|
|
Çin işi japon işi...Kategori: Yaşam | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 15 Aralık 2007 10:50:46 Sağcıların milliyetçilik, solcuların da - yoksa solcu oldukları nasıl belli olacak ? - ulusalcılık dediği kavramlarla ulus kavramı ortaya çıktığından beri cebelleşip durmuşuzdur. Kendine milliyetçi (ya da ulusalcı) diyen birçok kişi "ama ben ırkçı değilim" der.
Osmanlı imparatorluğunun parçalanmasında milliyetçilik akımları nasıl önemli bir rol oynadıysa, ve biz kendi bakış açımızdan bunu “Arapların ya da başkalarının ihaneti, bizi arkadan vurması” olarak yorumlasak ta, bizim işgâlcilerden kurtulmamızda da “gâvura karşı Müslümanlığı savunmak” kadar milliyetçiliğin de büyük bir itici gücü olmuştur. Kürt milliyetçisi kardeşlerimiz “ezen halkların milliyetçiliği” ile “ezilen halkların milliyetçiliği” arasında önemli bir fark olduğunu savunur dururlar. Milliyetçiliğin işe yarayanı olabilir de, iyisi olmaz. Hepimiz içinde yaşadığımız toplumun daha iyi, daha uygar, daha bağımsız, daha refah içinde olmasını isteriz. Eğer milliyetçilik buysa ben Avustralya milliyetçisiyim. Ama toplumun bir kesiminin öne çıkarılması, bütün yanlışlardan, pisliklerden başka kesimlerinin sorumlu tutulması ise ben bu işte yokum. Türkiye’nin sorunlarının hep Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların ya da Kürtlerin başının altından çıktığını ileri sürmek ırkçılığın daniskasıdır. Ve ırkçılık faşizm ile atbaşı gider. Bu sıralar 70 yıl önce Japonların Çin’in Nanjing kentine girip sivil halktan 300,000 kişiyi katletmelerinin yıldönümü. Unutulmuş katliamlardan bir başkası bu. Japonların 70 yıl önce Çinlilere nasıl baktığı bu bağlamda önemli. Japon “milliyetçileri” Japonları üstün ve ileri, Çinlileri ise geri ve aşağı görüyorlardı ve bu görüş bu katliamın gerekçelerini hazırladı. II. Dünya Savaşında sivil halkın bombalanması, zehirli gaz, biyolojik silâhlar kullanılması ve insanlar üzerinde tıbbî denemeler yapmak gibi yöntemlerin öncülüğünü Japonlar yapmış. Çinlilerin “aşağı ırk” olduğu şeklinde beyinleri yıkanan Japon askerleri sinek öldürür gibi Çin halkını katletmiş. Hitler’in “Deutschland über alles” (Almanya hepsinden üstün) şiarını biliyoruz. Yalnızca Yahudilerin değil, Çingenelerin, Slavların, eşcinsellerin, komünistlerin nasıl aşağı görülüp ülkenin bunlardan “temizlenmek” istendiğini biliyoruz. Daha yakınlarda kendilerini Boşnaklardan, Müslümanlardan üstün gören Sırpların Bosna’da, Kosova’da giriştiği katliamlar henüz belleklerde çok taze. Bugün kendisi binlerce nükleer silâha sahip olan ABD, İran’a “nükleer silâh sahibi olamazsın” derken Amerikalıların İranlılardan daha üstün olduğu inancından hareket ediyor. Irak’ta ölen Amerikan askeri sayısını tam olarak biliyoruz ama “aşağı” Iraklıların hesabını tutan yok. “En büyük Türkiye, başka büyük yok” sloganını da bunları getiriyor insanın aklına. Sloganın mantıksızlığı bir yana, (başka büyük yoksa, Türkiye nasıl “en” büyük olabiliyor acaba?) bunu bağıranlar dünyadan ne kadar habersiz olduklarını da afişe ediyorlar. Türkiye gelişmişlik sıralamasında ülkeler arasında orta yerlerde. “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü de aynı kategoride. Nazi orduları işgâl etttikleri ülkelerde bir Alman öldürülürse, öldürülen her Alman için o ülke halkından 10 kişiyi öldürüyorlardı. Çünkü bir Alman 10 Fransız, Holandalı, Polonyalı, Çek vs’ye bedeldi. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diyenler ise bir yandan paranoya sergilerken öte yandan uluslararası ilişkilerin dostluk değil, karşılıklı çıkar ilişkileri üzerine kurulduğunu bilmediklerini ilân ediyorlar. Musevilerin Tanrının seçkin kulları olduğu inancı üzerine kurulu İsrail devleti Filistinlileri eşit görse, yüzbinlerce Filistinlinin halâ kamplarda yaşamasını, Gazze’de yapılanları nasıl savunabilir? Bu aşağılamalar dilde pek te bilincinde olmadan kullandığımız atasözleriyle, deyimlerle de ifadesini bulur. Kuruşu hesap edene “Çingenelik etme” demek, “Korkak Yahudi”, “Ermeni tohumu”, “Pis palikarya” gibi sözler sarfetmek kendisinin üstün olduğu anlayışının ne kadar kök saldığının kanıtlarıdır. Şiddetin şiddet doğurduğu gibi milliyetçilik te karşı milliyetçilik doğurur. Göçmen olarak geldiğimiz Avustralya’da okulda, arkadaşları arasında aşağılanan, ayırımla karşılaşan gençler, ait olma ihtiyacı içinde bazan milliyetçi, bazan da dinci kesiliyorlar. Siz birisine ırkı, milliyeti, kökeni vs. nedeniyle sürekli “sen aşağısın” derseniz bunun tepkisi “ben eşitim” değil, “ben senden üstünüm” olur. “Women’s liberation” (kadın özgürlük hareketi) eşitlikten yola çıktıktan az sonra kadınların erkeklerden üstün olduğunu savunmaya başladı. Kürtlerin varlığı inkâr edildikçe Kürtler “biz Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi olan yerli halkıyız, köklü bir uygarlığın mirasçısıyız, sizin gibi Orta Asya’dan gelme göçebeler değiliz” demeye başladı. “Kurtuluş savaşında Türk askerler cepheden kaçarken kahraman Kürt askerleri düşmanın üstüne yürüyorladı” söylemi de bu ırkçılığın bir başka taraftan sergilenmesidir. Tabii, ilginçtir, genetik bilimdeki son gelişmeler Türklerin (en azından bugün kendisine Türk diyenlerin) Orta Asya’dan geldikleri savını da temelinden sarsmışa benzer. Geçenlerde Türkiye insanının genlerinin Orta Asyalıların genlerinden çok Yunanlıların genlerine yakın olduğunu ortaya koyan bir araştırma açıklandı. “Dünyaya bedel Türk”ün sürekli körüklenen Yunan düşmanlığı, ya da “uygarlığın beşiği Yunanlıların” Türk düşmanlığı ne olacak şimdi? Milliyetçik te din gibi dışlamaya dayanır. Bizden olanlar iyidir, bizden olmayanlar kötüdür, (ya da en azından bizim kadar iyi olamazlar). Hele dinlerden tarîkat düzeyine geçtiğimizde yalnızca “benim dinim seninkinden iyidir” ile kalmayıp o dinin içinde bile iş “benim yolum seninkinden iyidir”e varır ki, işte o zaman birçok dışlamanın, fanatikliğin, ayırımın, ve hattâ giderek şiddetin ve vahşetin tohumları atılmış olur. Ortaçağlardaki engizisyon kepazeliğinin, insanların kâfir diye diri diri yakılmalarının, Müslümanlıkta insanların canlı canlı derilerinin yüzülmesinin de altında da üstünlüğe olan körü körüne inanç, körü körüne hoşgörüsüzlük yatar. Çin halkının yası hepimizin yüz karasıdır.
Yorumlarmustafa alagöz
{ 23 Aralık 2007 10:33:54 }
Aidiyet duygusunun yerini adalet duygusu aldıkça gerek insanlar, gerekse ülkeler arası ilişkilerde ölçü de değişecektir. Ancak "ölçüler" gerçekleşecekleri tarihsel koşullara gereksinim duyarlar. Kan dökerek, yakıp-yıkarak da olsa insanlık giderek hakkaniyetin egemen olduğu, özgürlüğün edimselleştiği bir süreci adım adım gerçekleştiriyor. Bu, tarihin bir yasasıdır. Birey olarak içimizdeki adalet duygusu bizleri harekete geçiriyor. Birimizin varlığı bir başkasının varlığının destekçisi, birisinin özgürlüğü ötekisinin özgürlüğünün güvencesidir. Zaten yaşamda kendini sürdüren bu gerçekliğin bilincine varıp tüm bireysel ve ulusal ilişkileri bu hakikate göre yönlendirmek için tarihin daha olgunlaşmaya gereksinimi var. Duyarlı insan bu sürecin hızlanması için özveriyi göze alandır. Sn. Gündoğdu, yazısında duyarlı bir insanın kendi vicdanından yükselen haksızlığa katlanamayan isyanını güzel dile getirmiş. Bizlerin de vicdanının uyuşmaması için bir çağrı niteliğinde. Tepkiye dayalı tüm karşı çıkışlar giderek tepki gösterdikleri şeyin düzeyine düşüyorlar.Sn. Gündoğrdu bu gerçeği "Woman's Liberation" hareketi örneği üzerinden somut olarak gösteriyor. Tebrik ederim. Dünyanın neresinde olursak olalım biz insanlar arasında evrensel bağlar vardır, çünkü ortak insani eğilimlerimiz ve yetilerimiz var. Yeterki; ulus, din, inanç,ideoloji gibi göreceli olgulara kendimizi körcesine teslim etmeyelim. Kendi yaşam biçimimizin, kendi görüşlerimizin, kendi gerçeğimizin biricik gerçeklik olduğu zannına kapılmayalım.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|