|
|
Bir Ege Masalı: Tuğba GerKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | 27 Kasım 2012 00:13:06 "Gel yar senin ile bir kavl edelim/ Kavilden karardan dönmemesine/ İkimiz bir dala yuva yapalım/ Başka daldan dala konmamasına..." Uzunca süredir Moğol istilalarından buyana en büyük yağmayla karşı karşıya kalan Anadolu coğrafyasına adeta ağıt yakarcasına bu yağmanın kayıtlarını tutuyoruz. Oysa yaşamla kavlimiz bu değildi. Her taşının, ağacının, kuşunun ama hepsinden öte bu coğrafyada yaşadıkça toprağı süren, üzümü sıkan, yünü ve demiri işleyen ama illa ki âşık olan insanın öyküsünü yazacaktık.
GÖLGESİNİN SATILAMADIĞI AĞACIN COĞRAFYADAN SİLİNDİĞİ GÜNLER “İşte bizim coğrafyamız, insanımız” diyebileceğimiz sabahlara uyanıp, heybeden avuçla alınıp gökyüzüne serpilmiş gibi Toroslar’ın başında ışıldayan yıldızlı boşluğun altında uykuya daldığımız günleri birbirine ulayıp dururken, gölgesinin satılamadığı ağacın coğrafyadan silindiği günlere geldik… Işık hızıyla geçilen günlerin toz dumanı arasında hep ayaklarımızın altında duran ama dönüp atkısına, çözgüsüne bakmadığımız bin yıllık Barak kilimleri gibi halk kültürünün en köklü taşıyıcısı olan türküleri ıskalayıp durduğumuz günler. Gerçek bir tevazu anıtı gibi yaşayan ve bir süre önce yitirdiğimiz ozan Neşet Ertaş’ın cenazesinin arkasında bile ‘iktidar’ hırsı devşirme çabasına girenlerin yaşadığı günler… ‘TÜRKÜ ANA’SI ÖLÜNCE KENDİNİ ÖKSÜZ HİSSETMEYENLER Mesela bu topraklardan bir Zehra Bilir geçti. O’na ‘türkü ana’ benzetmesini yapan bu halkın çocukları, 28 Haziran 2007’de bir huzurevinde yaşamını yitirdiğinde, türküler dışında pek de öksüz kaldığını hisseden olmadı. Her türlü değerin un ufak edilerek ‘zamane’ değirmeninde öğütüldüğü bu dönemde, popstar yarışmalarında yaldızlananarak gözümüze sokulan, ardından da silik bir yalnızlığın içine itilen ve hep trajik öykülerle son bulan hayatların peşinden gidiliyordu. Ancak gündelik hayatın içinde varlığını sürdüren gerçek hikâye anlatıcılarının dilinde bugüne ulaşan köklü kültürün yeterince özümsenememiş olması üzerine fazlasıyla düşünmemiz gereken temel meselelerimizden biridir. Bugün yalnızca bir televizyon yarışması ağzıyla “performans” sözcüğüne indirgenen türkülerin kolektif belleğimizde kapsadığı alan sanılandan çok daha önemlidir. Nazım Hikmet, Memleketimi Seviyorum başlıklı şiirinde “Erzurum’un yaylalarını yalnız türkülerden tanıyorum” dizesiyle bu önemin altını çizer aslında. YIKIMIN ORTASINDA KALAN RUHLARIN SIĞINAĞI OZANLAR Kopuz’dan tar’a, curadan bağlamaya, sipsiden kavala zengin bir çeşitliliğin eşlik ettiği anlatı geleneğinin o ışıklı yolunda yürüyenlerin de olduğu hissi, insanda bu coğrafyadan umut kesilmeyeceği duygusunu güçlendiriyor. Gündelik telaşın, yıkımların, sarsıcı ve iç burkan gündemimizin tam ortasında herkesin ruhunu dinlendirdiği, kimi zaman sağalttığı mekânlar ve insanlar vardır. Kimi zaman bir dost, kimi zaman bir sevgili, bazen de ulu bir meşe ağacının dalları. Çoğunlukla da bir ozanın sazı ve sözü. Benim ozanlarımın arasına uzun süredir biri daha eklendi; Tuğba Ger… Tuğba Ger adını ve muhteşem sesini ilk duyduğumdan buyana, sazı ve sözüyle Anadolu’nun o derin anlam ırmağından taşıyıp getirdiği serin buğu ile ruhumu dinlendirdiğim ozanlardan biri oldu. Kimi zaman da içli Ege türküleriyle bu topraklara yanmayı öğrendik. ERKEK TAVRIYLA TÜRKÜ SÖYLEYEN KADINLARA RAĞMEN TUĞBA GER Her ölüm gibi erkenden aramızdan ayrılan büyük usta Özay Gönlüm’ün topraklarında, Denizli’de müzik yolculuğuna başlayan Tuğba Ger, özgün yorumu, üslubu ve bağlamayı ‘dövmeyen’ ustalığıyla Özay Gönlüm’ün mirasını da sahipleniyor. TRT İzmir Radyosu’nda Türk Halk Müziği Sanatçısı olarak görevini sürdüren Tuğba Ger, genç yaşına rağmen birçok klasik ve zor türküyü yeni kuşaklara sevdiren üslubuyla dikkat çekiyor. Her kadın solistin birbirine benzediği, erkek tavrıyla türkü söylemenin o tektipleştirici ortamında kadın sesinin türkülerle nasıl da güzel örtüştüğünün canlı kanıtı gibi duran Tuğba Ger’in Konya havalarından Yozgat tavrına, Selanik türkülerinden Teke yöresine uzanan zenginlikteki yorumculuğu bu topraklar müthiş bir şans. HÜZÜNDE VE COŞKUDA BULUŞMAK Konya yöresinden “Vay bana vaylar bana” da Bedia Akartürk, “Sobalarında kuru da meşe yanıyor Efem” i söylerken Özay Gönlüm, “Haydar Haydar”ı çalıp söylerken Ali Ekber Çiçek. Tuğba Ger’in sazı ve sözüyle dinlemeye doyulmayan “Yağar yağmur yer yaş olur, Ümmü kızın türküsü, Sürmelim, Ne yokuşmuş Cavurasar’ın yolları” gibi her biri insanın içine işleyen Ege türkülerini de, “Serenler Zeybeği, Şu Dirmil’in Çalgısı, Goca çamın gürlemesi dal ilen” gibi Teke Yöresinin hareketli ezgilerini de aynı ustalıkla yorumluyor. Bir başka deyişle hüzünde ve coşkuda aynı duyarlıkla buluşabilen bir yorumcu, Tuğba Ger. İKİMİZ BİR DALA YUVA YAPALIM, BAŞKA DALDAN DALA KONMAMASINA Uzun ve zor bir Selanik türküsü olan “Ayağına giymiş sedef nalını” Tuğba Ger’in sazı ve yorumuyla dünü yarına bağlayan bir halk ezgisi olma kimliğini korurken, Hamdi Tüfekçi’nin hepimizin içine işleyen “Sabahınan esen seher yeli mi” türküsüyle Anadolu’nun ruhuna dokunuyor: Gel yar senin ile bir kavl edelim“İkimiz bir dala yuva yapalım, başka daldan dala konmamasına” kavli, bugünün içtenlik yangınına dökülen su gibi hepimizi bütünüyle kavrayan sözler. Her fırsatta ait olmakla övündüğümüz ama her zaman hakkını yediğimiz geleneğin mührünü taşıyan sözler. Başta da sözünü ettiğim gibi, içinden geçtiğimiz yakıcı günlerde gerçek değerlerimizin ortaya çıkarılması ve daha görünür olmasına yönelik kişisel çabalarımızı hep ertelemek durumunda kalıyoruz. Unutma odasına dönüştürülen ülkemin güzel insanlarıyla bir çeşit dertleşme molası. Bizi bize anlatma çabası. YARINLAR İÇİN UMUDUMUZU BESLEYEN BİR EGE MASALI Her türlü değerin alınıp satılabilen bir metaya dönüştürülerek o devasa pazarda sürüklendiği bu dönemde tutunacağımız gerçek dalların yine derin köklerimizde saklı olduğu duygusunu besleyen, gerçek ozanlarımızın sözünü yaşatma çabasını büyük bir tevazu ile sürdüren Tuğba Ger, gelenekle modern arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini de gösteriyor bize. Dünün anlamını yorumuyla bugüne, bugünkü yüreklere taşıyan sımsıcak, samimi bu Ege kızı, bu toprakların yarını için umudumuzu besliyor. Varlığı ve eylemiyle masallarını giderek yitiren çocuklarımıza anlatabileceğimiz bir Ege masalı. O’na çok yakışan Özay Gönlüm’ün derlediği bir türküyle bitirelim: Dumanı da vardır şu dağların başında/ Gönlüm galdı toprağında taşında/ Bir ben değil, cümle alemin başında/ İmanım dağlar, gitti yarim gelmedi/ Gudurası çaylar bi yudum su vermedi İmanım dağlar, Bozdoğan’ın söğüdü/ Çok verdiler Ben dutamadım öğüdü… Yusuf Yavuz
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|