Her yokuşun bir inişi olduğu gibi her inişin bir yokuşu mutlaka vardır. Bu konuyu her hangi bir olaya çekmek için söylemek istemiyorum. Bu gün belirli bir kesim halk güç sahibi, başka bir dönemde ise bir başka kesimin elindeydi bu erk. O dönemde de, bugün bu dönemde de güçlü insanlar ellerinde bulunan bu varlığı kullanabildiği müddetçe kendini hem güçlü hissetmekte hem de çevresinde bu gücün varlığına toplum itibar etmekte.
Bu güç ellerinden kaçtığı zaman zor durumlar yaşanmakta. Yakın zamana kadar bir medya patronu, iktidar sahiplerinin seçimlerde başarı sağlamasına katkıda bulunması hususunda kendinin etkili olduğuna inanmıştı.
Bu hakikatten güç alarak medya dışında bazı iş dallarında da bir çok avantajı kendi lehine çevirebilme kabiliyetini ortaya koyarken bazı iş çevreleri rahatsız olmuş, buna bağlı olarak medya patronunu hırpalamışlardı. Medya sahibi bey de elindeki bütün görsel ve yazılı basın sistemini devretmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu ülkede benimle beraber olanlar yaşar, olmayanların yaşama hakları bulunmaz gibi bir mantığın uygulandığı ortam, sonunda bir çok basın mensubunun demir parmaklıkların arkasına gitmesine neden olmuştu.
Bu gün hala davaları süren bu medya çalışanlarını, basın tarihi nasıl hatırlayacak merak etmekteyim. Basın ordusunda görev yapan çok arkadaşım kendi düşüncelerinden ziyade, güç sahiplerinin düşüncelerini kendi kelimeleri ile topluma yansıtmaya çalışmakta. Bu konularda toplumun her kesiminin sorumluluğu bulunmakta. Erk her zaman doğru yapar diye bir saplantımızın olmaması gerek. Hatta erk her zaman yalnış yapar diye bir önyargının da doğru olmadığına inanmaktayım.
İngiltere’de yayınlanan önemli bir gazetede son İsrail krizi konusunda Mısır devlet başkanının Ortadoğu’daki konumunu yükselen yerde göstermesine karşın, ülkemizi temsil eden Kasımpaşalının konumu kaybeden değer olarak tanıtılmakta. Bu durum nereden baksanız gerçeği yansıtmakta. Bölgede siyasi güç kaybeden Türkiye’nin Arap olmadığı ve Arapça konuşmadığı için konu kapsamının dışına itildiği bir gerçektir.
Avrupa Birliği ülkelerinin gözlüğü ile bakarsanız Türkiye Avrupalı olmak için öz benliğini yitirebilecek bir seri davranışlar içinde amma, Avrupalı olması mümkün görünmemekte. Ayrıca din bakımından Hristiyan kulübünde üye değil, müslüman amma Arap değil. Ne kadar büyük bir çelişki.
Bir tarihte eşimle Macaristan ‘a seyahat ettiğimizde Anna isimli çok güzel Türkçesi bulunan bir rehber kız, bizi şehir turuna başlattığında gittiğimiz ilk durak hayvanat bahçesinin girişinde bulunan Hösöktere ‘’Kahramanlar’’ meydanında bulunan Macar kahramanlarının heykellerinin bulunduğu yerdi. Rehberimiz, Hun akınları neticesinde yerleştikleri Macaristan’da Avrupalı devletlerin bu ırkı Şaman dinininden olmaları nedeniyle kabul etmediklerinden, liderlerini her fırsatta öldürdüklerinden bahsetmişti.
Haçlı seferlerinden bıkan Macarların sonunda pes ettiğini, Hristiyanlığı kabul ederek Avrupa’da tutunacak bir dal bulduklarını ifade etmişti. Bugün bizim Avrupa’daki durumumuzu izah eden bir örnek olduğunu düşünmekteyim. Biz aynı zamanda Şaman dininden Müslümanlığa geçmiş, Arap olmayan bir ırkız. Ne müslümaların arasında yerimiz mevcut, ne de Avrupalı hristiyan kulübüne üye değiliz.
Amerika Başkanı Obama’nın tarihsel ilgisi olmasından kaynaklanan Myanmar’a yardım toplayıp, nereye gittiği belli olamayan bir Deniz Feneri macerasına doğru yola çıkan ianelerin takibi için yapılan seyahatler de ilginçtir.
Şimdi bir oraya bir buraya koşturarak tribünde kendimize bir yer bulma çabası içindeyiz. Bir Endonezya’ya gidip müslümanlar arasında yerimizi aramaktayız, bir Almanya’ya gidip maç izlemekteyiz.
Bu bir apaçık gerçek, Arapça konuşmayan bir müslümanın, bu Ortadoğu kulübünde yeri yok, hristiyan olmayan bir ülkenin Avrupa Birliğinde de yeri yok. Tarihsel bir gerçek tekrarlanmakta. Macarların 1400’lü senelerde Avrupa’nın içinden dışlanan Şaman dinli ırk olması gibi bir durum .
Sonumuzu iki cami arasında bi-namaz gibi anlatsam diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.