üzerinde seyahat ettiğimiz dünya denilen şu çamur parçası milyonlarca senedir bir dönme dolap gibi güneşin etrafında fırdolayı dönüp duruyor. belki de milyarlarca... tahayyül edilebilen bir noktadan kalkıp, belli bir zaman sonra aynen başladığı yere geliyor.
beş aşağı üç yukarı..
çok lazımmış gibi bu fırdolayı dönmenin titiz bir muhasebecisi gibi biz insanlar, kalem defter hesabını tutuyoruz. hatta en son altı saat bilmem kaç dakika ve şu kadar saniyesine kadar.
her seferinde o koskoca toprak parçasının güneş etrafındaki seyahatini sanki tamamlayamıyacakmış gibi bir de endiseye düşüyoruz.
öyle ya...
o zaman seyahat sona erdiği vakit bu şamata, bu sevinç, bu kutlama niye ?
hani bazı uçakların hava alanına inişlerinde böyle bir başarıya (!!!) bir türlü inanmak istemeyen ve pilotun bin seferdir yaptığı işi sanki bir mucize gerçekleştirmiş
gibi elleri patlarcasına alkışlayan uçak yolcuları gibi.
acaba, milyonda bir ihtimal dahi olsa, bizimkinin de bir dalgınlığına gelip bir pilotaj hatası yapmasını düşünebilir misiniz?
kutlamaların (eğer bu bir kutlama ise) nedenlerini düşünürken şu da akla yakın geliyor:
evrende, bir insanın ömründe yetmiş seksen kere görebileceği astronomik tek serüven bu olsa gerek.
çünkü ne bir kuyruklu yıldızın ziyaretine, ne bir pulsarın
bilmem kaç milyon sene sonra patlamasına ne de bir başka evrensel olaya, ne ömrümüz ne aklımız ne de hayal gücümüz yeterdi.
evren ya da evrende ki herhagi bir varlık, adına 31 aralık diye isim koyduğumuz o vakitte, açlığın, susuzluğun, sefaletin, cinayetlerin, haksızlıkların, kepazeliklerin
ve ahlaksızlıkların diz boyu olduğu bir yerde insan denilen yaratığın bütün bunlara rağmen deliler gibi eğlenip, hoplayıp zıplamalarına ve adına 1 ocak denilen bu yeni başlangıcın (!) sabahında, sersefil yataklarda, kaldırımlarda ve akla gelmeyecek yüzbin yerde sızıp kalmalarına, herhalde şaşkınlıkla bakakalırlardı.
ve sorarlardı “bunlar neyi kutluyor allasen? kutlayacak neleri kaldı ki?”
onbeşlerde, yirmilerde bilemedin otuzlarda, yukarlardan mavi gibi gözüken bir kürenin o ateş topunun etrafındaki her bir devri daiminde, bir yaş (!) daha alındı diye çılgınlar
gibi kutlamalar yapılırken, altmışlarda, yetmişlerde ve seksenlerde bu kutlamalar bu yaşlara nasıl gelinebilindiğinin hayreti ve şaşkınlığı içinde yapılıyor.
tencerelerin doğmasında, yeniden yeniden tekrarında davul zurna çalıp zil takıp oynuyoruz. ve fakat tencerelerin ölümünde tası tarağı yere vurup olana bitene bir türlü akıl erdirmek, inanmak bile istemiyoruz. (bu kısım bu yazıya ait değildir...)
halbuki şu çamur parçası biraz daha çabuk, biraz daha yavaş, biraz daha kısa, biraz daha uzun dönebilseydi, o döndüğü şeyin etrafında..
bir de halen ve herşeye karşın aklı başında bir kaç insanın kasıklarını tuta tuta güleceği bir başka olay:
halis fransız şampanyası ve sahte rus havyarı eşliğinde o meşhur 31 aralık gecesini kutlayan efendilerinin, sözü edilen o dünyanın bir dönüşünde servetlerinin nekadar arttığını, kafalarında yeşil yarım pilastik bir siperlik, gözlerde kalın siyah çerçeveli gözlükler, beyaz gömlek, siyah lastikli kolluklar ve binlerce kağıdın arasında hesaplamaya çalışan zavallılar.
ve kendilerini o paralarla evrenlerin sahipleri ile kıyaslamaya çalışan zavallı efendiler.
para saymasını bilmeyen, sayı saymasını bilmeyen, sene saymasını bilmeyen bir adem düşünün.
boşuna uğraşmayın...
düşünemessiniz.
her şeye rağmen... iyi seneler