Ağaca benzer insan. Çekirdek misali düşer anne karnına. Önce orada filizlenir, küçük bir insan görünümünü alır. Her geçen gün büyür ve güçlenir. Dışarıdaki dünyanın zor şartlarına dayanabileceği olgunluğa geldiğinde atar kendini dışarıya. Toprak altından fışkıran taze filiz gibi neşe katar hayata. Ne dokunmaya kıyabilirsin ne bakmaya.
Güneşini kesmek istemezsin. Korkarsın onu soldurmaktan. O bir baharda doğmuştur; önünde dayanması gereken susuz bir yaz, soğuk bir kış var. Susuz yazda beklemezsin suyunu bulmasını, kışın korumak istersin onu. İlkyazını ve ilk kışını sağlam geçirdiyse artık korkmazsın ona zarar gelecek diye. Doğa ona zarar vermeyecektir artık, insanların zulmünden korumak kalır sadece.
İnsanın bebeklik dönemi; filizin ilk kışı ve ilkyazı gibidir. Suyu bekleyen fidana nasıl kıyamaz da su verirsek, anne de bebeğine sütünü esirgemeden verir. Kar altında donmasın diye korursun ya fidanı anne de sarar, beler bebeğini. Bebekliğini sağlıklı yaşayan bir insana artık doğa zarar veremeyecektir. Geriye kalan tek şey tıpkı filizde olduğu gibi insanların zulmünden korumaktır onu.
Filiz bir yandan kök salar derinlere; suyunu bulmak için. Bir yandan boy atar güneşini almak için. Bebek de tıpkı filiz gibi boy atar, gelişir. Bebeğin kökleri kalbindedir. Her geçen gün daha sıkı bağlanır hayata. Kalbiyle önce annesini sonra babasını sarar. Onlar sevgisiyle beslerler bebeklerini. Ailesinden ayrılan bir bebek kökleri kesilmiş bir fidan gibi solmaya başlar. İnsanın bebekliğini ve ilk çocukluk dönemini ailesiyle geçirmesi, taze fidanın korunaklı bir bahçede büyümesi gibidir. Korunaklı bahçesinde fidanı kimse kıramaz, üstüne basıp solduramaz. İnsanın ailesi de korunaklı bahçesidir. Ezilmeyeceği ve solmayacağı yegâne korunağıdır.
Filizin dalsız, budaksız, genç görüntüsü insanların zulmünü üstüne çekmeye başlayacaktır. Pürüzsüz görüntüsü bir çobana değnek diye kesilmesine sebep olabilir. Büyüyüp meyveler vermesine izin verilmeyebilir. Doğada tek başına kalmış bir fidanı çobana değnek yapabilirler ama kimse bahçesindeki fidanı değnek niyetine kesmez. Genç bir delikanlı da tıpkı fidan gibi kesilip bir hiç uğruna yok edilebilir. Çoban kesmeyip de korusaydı fidanı belki de yıllar boyu meyvesini onun nesilleri yiyecekti. Değnek yaptığı o fidanı kim bilir hangi çeşme başında unutacak. Hangi çeşme başında başka bir çoban ateşinde yanacak. Delikanlılar da bu fidan gibi harcanmıyor mu? Korumasız kalan bu delikanlılar, zalimlere değnek olmuyor mu? Bir çeşme başında, bir çoban ateşinde küle dönmüyor mu?
Çeşme başında bulduğu yeni kesilmiş bir fidanı oracıkta, su kenarına saplayıp onu hayata döndüren çobanlar da var neyse ki. Onlar da olmasaydı; her çeşmenin başında, gölgesinde serinlediğimiz ağaçlar olur muydu? Zulmeden insanlar kadar şefkatli insanlar da var neyse ki. Evinden koparılmış nice delikanlıların, tekrar hayata tutunmasını sağlayan insanlar da var..
Çeşme başındaki, ev önündeki ya da köy meydanındaki genç fidanların ulu çınarlara dönüşmesi için; uzun yıllar geçecek. Kar altındaki kıştan, susuz geçen yazdan ve zalim çobanların bıçağından kurtulabilirlerse; saygı duyulan, herkes tarafından korunan, ölmesinden korkulan ulu bir çınar olacaklar.
Taze filiz misali insan; ulu çınar gibi saygı duyulan, korunan, kollanan ve öleceğinden korkulan bir çınar olabilmek için; önce bedenen, sonra ruhen gelişecek. Yaşanmışlıkları ve bilgisiyle saygı duyulan bir çınar olacak. Genişleyen ailesi, sevdikleriyle hayata daha da sıkı tutunacak.
Nasıl ki asırlık bir çınarı kimse koparıp da atamazsa bir kenara; hayata sıkı sıkı tutunan insanı da kimse koparıp atamaz bir yana.
Utku H. Yoldaş