titremiş önümde. Şöyle biraz korkutmuşum Pollanza’lıları. Sonra çekip gitmişim. İşte şimdi yine buradayım, sen neredesin ey Baltazar? Ölü bir Palma bu; yakarım vallahi Palma’yı! Tek başımayım koca bir kentle karşı karşıya. Baltazar toz olmuş. Bir banyo ve biraz uyku Palma’nın yolları taştan… -Abi bura Adana değil ki! Olsun ulan görmüyor musun yolları, yapıları… Akşamüzeri kenti kontrole çıkıyorum. Otelci sağdan yürü git diyor, öyle yapıyorum. Tek tük insanlar var yolda; ama bunlar Palmalılar değil, turistler. Ben yine ihtiyatlı adımlarla yavaş yavaş yürüyorum. Bir yanda kale gibi bir şey var, o yana yürüyorum. Gerçekten kale ve katedral. Biraz sonra da deniz kıyısı. Sağa uzanıp gidiyor. Çift yol asfalt. Asfaltlamışlar yolları yezitler. Sıcağa rağmen yürüyorum. Solumda deniz, liman, gemiler. Uzun bir yol, saatlerce yürüyorum. Bir kahve, bir kahve içimi dinlenme. Geri dönüyorum, sağımda yüzlerce balıkçı teknesi, biri çarpıcı kırmızı. Katedral uzakta görünüyor. Bu kadar yolu tekrar yürümem zor, taksi ile dönerim, diyorum. Ama balıkçı kayıklarına bakarken, bakıyorum ki epeyce yol almışım. Biraz daha, biraz daha derken katedrale gelmişim. Denize dik inen çınarlı yolda bir sürü balık lokantası var; birine giriyorum, acıkmışım. Küçük terasta küçük bir masaya oturuyorum, beyaz şarap ve balık istiyorum… Şarap hemen etkisini gösteriyor, keyfim yerine geliyor. Balık da güzel… Baltazar umurumda değil. Uzunca bir süre oturuyorum lokantada… ne yapacağımı düşünüyorum. Tansiyon ilaçlarım, İspanyolca kitaplarım ve not defterlerim de gitti, oysa ben boş kaldıkça İspanyolca öğrenecek ve insanlarla da çat pat konuşacaktım… Ankara’dayken birkaç ders almıştım… İlaçlarımı alabilmek de kolay değildi; yeniden doktora gitmek, incelemeler yaptırmam ve doktordan ona göre reçete almam gerekiyordu. Her şeyden önce bagajım bulunmalıydı! Barcelona’da 12.00 uçağına bilet almış, bagajımı uçağa teslim edip saatin gelmesini beklerken, azıcık uzaklaşmıştım gişeden, o arada uçak dolmuş ve saatindan yarım saat önce uçağı kaldırmışlar, anons etmişler ama ben anlamamışım. Gişeye tekrar gidip sorduğumda seni bundan sonraki uçakla göndeririz, demişlerdi. Demekki kırmızı torbam benden once uçmuş, yürüyen bantta sahipsiz kalınca birisi tarafından yürütülmüştü… Zaten uçağa verirken tekerlekleri acı acı gıcırdamıştı, ne oluyor buna, uçağa binmek istemiyor mu, demiştim içimden. Ertesi gün tekrar gittim havaalanına, yok bulamadık, dediler. Ama bana bir miktar para verdiler çamaşır falan alıyım diye… Yine de bulursak haber veririz, diyerek. Palma’da dolaşmaya çıktım. Dün gittiğim yönün tersine yürüdüm. Ada gerçekten güzeldi, aklımın hep kaybolan ilaçlarım, eşyalarım, okuyacağım kitaplarda olmasına rağmen. Akşamları okuyacak bir kitap bulmalıydım. Dün akşam balık yediğim yerde lokantalardan başka bir de kitapçı görmüştüm. Oraya gittim. Kitaplar İspanyolca. İyice araştırınca aralarında Fransızca bir kitaba gözüm takıldı; Sokrates hakkındaydı, hemen onu aldım. Palma’nın çarşısında dolaşayım bakıyım neler var dedim. Vitrinlerin birine mor bir gömlek koymuşlar; öylesine mor ki, al beni diye bağırıyor. İçeri girdim o gömlekten istedim, baktılar kalmamış, başka gömlekler gösterdilerse de hiç birini almak istemedim. Öyleyse vitrinden çıkartıp onu verelim, dedi tezgahtar. Çıkarttı. Baktım, tamam dedim, alıyorum. Bir takım da iç çamaşırı alıp çıktım… Turlara devam ettim akşama kadar. Akşam yemeği için yine aynı yere gittim. Vitrinde güzelce ikiye bölünmüş ıstakozlar var, yarım ıstakozla beyaz şarap ısmarladım. Kitabıma göz attım biraz, Sokrates’in bir öğrencisiyle yakın ilişkilerinden söz ediyordu, bakarken ıstakozumla şarabım geldi. Şarabımı açtı garson, nefis bir şaraptı, ıstakoz da harika; zevkle giriştim yemeye, kaybolan bavulu aklımdan çıkartarak… Ama bir de konuşabileceğim biri olsaydı diyerek. Yarın sabah erkenden otobüse binip Pollanza’ya gitsem dedim. Benim Büyükelçi arkadaşım Ramon’un Bodrumla kardeş kent yapmak istediği Pollanza bakalım nasıl bir yermiş! Bodrum Belediye Başkanının üç gün boyunca Bodrum'un en güzel yerlerinde en güzel şekilde ağırladığı, büyük bir tekne ile körfezde dolaştırdığı, Torba, Gölköy, Türk Bükü, Yalıkavak , Turgut Reis, İçmeler, Oraklar adası, yani bir günde görülebilecek her limana götürdüğü, benim evimin bulunduğu Gökburun’dan geçerken tepedeki beyaz evi gösterip, şu evi böylesine sapa ve sarp bir yere yapan kişiyi hep kutlamak isterim deyince o adam karşında oturuyor dediğimde şaşıran İspanyol ekibini görmek fikri çekici geldi; bu ekip arasında Palma’da erişemediğim Baltazar da vardı. Bunları düşünürken bir yandan da şarabımı yudumluyordum. Dragut Pollanza’da Ertesi sabah kahvaltıdan sonra otobüs garajını öğrenip Pollanza ‘ya gitmek üzere bilet aldım. Mor gömleğimi giymiştim, üstüne Amerika’da aldığım Romanya yapımlı beşle krem arası kadife ceketim, altında da kot pantolon; zaten elimde bunlardan başka bir şey kalmamıştı… Otobüs bir buçuk saat sürdü. Otobüsten inince gözüme kestirdiğim ilk kişiye Major nerede diye sordum. Bir tepeye doğru tırmanan sokağı gösterdi. Arnavut kaldırımlı sokağın sonunda tepeye tırmanan taş merdivenler çıktı karşıma, dik mi dik bir merdiven! Bugün olsa asla çıkamazdım o merdivenleri, o zaman da bayağı zorlanmıştım çıkmakta. Tepenin doruğunda Belediye binası… Belediye Başkanı ile görüşmek istediğimi söyledim, odasına götürdüler. İngilizce söyledim, bir şey anlamadı, Fransızca söyledim, yine anlamadı; ama Fransızca hocasını çağırttı. Bodrum’a gelen bu başkan değildi onu görmemiştim. Öğretmen çabuk geldi, ona anlattım ne istediğimi: Ben Türkiye’nin Bodrum kentinden geliyorum. İki yıl önce sizden bir ekip gelmişti Bodrum’a, Exelans Büyük Elçi Ramon Villanueva Etcheverriya Bodrum’la Pollanza’yı kardeş kent yapmak yolunda çalışmalar yapmış, sizden bir heyet Bodrum’u tanımak için gelmişti. Ertesi yıl Bodrum’dan bir heyet gelip sizinle tanışacak ve kentinizi ziyaret edecekti; ama Türkiye’de politik sıkıntılar vardı, referandum yapılacaktı, o yüzden gelemediler. Ben belediyenin temsilcisi değilim, kendi adıma burayı merak ettiğim için geldim, size de Bodrum Belediye Başkanından selamlar getirdim, dedim. Fransızca öğretmeni çevirdi anlattıklarımı. Memnun oldu benimle tanışmaktan ve o da Bodrum Belediye başkanına selamlarını iletmemi ve kendilerini beklediklerini söyledi. Bunun üzerine Fransızca öğretmeni ile Başkan’a veda ettik. Bodrum’a gelen, benim başkan sandığım kişi Başkan Yardımcısı imiş, o an orada yokmuş. Fransızca öğretmeni ile çıktık, merdivenleri inmek daha kolay geldi. Bir kilisenin önünden geçerken Öğretmen anlatmaya başladı: onların Dragut dedikleri bizim Bodrumlu Turgut Reis gemisi ve leventleri ile Pollanza’ya gelmiş, kenti ele geçirecek; karaya çıkıp saldırıya geçmişler başta Turgut Reis arkasında leventleri Pollanza’lılarla. Savaş akşama kadar sürmüş, halk müthiş bir direnç göstermiş, Dragut ve adamları zor durumda kalmışlar, bırak kenti ele geçirmeyi, kendi canlarını kurtarmak durumunda kalmışlar. Savaşarak kilisenin önüne kadar gelmişler, kilise papazı kilisenin kapısını açmış ve bizimkiler kiliseye sığınmışlar. Gecenin bir vakti sessizce kiliseden çıkıp kadırgaya dönmüşler. Halkın olağanüstü direnci sonucu işgal gerçekleşememiş… Tarih meraklısı İspanya’nın Türkiye Büyük Elçisi dostum R. V. Etcheverria bu olayı bildiği için Pollanza ile Bodrumu kardeş şehir yapmak istemiş; ama bizimkilerin gevşekliğinden projesi gerçekleşememiş. Fransızca öğretmeninin arabasına binip kumsala gittik. Nefis bir Akdeniz koyu, güzel bir kumsal; ama kumsal biter bitmez çok katlı yapılar bütün sahili beton bir perdeyle örtmüş. Öğretmen bana bunları gösterip bak biz burada büyük bir yanlış yaptık, şimdi de düzeltemiyoruz. Bodrumlular gelip burayı görsün ve aynı hatayı yapmasınlar dedi. Onlar hevesliydi Bodrum’la kardeş olmaya… Sonra geri döndük, öğretmen beni otobüse bindirdi, vedalaşıp ayrıldık. Palma’ya döndüğümde akşam olmuştu, doğruca akşam yemeklerini yediğim lokantaya gittim, beyaz şarabımı ve ıstakozumu ısmarladım, bütün gün gidip gelmekten, dolaşmaktan iyice yorulmuştum, kendimi Bodrumlu Turgut Reis diğer namıyla Dragut’un yerine koyup biraz kederlendim… Kırmızı torba bavulumdan umudu kesmiştim, yanlışlıkla alınsaydı alan içini açınca kendisinin olmadığını hemen görür ve değiştirmek üzere hava alanına getirirdi, çalındığı kesindi. Palma’da daha fazla kalmanın anlamı yoktu. Türkiye’ye dönünce Bodrum Belediye Başkan’ını ziyaret ettim. Başkan değişmişti, olayı bilmiyordu, kısaca özetledim. İspanyolların selamlarını söyleyip gördüklerimi anlattım. Sizi mutlaka bekliyorlar, söz verilmiş, dedim. Pollanza’ya gittiler mi, duymadım bilmiyorum. Kimbilir belki de son Dragut benim.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 22 Ocak 2013 10:18:55 }
canım babacığım,
Diğer Sayfalar: 1. resimlerin gibi sımsıcak bir yazı. okuken sanki seninle birlikte oraları geziyormuş gibi hissettim. kırmızı torbaya üzüldüm. her an sana geri getirecekler diye bekledim. eline sağlık. bana keyifli bir zaman geçirttin. sydney'den dostlukla
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|