Türk Sanat musiki konusunda kendimi fazla yetenekli saymamaktayım. Dinleyici olarak çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da Caddebostan Kültür Merkezinde küçük bir odaya sıkışan saz heyeti, hanendeler ile Türk Sanat Musikisi çalışan amatör insanları saygı ile seyrettim. Çalıştıkları mekanı görseniz üzülürsünüz. Bu kadar büyük tarihi olan sanat musikisinin bu kadar dar bir mekana sıkışmaması gerektiğini düşünmekteyim. Başka bir ülkeden gelen Jennifer Lopez isimli şarkıcı için bir başka mekanda ayrılan yere baktım, çok utandığımı açıkca ifade edebilirim.
Çok kıymetli bir bestekarın çalıştırdığı bu amatör Türk Sanat Musikisi topluluğunun önünde saygı ile eğilirim. Bu musiki dalına verdikleri hizmetin kıymetini bizler bilemez isek gelecek nesiller bizi sorumlu tutar. Bu mekana, bu değerli bestekar ile tanışma isteğim için gittim. Son derece saygın bir kişiliği olduğu yüzünden okunmaktaydı. Topluluk çalışmalarında Hüzzam makamı işlenmekteydi. Hüzzam makamı Türk sanat musikisinde çok müstesna bir yerdedir. Duygu yüklü kelimelerin yoğun kullanıldığı bir makamdır.
Segah perdesinde karar kılan bir makamdır. Söylenen odur ki, 16. yüzyılda bestekar Gazi Giray Han, Hüzzam makamının ilk tarifini vermiş, hatta bu makamda bir peşrev eseri bile bulunmaktadır. Genelde güçlü bir Neva açılarak girilen bu makamda, Neva hem güçlüdür, hem çeşni olarak seyir eder. Segah ile Gerdaniye arasındaki seyirler bu makamın işleyişini belirler. Buselik makamın içinde de seyir etmesi bu makamın çok zengin görünüşündendir. Klasik Türk Sanat musikisi makamlarının tarihi çizelgesinde Türk ve Klasik kelimeleri bir biri ile çelişse de Osmanlı döneminde üzerinde çok işlenen ve eserler verilen bir musiki dalıdır.
Osmanlı tarihinde sarayda bile bu musikiye ilgi ve icraatın çok yaygınlaşmış olduğunu görmekteyiz. Farabi’den başlayan ve Timur’un 1405 de ölümüne kadar geçen dönem içinde bir oluşum dönemini geçirdiği kabul edilir. Yavuz Sultan Selim Han’ın tahta çıktığı tarihe kadar olan dönemde bu musikinin bir gelişim geçirdiğini söylerler. Sultan Selim’in Mevlevihanelerin faaliyetlerini teşvik etmesi, Tekkeler ve Dergahların İstanbul’da yayılması zamanına rastlıyan yüz yılda, buraya gidenlerin askerlikten muaf olmaları nedeniyle, çeşitli tarikathanelere rağbetin artmış olduğunu görmekteyiz.
Bu nedenle makamlar, güfteler, besteler, bestekarlar, hanendelerin çoğalması bu dönemlere rastlar. Enderun, bir başka deyişle Saray Okulu, bu musikiye özel ilgi gösterir ve önemli kişilerin yetişmesine sebep olur. Yüzlerce eser bu dönemlerde verilir. Kaç-göç devrinde yaşanan olayların, bilinmeyen bir çok hastalıkların insanların yaşamlarını olumsuz etkilediği yıllarda, ortalama ömrün 50 yaş olarak görüldüğü tarihlerde, duygulu insanların hislerini kelimelere dökerek, besteler oluşturmalarında bestekarların, Hüzzam makamını sıklıkla kullandığını görmekteyiz.
Bu eserler içinde çok sevdiğim bestekarlar ve verdikleri çok değerli besteler bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi ‘’ Rehi Aşkınla edüp Kaddimi Kütah Gönül ‘’
İsmail Dede Efendi’nin bu eserini bir çok ses sanatcısından dinledim. Her sanatçının okuyuş tarzı değişik olduğundan, kalıp içinde değerlendirmek zor olmaktaydı. Bu makamın en tipik şarkısı ise Şayeste Hanımın güftesini yazmış olduğu ve Muzaffer İlkar beyin Curcuna usulünde Hüzzam makamında bestelediği şu güzel eserdir. Sizin de beğeneceğinizi düşünmekteyim:
Kalbime Koy Başını Doktor Nabzımı Bırak Gülen Gözüme Değil Ağlayan Gönlüme Bak Bir An Yaşa Ruhumda Gör Çaresi Ne Uzak Gülen Gözüme Değil Ağlayan Gönlüme Bak
Bu gün gazetelerde çok uzaktan okunmuş bir gazel gözüme çarptı. Başefendi bir Üniversitenin açılış konuşması sırasında : ‘’Başımız Eğikti Bu Hüznümüzden’’ diye Endonezya dönüşü beyanat vermiş.
Aslında hafızalarınızı yoklarsanız her 10 Kasım günü Atatürk’ü anmaktansa her nedense, Başefendi mühim bir seyahate gider, ya Endonezya’dadır, yahutta tanrının unuttuğu Myanmar’a resmi bir ziyarete gider. Daha sonra ülkeye dönünce başı eğik olur, Hüzzam misali, diye bir sözüm geldi söyledim Hem Nalına Hem Mıhına.