|
|
Şehirden Köye İnmekKategori: Çevre | 0 Yorum | 02 Ekim 2012 15:26:02 Kaz dağında kendi yaşam deneyimim sürerken, şehirden köye hareketliliğin hem hızlandığını, hem de eskisinden daha farklı bir "gerçek" arayışı içinde olduğunu fark ediyorum. Kategorik yaklaşımlar sevimsiz olabilse de, şehirden köye inenleri ayırabileceğimiz en az beş farklı motivasyondan bahsetmek mümkün:
1. Yatırımcı Modeli Kentte farklı iş alanlarında faaliyet gösterirken, “geleceğin işleri tarımdan geçiyor!” tüyosuna kulak verip, kırsala iş çantası ve fizibilite raporları ile birlikte gelenler. Hedefler arasında, ucuza arsa kapatmak, monokültür ve sanayi tipi tarımsal veya hayvansal üretimler yer alabiliyor. 2. Yazlıkçı ve Emekli Modeli Uzun yıllar güneş ve deniz tatillerinde kalabalıktan ve fabrikasyon hizmet anlayışından sıkılan, sakin bir köyde, taş veya kerpiç evinde sessiz, huzurlu bir tatil veya emeklilik hayatının hayalini kuranlar. Hedefler arasında, herkesten daha yüksek bir bahçe duvarı ve içinde köyün yegâne yüzme havuzu yer alabiliyor. 3. Dede’den Miras Modeli En son ilkokulda ziyaret ettiği köyde, dedesinden kendi hissesine henüz düşen mirası görüp “köyümüz meğerse ne güzelmiş!” farkındalığında dede evini onarıp kalmaya karar verenler. Dede ve nineleri hakkında eski hatıraları dinleyerek, köyün büyüsünde şehir acısını unutanlar olabilse de, köylünün hazır güvenini ticari anlamda istismar edenlere rastlanabilir. 4. Eğitimci Modeli Ekoloji ve sağlıklı yaşam değerlerini gözeten farklı alanlarda (organik tarım, ekolojik mimari, permakültür, yoga, masaj, yemek yapımı, doğal otlar – mantarlar, yürüyüş, tırmanma, vb) eğitim veren dernek, enstitü, vakıf şeklindeki yapılaşmalar. Hedeflerinde çoğu kez köylünün değil, şehirlinin eğitimi yer alıyor Etkinlikler sürecinde, köylünün işlevselliği sadece yeme-konaklama hizmetleri vermek olmamalı. 5. Köylüleşim Modeli Kentte sürdürdüğü işlerden sıkılan, bazen işini batıran, kentte sürdürülemezliği yaşayanların hayallerini süsleyen köyü bularak köylüleşmeye karar verenler. Kısa süre içinde köylülere kahve sohbetlerinde ders verme hatasına düşmeyenler köyde varlıklarını sürdürme şansını arttırıyor. Hedeflerindeki hayalin belirsizliği köy ile entegrasyon kadar, aile düzenleri açısından da zorluklar oluşturuyor. Bu kategorileri genişletmek mümkün. Örneğin genç nesil içinde gelişen “gönüllüler”, dağ-taş demeden tırmanıyor, zor koşullarda konaklıyor, köylünün işlerine yüreğini de katarak el veriyor. Karşılığında dostluk ve deneyim kazanıyor; birçoğumuzun fark etmediği kırsal renkliliği ruhuna katarak şehirlerine dönüyorlar. Belki tüketim anlayışlarında bir değişim oluyor. Belki ilk kez yerel tohumları, küçük çiftçileri, yerel ürünleri yakından görüyor ve şehrin standart nimetlerini daha çok sorgulamaya başlıyorlar. Gönüllüler başlı başına yeni bir toplumsal sınıf olmaya aday… Kategorilerin ötesinde, farklı amaç, umut ve hayallerle şehirden köye inenlerin kırsal alanda oluşturduğu ve ortak paydalarda buluşan değişimi 4 ana başlıkta toplamak mümkün. Konunun derinlemesine giden soyut detaylarında biraz yavaşlayıp, farklı bir örnekleme üzerinden devam edelim… Entelköy Efeköy’e Karşı… Birçoğumuz izledik Yüksel Aksu’nun “Entelköy Efeköy’e Karşı” filmini. Yüksel Aksu’nun senaryosunu yazıp yönettiği filmde, Bafa Gölü’ne komşu köye yerleşmek üzere “şehirden köye inen” bir grup insan ve orada yerleşik köylü arasında doğan ilişki ve ikilemler anlatılmış. Kesinlikle acemice yapılan bir kurgu değil. Belgesel niteliği var. Filmde yer alan olaylar, tavırlar, diyaloglar ve endişeler üzerinde düşünmeye değer… Kritik olarak nitelendirilebilecek ve bugün yaşadığımız süreçte maalesef oldukça gerçekçi olan bazı sahne ve tabloları şöyle sıralayabilirim: - Eko-köy grubunun “yaşamak“ için geldikleri köyde öncelikle bir AB projesi gerçekleştirmeyi hedeflemeleri; köyün kendileri için barındırdığı yaşamsal sürdürülebilirlik risklerini ve zorluklarını sonradan fark etmeleri veya henüz fark etmemiş olmaları. - Köylü tarımsal üretim konusunda çok dertli. Bölgede oluşabilecek her türlü alternatif ekonomi kendileri için bir nimet gibi gösterilmekte. Bir yanda kurulması hedeflenen bir termik santral, diğer yanda ise şehirden köye inenlerin önerdiği eko-turizm etkinliği birer kurtuluş reçetesi gibi. - Kurulacak termik santral şirket yetkililerince köy muhtarı ve köylülere anlatılırken, bu süreçte projeye kaymakamın görev sorumluluğunu aşan şekilde destek vermesi. - Şehirden gelen Entelköy grubunun çevreci ve barışcıl duygularına rağmen, “eğitimli” vasıflarının eşliğinde, baskın (dominant) olma dürtüsünden vazgeçememesi. - Köylünün tez karar veren, olayları ve konuları çok sorgulamayan aceleci kimliği. - İki insan grubunun özündeki benzerliklere rağmen karşıt güç gibi hareket etmesi. - Köyün delisi gözüyle bakılan Aşırı’nın, Bakan tarafından ziyareti sonrası köylüden itibar görmesi. Bir başka “saygın” kişi tarafından fark edilmesi koşulunda, insani değerlerinin göklere çıkarılması. - İşlerin, AB fon anlayışında “projelendirildiği” için daha saygın hale gelmesi. - Devlet yetkililerinin Entelköy grubuna daha çok saygı duyması. Bu listeyi uzatmak mümkün. Ancak bu aşamada bir eleştirel bakış açısı akla geliyor: Filmin belgesel niteliğinde eksik kalan perspektif nedir? Haklı ve doğru olan taraf sadece Entel köylüler mi? … Niçin gerçeğin sadece bir kısmı? Daha önce önerdiğimiz beş kategoriyi dikkate alırsak, filmde şehirden köye inen Entelköy grubu için şöyle bir oransal tanım önerebiliriz: % 40 Yatırımcı Modeli % 40 Eğitimci Modeli % 20 Köylüleşim Modeli Entelköy grubunun yaşam hayali diğer önceliklerin gölgesinde, köylünün ve köy coğrafyasının güncel sorununu anlamak, tanımak ve çözmeye yönelik bir çabada değil. Onun yerine, köyün potansiyelini populist bir şeye dönüştürme aceleciğine girişiyor: Organik Tarım ve AB Destekli Eko-turizm. Bu ve benzeri yaklaşımlar, bir yüzyıldır kentin köy üzerindeki baskısı üzerinde düşünen, araştıran ve yazan Henri Lefebvre, Manuel Castells ve David Harvey gibi bilim insanlarınca da çok önemsendi. Geçtiğimiz aylarda İstanbul ve Ankara’da kent hakkı ve gerçeği hakkında biz dizi seminer veren David Harvey (1) şu sözleri meselenin özüne ışık tutuyor: “İçinde yaşamak zorunda kaldığımız bir kent dünyası yarattık. Ve bu dünya ile birlikte kendimizi de tekrar yarattık. ‘Nasıl bir şehir istiyoruz?’ sorusu ‘nasıl bir insan topluluğu olmak istiyoruz?’ sorusundan ayrı düşünülemez. (2008)” Bir başka ifadeyle, insan olarak kentin yapısal zorluklarından ve etik sorunlarından uzaklaşmayı ve bazılarımızın ‘ütopya’ hayalinde sarıldığı kırsal üzerindeki etkisi, aynı insan olarak kaldığımız sürece sadece bir hayalkırıklığı değil, kırsalın da yaşam değerleriyle kentleşmesine doğru bir yön almasına sebep oluyor. Şehirden köye inmenin biraz kitap ve biraz ev eşyası ile biçimlenmesi bu başlangıcı yetersiz kılıyor. Eğer kırsalın sosyal-kültürel öz kimliği o yaşamın sürdürülebilirliğinin bugüne dek bir teminatı olmuşsa David Harbey’in de ifade ettiği gibi ‘kent hakkı, kırsal alana tarımsal işten, ikinci eve ve köy turizmine dek uzanan görüngüler sayesinde artarak egemen olan’ bir işlevselliğe dönüşmemeli. Kentte aldığımız eğitimin ve o alana ait reflekslerin kırsal üzerinde yıkıcı etkileri olabileceğini çoğumuz fark etmiyor. Köylüleşim Modelini şehirden köye inenlerin içselleştirmesi sadece basit bir alternatif değil; aslında hakiki bir zorunluluk. Kişiler diğer modellerdeki amaçları esas olarak hedefleseler de, yeni yaşamlarının oransal reçetesinde köylüleşime hak ettiği payı verilmeliler. Aksi takdirde, kırsal gerçeğin yaşamlarımıza dokunmasında ve bu yeni yaşamın sosyal bir güven duygusuyla yeşermesinde rol oynayacak kritik etkileşim bir türlü başlayamıyor. Hatta müdanasızca, kırsal gerçeği tanımadan değiştirmeye çalışıyoruz. Yavaşlamak ve durmak Gözlem yapabilmek sadece durarak mümkün. Şehirden köye inenler önce yavaşlayarak ve sonra bir süreliğine durarak yeni yaşam alanlarını anlayabilir, tanımlar ve böylelikle kendilerini yeniden biçimlendirmeye başlayabilirler. Farklı moleküler yapılar gibi, birbirini itmek veya Entelköy-Efeköy örneğindeki “karşı” olmak yerine, şehirli ve köylünün uyumlanmaya başlaması kırsal sürdürülebilirliğin bundan sonraki yegâne koşulu. Yüksel Aksu’nun çekmeyi planladığı ikinci Entelköy-Efeköy filminde umalım ki hızlı projeler, hızlı ekonomik mucizeler yerini yavaşlamaya ve birbirini daha dostça tanımaya ve samimi bir yaşam paylaşımına bıraksın. Değişik perspektiflerle şehirden köye inenlerin yolculuğu için zannediyorum yakın gelecekte bir kılavuz hazırlamak iyi bir fikir olabilir. Lonely Planet gibi basit, ancak noktasal doğrulara dikkat çeken bir rehber. Her birimizin o rehbere katabileceği ve aynı rehberden öğreneceği çok şeyler olacak; sadece kırsal için değil, şehirle vazgeçilmez bağları bulunan birçoğumuz için bu tavır kıymetli. Kaynak : EkoIQ Ekim 2012 sayısı, yazan: Cem Birder (1) : David Harvey: Eser ve görüşlerine günümüzde en çok başvurulan coğrafyacıların başında geliyor. Halen, New York Şehir Üniversitesi’nde [City University of New York (CUNY] Antropoloji profesörü olarak öğretim görevlisidir. Postmodernliğin Durumu, Sosyal Adalet ve Şehir, Umut Mekânları, Paris – Modernitenin Başkenti, Sermaye Muamması ve Sermayenin Mekanları gibi kitapları türkçeye çevrilmiştir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|