Ülkemin her bir köşesinde binlerce yıllık tarihin yattığını, insan gezerek görerek yaşamakta. 1963 senesinde Ereğli Demir Çelik fabrikalarının kuruluşunda bir kaç arkadaşımla staj yapmaya gitmiştim. Serde gençlik ve delikanlılık vardı. Yaz tatili içinde staj yapıp, aynı zamanda para kazanmayı hedeflemiştik. Beş arkadaş bu müstesna beldeye Ankara'dan uzun bir seyahat ile ulaşmıştık.
Düzce`ye gelmek dört saatimizi almıştı. Oradan da burunlu bir köy otobüsü ile üç saate yakın bir zamanda Karadeniz Ereğli’sine vasıl olduk. Toz toprak içinde indiğimiz otelde ilk düşüncemiz, temizlenmek için yıkanmaktı. Ertesi gün, kasabada inşaa halinde olan fabrikanın lojmanlarının bulunduğu yerde tahsis edilen yatakhaneye yerleşmek için koşturduk. Her gün tozlar içinde çalışmak bizi yormaktaydı, fakat böyle büyük bir tesisin temelinde ter dökmenin bizim için ayrıcalık olduğunun bilincindeydik.
Fabrika arazisinin bir köşesinde her gün iki defa gelip giden iki motorlu bir uçak için kısa bir pist vardı. Pistin hemen önünde denize girdiğimiz plaj, bizim için bir can simidi idi. Her gün toz toprak içinden çıkıp, doğru bu plaja gider, denize girip, üzerimizdeki tozdan arınırdık. Ya da arındığımızı zannederdik. Hatta bir kaç hafta sonra her akşam üstü gelen uçağın pilotuna rica edip Ankara seferine bizi almasını ve ertesi sabah geri dönüş seferinde tekrar geri getirmesi için rica bile etmiştik.
Ankara’ya geldiğimizde doğru Marmara Hamamına gidip, kirden arınmak için kese yaptırıp, bir güzel uyku çektiğimizi hatırlarım. Üç ay gibi kısa bir zaman sürecinde unutulmayacak öyle hatıralarımız vardı ki, hatta bir seferinde azgın Karadeniz dalgaları içinde yüzme bilmeyen ve boğulması an meselesi olan bir polisi kurtarmıştım. Teşekkür etmek için bana bir örgü kravat hediye etmişti. Bu kravatı hala saklarım. Yörede geçirdiğim üç ay içinde günlük çalışma dışında yörenin tarihi hakkında araştırma yapmamıştım.
Geçtiğimiz bayramın ilk gününü bu şirin Karadeniz kasabasında geçirdim. Aslında Karadeniz Ereğli’sinin M.Ö. 2500 yılına dayanan bir tarihi olduğunu çok sonraları okumuştum. Bu yörenin insanlarının Truva savaşlarında savaşan halk olduğu söylenir. Ereğli ismi Herakles’ten gelmektedir. Grek mitolojisinde cehennem kapısında bekleyen ÜÇ BAŞLI canavar köpek Kerberos’un yakalanmasını sağlayan da Herakles’tir. Bu yörede Cehennem Ağzı Mağaraları, ölüler ülkesi tanrısı Hades’in ülkesine giriş yollarından birisine bağlı olduğundan, buraya giriş ve çıkış yollarını Hades kontrol eder.
Hatta ilk hiristiyanlık dönemine kadar insanların ibadet yeri olarak mağaraları seçmeleri bu yöre için de geçerlidir. Antikçağda kehanet merkezlerinden biridir mağaralar. Herakles’in Kerberos ‘u yakalaması ve etkisiz hale getirmesinden sonra, yörenin adı Heracleia Pontika adı ile anılır. Bu olay aynı zamanda Anadolu’da bulunan başka antik kentlerde de coşku ile kutlanır hale gelir. Erken hristiyanlık döneminde mağaralarda ibadet yapılması, Roma baskısından kaçış olarak kabul edilir. Hatta Anadolu’da bu izleri Göreme’de de bulmamız mümkündür.
Roma İmparator’u Trainaus döneminde Bitinya valisi olak görev yapan Plinius İmparator’a gonderdiği mektupta Heracleia Pontika’da hristiyanlık hareketinden bahsettiği söylenir. Yuhanna İnciline göre 12 havariden bir tanesi, belkide ilk havarisi Aziz Andreaos’un bu yörede görev yaptığı dönemde, Herakles ‘in üç başlı canavar köpek, Kerberos’un yakalaması kutlanmasının durdurulmadığı rivayet olunur.
Ülkemde ne kadar güzel hikayeler olduğunu, içinde yaşadığımız hayat içinde yeterince değerlendiremediğimizi düşünmekteyim. Bundan öte, güncel yaşadığımız hayat içinde ise sadece antik 3 başlı canavar köpek Kerberos değil, yaşamımızın içinde 2 başlılık bile sergilenmekte. Ulusal Bayram kutlanmalarının engellenmesi krizinin aşılmasında meydana gelen İKİ başlılığın, toplumu germekte olduğunu, Anıtkabir’e yürüyen halkın coşkusunu seyrederken, bazılarının gerçeği yok sayması, bana mitolojik Kerberos’u hatırlatır diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.