|
|
Bir yıldız daha kayarken...Kategori: Makale | 1 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 19 Ocak 2013 02:15:36 Yalanın, talanın, şiddetin dünyasından bir yıldız daha kayıyor. Biz hiç bir şey yapamıyoruz. Göğümüz kara bulutlarla öyle kapalı ki, öylesine gömülmüşüz ki yalanın, talanın, şiddetin çamuruna, yıldızı görmüyoruz bile. 2009 yılından beri tutuklu Prof.Dr.Fatih Hilmioğlu. Uluslararası saygınlığı olan bir bilim insanı, insana, halkına hizmet eden bir tıp hekimi iken....
Kimdir Fatih Hilmioğlu? 1954 Elbistan/Kahramanmaraş doğumludur Fatih Hilmioğlu. 1979 Yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olur. İç Hastalıkları Uzmanlık eğitimini 1980-1985 yılları arasında Almanya Hoya Hastanesi ve Essen Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalında yapar. Uzmanlık unvanını 1986’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalından alır. 1987-1990 Yılları arasında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesinde Gastroenteroloji Yan Dal Uzmanlığı için ihtisas yapar. 1990-1992 Yılları arasında Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji Başasistanlığını yapar. 1991 Yılında İç Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalından Doçentlik Unvanını alır. 1997 Martında İç Hastalıkları Anabilim Dalı Profesörlüğüne atanır. 1996-1998 yılları arasında 2 yıl süre ile Turgut Özal Tıp Merkezi Başhekimliğini yapar. Tıp Fakültesi Dekan yardımcılığı ve Dekan Vekilliği sonrası 1998 tarihinde Tıp Fakültesi Dekanlığına atanır. 1992 yılından beri Malatya’da görev yapar, Gastroenteroloji kliniğini kurar, Tıp Fakültesi Fakülte Kurulu ve Fakülte Yönetim kurulu üyeliklerinde bulunur. 29’u Uluslararası olmak üzere dergilerde 80 makalesi ve 150 tebliği bulunmaktadır. Çok sayıda Ulusal ve uluslararası kongerede panelist ve oturum başkanlığı yapmıştır. Almanca ve İngilizce bilir evli ve 2 çocuk sahibidir. Önceki İnönü Üniversitesi rektörü olup, Başkent Üniversitesi Tıp fakültesi öğretim üyesidir. Nisan 2009'dan beri ise Silivri'de tutukludur!!! Ne yapmıştır da tutuklanmıştır? 13 Nisan 2009 günü sabahın köründe evine baskın yapılır. O da artık bir Ergenekon sanığıdır. Günlerce süren sorgulamadan sonra “T.C. hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” ve “yasadışı terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla mahkemeye gönderilir. Mahkeme, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun hakkındaki suçlamaları yerinde bulur, bu saygın bilim insanını tutuklayıp cezaevine gönderir. Prof. Dr. Hilmioğlu, Silivri’ye kapatılmasından iki ay sonra yüz felci geçirir, hastaneye gönderilir. Siroz olduğu, karaciğer kanseri tehlikesi altında olduğu, ölebileceği belirlenir. Tüm bu bulgular Cerrahpaşa Tıp Fakültesi raporlarında yer alır. Avukatı bir dilekçe ile müvekkilinin sağlık koşullarının gözönüne alınarak, serbest bırakılmasını ister. 14. Ağır Ceza Mahkemesi isteği geri çevirir. Mahkeme heyet başkanının serbest bırakma isteğine karşın, üç kişilik mahkeme iki üyenin karşı oyu ile Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu''nun özgürlük hakkını elinden alır. Mahkeme heyet başkanı karşı oy veren üyeleri uyarır. “Ülke şartlarında bilim adamı yetiştirmek kolay değil. Saygın bir bilim adamı olan sanığın siroz olduğu ve karaciğer kanseri riski taşıdığı raporlardan anlaşılmaktadır. Sanık için tutukluluk durumu hayati tehlike demektir. Kaçması ve delil karartması söz konusu değildir”. Sonuç değişmez. Kimin deliğine çomak sokmuştur? Bir Malatyalı diyor ki... “Fatih Hilmioğlu hocamız İnönü Üniversitesi’ni Doğu Anadolu’da bir eğitim, kültür ve sağlık vahasına dönüştürdü. Üniversitede senfoni orkestrası ile Türkiye’nin en büyük internet ve organ nakil merkezlerini kurdu. Muhteşem bir kütüphane yaptırdı ve daha neler, neler… Yaptığı hizmetlerin bedeli hapiste yavaş yavaş ölüme terk edilmek oldu. Benim de dahil olduğum vefasız Malatyalılar, hocamıza bir geçmiş olsunu esirgedi, sahip çıkmadı. Yazık..” Dahası var. Öğreniyoruz. Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, 2000 yılında rektör seçildiğinde, üniversite tarikatların çöreklendiği bir kurummuş. Tüm tehditlere, iftiralara, tertiplere karşın, Hilmioğlu üniversiteyi tarikatlardan temizlemeyi başarır. İnönü üniversitesi çağdaş eğitime kavuşur, bilimsel özerkliğin işlediği örnek bir eğitim kurumu haline gelir. Hilmioğlu’nun yorulmak bilmez çabalarıyla çağdaş eğitim olanakları hızla artar. Üniverstite, bir konservatuara, görkemli bir kütüphaneye, açık ve kapalı spor salonlarına, kültürel etkinlikerin yapılabileceği öğrencilere ait çeşitli mekanlara, kantinlere kavuşur. Yerleşke içindeki yurtta yalnızca 130 kız öğrenci kalmasına karşın, haftasonları da üniversite yerleşkesicıvıl cıvıl öğrencilerle doludur. 20 km uzaktaki Malatya’nın öğrencileri için yalnızca sıkıcı bir okul değildir. Tüm yaşamlarını kucaklayan gerçek bir eğitim yuvasıdır. Hepsi bu değil. Hulki Cevizoğlu’nun, iki rektörle birlikte üniversitelerin sorunlarını tartıştığı bir proğramına telefonla bağlanır ve şunları söyler. “Sayın Başbakan, Boğaz’da her biri milyon dolar değerindeki beş villayı nasıl yaptırdı, önce onu açıklasın” Suçludur aydınlık! Elbette suçludur Hilmioğlu. Gerçek bir bilim insanı gibi davranmıştır. Sanatın, sporun, özgür düşüncenin olmadığı bir eğitimin insana hizmet etmeyeceğini bilen, yılmaz bir aydınlanmacıdır. Çalışkandır, özverilidir, kültürlüdür. Öğrencilere değer verir. Suçludur Hilmioğlu. Türkiye’de erdemli olmak bir suçdur çünkü. İktidara boyun eğmemek, özgür düşünen insanlar yetiştirmek, doğruları söylemek, haksızlığın karşısında olmak suçtur. Cezalandırılır. Redhack’in geçtiğimiz günlerde ele geçirdiği, Yüksek Öğrenim Kurumu’na ait belgelerden anlıyoruz ki, Hilmioğlu hakkında, sahte bir ad altında suç duyurusu yapılmış, annesinin Alevi olduğu da bildirilmiştir. Olmaz artık bu kadar da, değil mi? Hilmioğlu’nun şiddetle cezalandırılması gerekir… Hiç bir hukuk kuralı tanımadan, en vicdansız şekilde yapmak gerekir bunu. Onun gibi olanlara, onun yolundan gidebilecek olanlara bir gözdağı olmalıdır bu ceza, şiddeti, biçimi, verilişi ile onu ve onun gibi düşünen herkesi yıkmalıdır. Hilmioğlu, Ekim 2012’de hukuksuzluklara direnebilmek için Hukuk okuyan 21 yaşındaki oğlunu trafik kazasında yitirir. Nasıl olmuştur niye olmuştur, blinmez bu kaza konuşulmaz. Hilmioğlu, azılı bir katilmiş gibi getirilir ilk göz ağrısının cenazesine, çocuğuyla canının bir parçasıyla doğru dürüst vedalaşmasına, karısıyla acısını paylaşmasına bile izin verilmez. Nedendir bunca haksızlık? Bir insanı hayvanlardan ayıran bir özelliği vardır hani!!! Ne oldu nereye gitti? Vicdan Vicdanlara ne oldu ülkemizde? Dürüstlük, hak yememek, bilgiye, öğrenmeye değer vermek, merhamet göstermek, islam dininin de temelinde olan erdemler değil mi? Zenginlikleri, hırsları, pervasızlıkları ile göz kamaştıran AKPliler, cemaatlar hangi dine inanıyorlar da bu erdemlerden uzak kalabiliyorlar. Biz, sessiz, tepkisiz yığınlar... Bizim vicdanımız nerede? Sakladık mı bir kuytu köşeye... Güneş görmeyen vicdanlar küçülür, güçten düşer, çapsız kalır. Vicdanı yalnızca güneşin aydınlığı besleyebilir. Onun ışıkları ile yıkamak için vicdanı, yüreklice çıkmak gerekir meydanlara... Bir yakıp bir söndürdükleri rengarenk ampüllerin ışığında soluyor vicdanlarımız... İmza Kampanyaları Nasıl kurtarabiliriz değerli bilim insanımız Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nu… Yaralarını sarabilir miyiz? Demirden bir kartal olup onu çekip alabilsek parmaklıkların arasından, kanseri söküp alsak ciğerinden, yitirdiği oğlunun acısını paylaşabilsek… Geri dönse ailesine, üniversitesine, bilim yuvasına… Yine yılmadan yorulmadan hizmet etse aydınlığın yolunda insana… Bu yalnızca bir düş. Haksızlıklara karşı, silaha sarılıp terror örgütü kurmak da bize, insana yakışan bir çözüm değil! Öyleyse ne yapabiliriz? İki imza kampanyası açıldı hukuksuzluğun, adaletsizliğin toplum bilincine taşınması, uluslarası toplum ile de paylaşılması için. İlginize sunuyorum. Elimizden geldiğince paylaşıp, halkımızın haksızlıklara karşı duyarlılığını, yürekliliğinin yükselmesini sağlamayı; tüm dünyadaki aydın çevrelerin dikkatini çekip bir etki yaratabilmelerini umut edebiliriz. Türkçe imza kampanyası: https://www.change.org/tr/kampanyalar/fatih-hilmioğlu-na-özgürlük#share Avustralya’lı duyarlı gençlerin başlattığı ingilizce imza kampanyası: https://www.change.org/en-AU/petitions/freedom-for-fatih-hilmio%C4%9Flu?utm_source=share_petition&utm_medium=url_share&utm_campaign=url_share_after_sign#share Avustralya’daki imza kampanyasının öncüleri gençlerimizden bir kaçının düşüncelerini de sizlerle paylaşmak istiyorum: Özlem “Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, kimsenin önünde eğilmeyen, kimseye yaranmayı düşünmeyen, açık sözlü, insanlığa, topluma faydalı değerli bir insan. Tutukluluğunun gerçek sebebinin AKP hükümetini eleştirmek ve özellikle de Recep Tayyip Erdoğan'a yöneltiği “Sayın Başbakan, Boğaz’da her biri milyon dolar değerindeki beş villayı nasıl yaptırdı, önce onu açıklasın” sözleri olduğu artık çok açık olarak bilinmekte. Sahte belgelerle inşa edilmiş uydurma bir davadan dolayı neredeyse dört senedir tutuklu bulunuyor. Kanser hastası olan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu derhal özgür bırakılmalıdır yoksa adalete ve insanlığa olan güvenim sarsılmakla kalmayıp tamamen yıkılacak.” Burcu “Karaciğer kanseri hasta olması nedeniyle sağlığından endişe etmemizin yanında, hemen bırakılması ve özgürlüğüne kavuşması kritik bir önem taşıyor. Çünkü her türlü muhalefeti susturmaya çalışan politik bir iklimde, Ergenekon oyunun bir parçası olarak tutuklanan çok sayıda entellektüelden biri olarak Hilmioğlu, kişisel ve profesyonel dürüstlüğün önde gelen simgesi oldu. Malatya İnönü Üniversitesini, dinci grupların pençesinden kurtarıp uluslarası saygınlığı olan çağdaş bir üniversite haline getirdiğini biliyoruz. Kendisi de bir zamanlar öncüsü olduğu üniversite gibi, dürüstlük, doğruluk, güvenilirlik, sorumluluklarını yerine getirmek, adalet duygusu ile hareket etmek gibi akademik bütünlüğün bir parçası olan değerleri temsil ediyor. Özgür olması gerekiyor! Çünkü ancak o zaman temsil ettiği değerler de özgür olacak.” Elif “21. yüzyılda böylesi bir kavram kargaşası yaşamamız çok tuhaf ve rahatsız edici. Olayı dramatize etmek istemem ama gerçek şu ki: değer üreten birçok insanımızın yerin dibine sokulduğu; çalıp çırparak, yolsuzlukla yaşayanların ise göklere çıkarıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bizim ülkemiz ise bu paradokstan nasibini fazlasıyla alıyor. Fatih Hilmioğlu'na acilen özgürlük talebinde bulunuyorum. Onun gibi değere değer katan insanlarımız el üstünde tutulmalıdır.” ***
Yorumlardeniz günal
{ 19 Ocak 2013 13:48:11 }
Fatih Hilmioğlu'nun 22 Ekim 2011 tarihli savunması
Diğer Sayfalar: 1. o durumda bile kendini düşünmemiş. ANADOLU, zindana attığın kendi geleceğin, insanlığındır. "Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın Cumhuriyet Savcıları, Sizlere ve salondakilere saygılar sunarak konuşmama başlıyorum. Sayın Başkan, Savunmam ile ilgili konuşmama başlamadan önce izninizle son yaşanan Kâşif Kozinoğlu'nun ölüm olayına ilişkin olarak mesleğimin gerektirdiği sorumluluk nedeniyle bâzı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Sayın Başkan, Bundan önce yine mesleğimle ilgili olarak yapmış olduğum bir konuşmada son olarak tahliye olan ve kendisini ilk kez burada tanıdığım Mehmet Koral'ın bana göstermiş olduğu ve 20'ye ulaşan tansiyon değerlerini sayın hey'etinize göstermiş ve bu yükseklikteki tansiyon değerlerinin tıbbî açıdan iki sonucu olacağını, bunlardan birinin kâlb enfarktüsü, diğerinin ise beyin kanaması olduğunu ve her iki durumun da âni ölümle sonuçlanabileceğini ifâde etmiştim. Bu nedenle bu tür hastaların ilgili uzman doktorların olduğu bir merkezde birkaç haftalık tedavi ile tansiyonlarının kontrol altına alınması gerektiğini arz etmiştim. Bu konuda sizleri bilimsel olarak inandıramadım. Ancak ismini bile ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum Kâşif Kozinoğlu'nun, 20'ye ulaşan yüksek tansiyon sonucu enfarktüs geçirerek yaşamını kaybetmesi, bu konuda daha önce söylediklerimin tümüyle bilimsel bir gerçeğe dayandığını açıkça göstermektedir. Benzer şekilde "ölümcül kâlb ritim bozukluğu" olmasına rağmen ve cezaevinde ağır stres koşullarında olan bir başka hasta, Mehmet Haberal'dır. Mehmet Haberal'ın da bu koşullarda 'yüksek ölüm riski' taşıdığını söylemiştim. Ayrıca dünyânın en önemli tıp merkezlerinden biri olan Harvard Üniversitesi'nin Kardiyoloji Bölümü' nün bu konudaki bilimsel yayınını da göstermiştim. Harvard Üniversitesi'nin bu konudaki bilimsel yayınının da sayın hey'etinizce dikkate alınmadığını üzüntüyle görmekteyim. Bu bilimsel değerlendirme ve bilimsel yazıların doğruluğunun heyetinizce dikkate alınması için Mehmet Haberal'ın da âkıbetinin Kâşif Kozinoğlu gibi olması mı gerekir? Yine burada şâhit olduğum bir başka hasta Yusuf Erikel'dir. İlk kez burada tanıdığım ve sizlerin meslekdaşı da olan bu kişi, bir yıl boyunca şikâyetleri nedeniyle gittiği Silivri Devlet Hastânesi'nde grip vs. tanılarıyla geçiştirilmiş ve geniz tümörü 6-7 cm çapa, yâni bir portakal büyüklüğüne eriştikten ve sayın mahkemenizin huzurunda kan kustuktan sonra ancak tahliye olabilmiştir. Kanserde erken teşhisin tedavide ne denli hayat kurtarıcı olduğunu artık on yaşındaki çocuklar bile bilmektedir. Erken teşhis ve tedavi ile geniz kanserlerinde son derece iyi sonuçlar alınabilirken, Yusuf Erikel'in hastalığında teşhisin gecikmesi nedeniyle hastalık ilerleyerek vücudun diğer kısımlarına yayılmış ve bu nedenle Yusuf Erikel, bu şansını kaybetmiştir. Artık yaşam günleri sayılıdır. Normâl bir hukuk düzeninde bu durumun sorumluları tesbit edilir ve gereği yapılır. Ancak ben bugüne kadar bu konuda tek bir girişimin dahi yapıldığını duymadım. Ülkemizde yaşandığı iddia edilen ileri demokrasi bu mudur? Şâhit olduğum diğer bir kişi ise, ilk tutuklandığım da aynı koğuşu paylaştığımız Erol Manisalı'dır. Tutuklanmadan üç dört sene önce, üç kez beyin felci, üç kez de kâlb enfarktüsü geçiren hasta, ancak meme kanseri teşhisi konduktan sonra tahliye olabilmiştir. Şâhit olduğum diğer bir hasta ise ismini dahi ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum ve kendisini ilk kez, aynı gün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastânesi'nden Silivri Devlet Hastânesi'ne sevk edildiğimiz gün gördüğüm Levent Ersöz'dür. Tahliye olsa bile yılın on bir (11) ayını hastânede geçirecek ağırlıkta hastalıkları, bu yargılama sürecinde âkıbetinin ne olacağını bilmek için sanırım hekim olmaya gerek yoktur. Sayın Başkan, Bu dava sürecinde yaşanan hastalıklar ve ölümler, sanıklarda aslında bir yargılama sürecinde değil bir Rus ruleti sürecinde bulundukları izlenimi yaratmıştır. Sanıklar kendilerine ve diğer sanıklara sessizce ve derin bir endişe ile gözleriyle sormaktadır. Şimdi sıra kimdedir? - Ölümcül ritim bozukluğu olan Mehmet HABERAL'da mı? - Artık yatalak hâle gelmiş Levent ERSÖZ'de mi? - Kâlb damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle Hasan Atilla UĞUR'da mı? - Yoksa cezaevi koşullarında her biri 1000 ton stres yükü altında olan bir başka sanık da mı? - Kim bilir belki de sıra bendedir. Bütün bunları, - Bekleyerek göreceğiz, - Yaşayarak göreceğiz, - Ya da ölerek göreceğiz, Sonra da bütün bunlara adalet, diyeceğiz öyle mi? Adalet insanları öldürür mü Hâkim Beyler? Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın Cumhuriyet Savcıları, Lûtfen biraz düşününüz, bu dava sırasında - Onurlarına yediremeyerek intihar edenleri, - Onurlarına yediremeyerek hastalanıp ölenleri, - Ruh sağlığını kaybedenleri, - Beyin kanaması, kâlb enfarktüsü geçirenleri, - Kanser olanları, - Ölümü bekleyenleri ve ölenleri düşününüz. Ve yine yaratılan bu korku ikliminde meslekdaşlarımın hekimlik mesleğini korkmadan ve özgür bir şekilde yapamadıklarını düşününüz. Hekimlerin bu duruma gelmesinde hangi koşulların neden olduğunu düşününüz. Burada bulunan sanıklar arasında sanıyorum altı (6) hastâne ile en çok sayıda hastânede bulunan kişilerden biriyim. Yattığım bütün hastânelerde, meslekdaşlarımın yüzlerinde, gözlerinde, tutum ve davranışlarında ve hâttâ ses tonlarındaki korkuyu ve tedirginliği gördüm. Hangi hekim bu koşullar altında mesleğini lâyığı ile yapabilir ki. Belki de çok az bir kısmı... Bir tıp akademisyeni olarak söylemek isterim ki, Bu davalar çerçevesinde yargılanan sanıklarla ilgili hekimlerin kanaâtleri, hastânelerin hey'et raporları ve de özellikle Adlî Tıp Kurumu raporlarının bu korku iklimi altında bilimsel geçerliliği artık kalmamıştır. Artık bilimsel bir değer taşımayan bu kanaât ve raporların hukukî bir değer taşıdığını iddia etmek, hukukun bilimsel bir temele dayanmadığını iddia etmekle eş anlamlıdır. Sayın Başkan, Bilindiği üzere bir insan için en kutsal hak, "YAŞAM HAKKI"dır, "YAŞAMA HAKKI'dır. Ve bir insan için en yüce değer de "ÖZGÜRLÜK'tür". -Özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanların en kutsal hakkı olan "YAŞAMA HAKKI"nın meslekî karşılığı "hekimlik"tir. Bakınız bu konuyla ilgili olarak Amerika'da görev yapan dünyâ çapındaki Türk doktoru Prof. Dr. Mehmet Öz şöyle diyor: "En iyi hekim, hasta olan hekimdir. Çünkü en iyi empatiyi onlar yapar." - Öte yandan yine özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanlar için en yüce değer olan "ÖZGÜRLÜK"ün meslekî karşılığı ise "hâkimlik"tir. Bakınız, bu konuyla ilgili olarak hukukçu akademisyen Prof. Dr. Adnan Güriz, 'Hukuk Felsefesi' kitabında şöyle diyor: "Empati, yâni karar verenin kendisini karar verilen yerine koyması, hukukun etkinliği ve tarafsızlığı bakımından önem taşımaktadır". Sayın Başkan, Hiçbir somut delile dayanmadan ve tümüyle akıl ve mantıktan uzak, hayâlî suçlamalar nedeniyle otuz ayı aşkın bir süredir tutuklu olmam nedeniyle, ben yukarıdakilerden birisiyim. Birisi de sizlerin meslekdaşı olan iki profesörün söylediklerinden daha da öte şunu açıkça ifâde etmek isterim. "EMPATİ YAPAMAYANLAR, HEKİMLİK DE HÂKİMLİK DE YAPAMAZLAR, YAPMAMALIDIRLAR!" Eminim ki her iki profesör de, bu yargılama sürecinde yaşananlara şâhit olsalardı, benden farklı düşünmezlerdi. Sayın Başkan, Bu yargılama esnâsında sâdece sanıkların değil, sanık yakınlarının da beden ve ruh sağlıklarını nasıl kaybettiklerini gördüğümde veya bunları duyduğumda sanıkların beyin kanaması, kâlb enfarktüsü geçirmesine, kanser olmasına ve nihâyet ölümlerine şâhit olduğumda - İsyan ediyorum ve - Sâdece hekimliğimden değil, insanlığımdan da utanıyorum. Ancak benim tıbbî bilimsel açıklamalarımın, sayın hey'etinizce bir sivrinsek vızıltısı kadar bile dikkate alınmadığını görsem de, ben meslekî açıdan sorumluluğumun gereğini yapmaya devam edeceğim." Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu | Silivri Bîmarhânesi | 22.11.2011
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|