|
|
Türkiye, su varken neden 'teyemmüm' ediyor?Kategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | 22 Ekim 2012 01:11:53 Davutoğlu Konya'da neyin temelini attığının farkında mı? Yıkıldıkça kendini tanıyanların ülkesi Türkiye, sahip olduğu değerleri ancak yok ettikten sonra tanıyan insanların yaşadığı bir ülkeye dönüştü. İnsanından, coğrafyasına kadar bu her alanda böyle. Cennet vadilerini, o vadilerde yaşayan insanların zengin dünyalarını ancak o vadilerde yıkımlar başlayınca öğrenebildik.
Loç vadisi, Peri suyu, Alakır, Salarha, Aksu, Yukarı Köprüçay ve onlarca saklı cennet ancak üzerinde melanet projeleri hayata geçmeye başlanınca fark edildi. Kıyılarda ve yaylalarda da durum farklı değil. Bir anlamda yıkım fetişizminin hüküm sürdüğü bu dönemin ruhunu anlatan en iyi örnekler, birbiri ardına İstanbul’a dikilen ve adına ‘yaşam kenti’ denilen sahte cennetler. Gerçeklerini dinamitleyip, çuvalla para harcayarak sahte cennetlerden yeni tapınaklar inşa ediyoruz! Ege ve Akdeniz’in koylarını yağmalayıp beton dökerek mahvedenler; İstanbul’a Ayvalık tadında simülasyonlar dikerek yaşanan vahşi dönüşümün üstüne de tüy dikiyorlar. SU VARKEN TEYEMMÜM YAPILIR MI? Eskilerin çok sevdiğim bir sözü vardır; “su varken teyemmüm yapılmaz” derler… Kısa sure sonra meclisin gündemine gelmesi beklenen ve Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği ile korunan tüm doğa alanlarının kaderini derinden etkileyecek olan ‘tabiatı koruma yasası’, yaratacağı etkiler açısından köklü bir yaşam naklinin de kapısını aralayacak. Bir bakıma ‘doğal’ olanla ‘doğaya benzetilenin’ arasındaki uçurum oldukça büyüyecek. Hem Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, hem de Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın açıklama ve tavırlarında bu endişenin hiç de yersiz olmadığını ortaya koyan ifadeler yansıyor. AKP hükümerleri döneminde ortaya konulan ve ‘çılgın proje’ kategorisinde ele alınabilecek ucube maketleriyle kamuoyunun ‘beğenisine’ sunulan uygulamalar yakın zaman sonra sosyolojik bir vaka olarak işlenmeli. ÖNÜNE KANULAN MAKETLERİ ALKIŞLAYAN HALK NEREYE GİDİYOR Ali Ağaoğlu’nun Katarlılara İstanbul maketi üzerinden daire satması gibi, Türk halkı da şaaşalı açılışlarla önüne konulan maketleri alkışlayarak bu ‘proje siyaseti’ni onaylıyor. Bir yanıyla gerçeküstü bir yanı da var bu maket projelerin. Kolları iki yana düşmüş robot gibi adam ve kadınlar, steril yollara dizilmiş araba maketlerinin, plastikten yapılmış boy boy ağaç maketlerinin yanından geçerek sanki bir bantın üstünde hareket ediyormuş gibi ilerliyorlar. Maketlerin dünyası, Haşhaşilerin afyonlanmış müridleri gibi halkın gelecek kurgusunu kamçılamakla kalmıyor, bir yanıyla biçim de veriyor. Maketlerin dünyası, “ama adamlar çalışıyor be abi. Bu Kılıçdaroğlu gelse daha mı iyi?” türünden bir kabullenişe gerçeküstü bir zemin yaratıyor. Melih Gökçek’in Ankara’nın caddelerine plastik palmiye dikmesini milad olarak saymazsak, Türkiye’nin kırsal yaşam ve kentleşme arasındaki uçurumda debelenip durduğu son 60 yıl, bütün sahici değerlerin betonarmeyle takas edilmesinin de tarihidir. KONYA KADAR ALANI NEDEN BOŞA HARCADIK? 1970’lerde taşra kentlerinde yaygınlaşan ve statü göstergesi olarak giderek yarış halini alan misafir odalarının bayramdan bayrama kullanılmasına gönderme yapılarak, “Konya büyüklüğünde alanı boşa harcıyoruz” türünden şehir efsanelerine dönüşmesi, bugün bir çocuk tekerlemesi kadar naïf kalıyor. Bir zamanların ‘sahtiyan’ ve dokuma merkezi olan Kayseri’nin bugün yalnızca misafir odalarını değil, oturma odalarını da ihtiyaç çöplüğüne çeviren kanepe uygarlığının merkezi olması, yaşama biçimlerimiz ve köklerimiz hakkında yanıtlamamız gereken ağır bir sorudur. Bugün yılda milyonlarca ‘kanepe’ ve ‘çek-yat’ üretilen bir ülkemizin olmasıyla birlikte yalnızca misafir odalarını değil, yaşadığımız tüm alanları işgal ettik. Yalnızca Konya kadar değil, bir ülke kadar alanı boşa harcıyoruz! Halkın gündelik hayatını çekip çevirdiği, üretim ve tüketim ilişkileriyle kültürünü biçimlendirdiği bütün alanlar bugün kurallarını kapitalizmin koyduğu bir oyun alanına dönüştü. Yıkımla, yıkıcılarla gündelik alışkanlıklarımızın ve dahası yaşama biçimlerimizin birebir ilgisinin olması bu çarkın nasıl kırılacağının da ip uçlarını veriyor. BİZİ OYUNDAN EDENLERLE SUÇ ORTAĞIYIZ Örneğin yıllar önce Adana’da davetiye basarak başladığı yolculuğuna, madencilikten medyaya sıçrayarak sürdüren bir şirketin yaşam alanlarının yıkımındaki sorumluluğu; bir düğüne 5 bin davetiye bastırarak görgüsüzlüğün sınırlarını zorlayanların yarattığı sorumluluktan bin kat fazla olsa da yaşama biçimlerinin yaşamı da şekillendirdiğini unutmamak zorundayız. Bir başka deyişle, tercihlerimizle yarattığımız oyuncuların sonunda yaşadığımız coğrayfaya da sahip olarak bizi oyundan etmesinde suç ortağıyız! Çek-yat üreterek, davetiye, kartvizit satarak varlığını sürdüren oluşumların, enerji ve madencilik gibi yaşam alanlarının doğrudan dönüştürülmesine neden olan sektörlere girmesi bir nevi “besle kargayı oysun gözünü” misali sonuçlar doğurmaya başladığında, geri dönüşü pek de mümkün olmayan yıkımlarla baş başa kalıyoruz. DAVUTOĞLU, KONYA’DA NEYİ TEMELİNİ ATTIĞINI BİLİYOR MU? Altını çizmeye çalıştığım kavramlar çokça tartışılması gereken çok boyutlu meseleleri içeriyor. Ancak geçtiğimiz hafta Konya’dan gelen haberlere bakılırsa Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun temelini attığı “Konya Kelebekler Vadisi” projesi, olup bitenleri daha iyi anlamaya yarayabilir… Konya’nın Selçuklu Belediyesi tarafından Sille Parsana Mahallesi’nde Dışişleri Bakanı Davotoğlu tarafından temeli atılan ve ‘Türkiye’nin ilk Kelebek Vadisi’ olarak duyurulan projeye, Mevlana’dan esinlenilerek “Aşkın Kanatları” adı verilmiş. GERÇEĞİNİ YIKIP SAHTESİNE METHİYE DÜZMEK 4 bin metrekarelik kapalı alana sahip olacağı belirtilen 350 bin metrekarelik yapay vadide, yılda 150 bin kelebek üretilmesi ve 1 milyon turistin ziyaret etmesi planlanıyormuş. Türkiye’nin neredeyse bütün vadileri eş zamanlı olarak yıkımla başbaşa bırakılırken, 30 milyon liraya inşa edilecek olan sahte kelebek vadisinin temel atma töreninde konuşan Davutoğlu, “Kelebek doğaya en uyumlu varlık olarak renk katar. Baktıkça bakmak istersiniz. Hiçbir kelebek birbirine benzemez. Kelebek bizi tefekküre çağırır. Konya’ya kelebek yakışır. Konya’yı anlayan, kainatı, insanlığın çeşitliliğini, hayatını anlar. Her şehre kelebekler vadisi yakışır ama en çok da Konya’ya yakışır” demiş. KELEBEKLERİ ARTIK MÜZELERDE GÖRECEKSİNİZ Selçuklu Belediye Başkanı İbrahim Altay’ın çizdiği tablo ise daha büyüleyici (!): “Avrupa’nın en büyük kelebek uçuş alanını inşa ediyoruz. İnsanlarımız oluşturduğumuz botanik bahçesinin içinde gezerken uçuşan kelebekleri görebilecek, fotoğraf çektirebilecek, onları besleyebilecekler. Burada kelebeklerin tüm evresini gösteren Kelebek Müzesi, kelebek üretim alanı, interaktif müzeler ile sinema salonlarının olduğu büyük bir kompleks inşa ediyoruz.” Türkiye, dünyanın en nadir kelebek türlerinin yaşadığı bir coğrafyanın adıyken, sınır tanımayan yıkım politikaları sayesinde 10 yılda ‘kelebek müzesi’ haline dönüştürüldü. Davutoğlu’nun attığı temel, Türkiye’deki yıkımın normalleştirilmesinin de temelidir. Konya’nın sahte kelebek vadisi, olsa olsa “aşkın gözyaşları” olabilir. Bu maketlerden daha çok var. Siz alkışladıkça sıradakiler de gelecek… Yusuf Yavuz
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|