![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
KE(N)Dİ(LER)İMİZ
![]() ![]() Peki kedisiz bir ev, bir sokak, bir cadde, bir bulvar, bir meydan, bir köy, bir kasaba, bir kent, bir ülke düşünebilir miyiz ? Elbette düşünemeyiz. Kedisiz olabilemez rahat dünyalarımız farelerle kapı komşusu yalnızlık okyanuslarında bizbize. Bu mesele tartışılabilir ama şu artık tartışılamaz : Martta kediler isyan edecekler, aklınızda bulunsun, elinizi zehirinizden çekmezseniz yandınız saman gibi İstanbul’da Nişantaşı’nda veya mezar taşınızda. Evet yandınız ! Çünkü kediler kimi ne yapacaklarını biliyorlar, eli zehirde olanlar yandığınızın resmidir. Evet resmidir. Füsün Ürkün resim yapar. Yapıyor. Yapacak. Kapı. Pencere. Perde (dantel olmalı lütfen). Anahtarlar asılı duvarda. Manzaralar. Kafesler, boş çünkü kapıları açık ve kuşları çoktan özgürlüğüne kavuşmuş en canlı ve en renkli Doğa Ana’nın kucağında kafesler. Ve kedi(ler). Kediler ki ana va ablalarımızın hüzün kokulu ve dantel dokulu oturma odalarını merkez seçer, dantel perdeleri aralar, görünen veya görünmeyen manzaralara, dünyalara seyirlere dalar. Kadınlar iç dünyalarıyla içli dışlı bakakalırlar pencerelerden : Anahtarlar içeride mi dışarıda mı asılı ? Kadın, kedi, kelebek. Pencerelerden içre. Farzedinki Kayseri’desiniz ya da Nevşehir’de ya da Ergani’de, Tokat’ta, Uşak’ta ... Anadolu bu, kasabası, kasabasımsı kenti ve kentleri eksik olmaz. Kasabada sıkıntı da eksik olmaz. Ama ke(n)dilerimiz bilirlerki pencelerden seyir mümkündür. Hele perdeli pencerelerin önünden veya arkasından. Hele güneş de sözünde durmuş ve penceremize de vurmuşsa. Mırrrr ... mırrr ... www.yiyorum.buyuyorum.com sitesinin kurucusu ve yöneticisi Zümrüt Özkan’la yaptığı içten, kadın kadına ve gizlisiz saklısız söyleşisinde (okumalısınız mutlaka) Füsun Ürkün « Hayatı bir sözcükle nasıl tanımlarsınız ? » sorusuna çekincesiz « Hayat eşittir pencereler » « Hayat : Pencereler » yanıtını veriyor. « Kadın » için ise « Kadın : Mücadele » yanıtını ekliyor. Kanımca mesele böylece anlatılmış ve kedilerin önemi de vurgulanmış oluyor, bu iki yanıtta kedi lafı geçmese bile. Artık Arif olan anlar. Abidin olan da. Paris’te yıllar önce tıkır tıkır dikiş makinalarının tınlamalarının, binbir dilin ve küfürün duyulduğu, ter ve emek yüklü, akşam saatlerinde bıyık ve sakal kalabalığının doldurduğu, gecenin geç saatlerinde kedilere, ana-avrat sarhoşlara, yosmalara, rüküşlere, travestilere, eşcinsellere ve yertsiz yurtsuzlara teslim bu sokakta, République (Cumhuriyet) Meydanı’na iki adımlık bu sokakta, Faruk Tepe « Galerie d’Art Perles Rouge »u açarak bir anlamda öncülük yaptı denebilir. Kısa zamanda çünkü birbirini izleyen ondan fazla sanat galerisi, café, şık ve bir parça da şok lokantalarla bu sokak Paris’in yeni kültür ve « hareket-bereket », kâr ve zarar merkezine dönüverdi. Dönüveriyor. (Bir dakika başka bir şey yazmadan bir parantez açıp, açtım, bir noktaya dikkatinizi çekmek ve Faruk’un şıklığına değinmek istiyorum : İyi Fransızca bilenler, aman eksik olmasınlar, hele iyi saatte olanlar hemen atlayıp « Yahu Perles madem çoğul rouge neden tekil » diyebilirler. Oturrrr ! Evet çok bilmişler oturun oturduğunuz yerde, ne yani fikrinizi soran mı oldu ? Olmadı. Niksar, Sürmene, Fatsa, Ordu ve Karadeniz çocuğu Faruk’tur bu, özel tarihinin şimdilik en uzun dönemini burada yaşamıştır ve neresinden bakarsak bakalım kırk yıldan fazla pariziyenliği vardır, burada « kızıl » demek istemiştir « kızıllar » yerine. Mutlaka bir bildiği olmalı ve bunun esbab-ı mucibesinin sorulmaması da kibarlık gereği tavsiye edilir. Şimdi parantezi kapayabilirim. Kapatıyorum ! ) Kapattım. ![]() Evet bu sokak eskiden, çok eskiden değil diyelim beş veya altı yıl öncesine kadar, Paris’in dokuma atölyeleriyle dopdolu, beş katta on atölye, bir binada koskocaman bir fabrika trak trak çalışan, günün belli saatlerinde bir otomobilin geçmesi değil adım atmanızın bile olimpiyat rekoru sayıldığı epey yüklü ve belalı bir sokaktı. Başkentin merkezinde, İş Müfettişliği binasına bilemedin beş adımlık mesafede, al sana dokuma sanayinin kaçak işçilerle tıka basa doldurulmuş atölyeleri. Küreselleşmeyle birlikte dokuma atölyeleri ötelere gönderildi, ter ve emek izleri özenle silindi. Bıyık ve sakallar yine özenle ve sıkı bir titizlikle dibinden en dibinden kesildi. Paris, Yeryüzü’nün en yaşlı kızı, bundan daha yüz kırk yıl kadar önce Komünarların taze ekmek, keçi peyniri, sucuk, konspirasyon ve barut kokan gizli ama yine de bilinen toplantılarına mekanlık yapmış eski ve tarihi yüzlerle dolu atölyelerini yeniden devinime soktu : Al sana sanat galerisi, kahve (café diye yazılır buralarda ama aldırmayın aslı astarı « kahva »dan gelir Yemen’e gitmez !), lokanta, börekçi, çörekci. Ne istersen al yeter ki al ! Bu dünyada her şey değişebilir ama bir tek Paris değişmez. O çünkü tarihin belasına uğramış, düzenin sillesini yemiştir : Paris evet hep Paris olarak kalacaktır. K büyük harfle Kitap’a aynen böyle yazılmıştır. Olsun. Kayseri, Nevşehir, İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Konya, Uşak, Afyon, Mersin, Antakya ve Ergani burada buluşacaktır. Bu da böylesine bir küreselleşmedir. Bu da buna bizim cevabımızdır. En derininden. Sıkı tarafından. Çokdilli, çoksesli, çokkültürlü. Dönerin d’sini duymamış yeni tür Fransız proleterleri şimdi « kebab »tan başkasını yemiyor öğlen saatlerinde. Aramızda kalsın döner Paris’e gelmeseydi Paris’te kesinlikle ihtilal olurdu. Bu fiyata çünkü bu kadar et başka hiç bir lokantada bulunamazdı. Tebessüm de cabası. İhtilal bu kentte, başkentte, belki bir perşembe öğleden sonra ama mutlaka aperetif saatinden önce olacaktır. Olunca haber veririm ( !!!) Evet bu sokakta işte şimdi sergiler açılıyor ve birkaç galeride birden düzenlenen sergi açılışlarında sokakta bir nümayiş havası da esiyor. Harbiden bir nümayiş havası aynen. Eski zamanlara böylesine de selam göndermek mümkün çünkü. ![]() O an orada çok konuştuk az dinledik. İsimler andık. Dostlarımızın kulaklarını çınlattık. Bizim kulaklarımız da çınladı. Aynı gün aynı saatlerde İstanbul’da Artisan Sanat Galerisi’nde Bizim Remzi’nin, Remzi Raşa’nın resim sergisinin açılışının yapılıyor olması da herhalde bir rastlantı değil. İşte zamanın ve gününün cilvesi ve anlamı biraz da bu : İstanbul ve Ankara Paris’e gelirken Paris İstanbul’a taşınıyor. Herkes kendi tablolarıyla. Kediler bizimle. Ayrılırken galeriden kapının hemen solundaki tablolardan birine yeniden baktım, işte tam o sırada olanlar oldu : Yer sarsıldı, sokak gitti geldi gitti geldi, duvar bir yaklaştı bir uzaklaştı, bir uzaklaştı bir yaklaştı, tabloların çerçeveleri titredi genişledi büyüdü, tablolar canlandı kardeşlerim, kedilerden biri perdeyi, dantel perdeyi, yumuşakça araladı, iyice araladı, sonra pencereyi açtı ve mıyavlayarak sıçradı omuzuma, sarıldı sarmaladı ve kibarca sol yanağımı yaladı : İstanbul, Ankara, İzmir, Kayseri, Nevşehir, Diyarbakır, Ergani kedilerinden biri artık omuzumda. Paris’te şimdi onunla dolaşıyorum : Artık üşümüyorum, kimseler görmüyor ke(n)dimi, ama ben biliyorum ve buraya da yazıyorum sol omuzumda sol yumruğu sıkılı ve kesin kararlı bir ke(n)dim var. Alo alo İstanbul ... Nişantaşı ... hoşgörü başkenti beni duyuyor musun ? Martta kediler isyanda haberin olsun. Marta şurada ne kaldı ki ! Zehirini istersen kendine sakla. Zehirini en iyisi yok et. Yeni yıl barış ve mutluluk yılı olsun. Kuşlara ve kedilere, kelebeklere ve kadınlara özgürlük yılı. Yoksa yandığının resmidir. Evet resmidir. NOT : Füsun Ürkün « dünyasına » en hızlı « yolculuk » için fırsatı kaçırmayın ve hemen Metacafe sitesine atlayın, « Füsun Ürkün Resimleri » videosunu izleyin, Erik Satie’nin mistik ve dingin müziği eşliğinde.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |