|
Babama 7. MektupKategori: Babama Mektup | 0 Yorum | Yazan: Şule Sencer Töreci | 28 Ağustos 2012 15:56:23 Sarsıntı ile silkelenme arası bir duygu ile gözlerimi araladığımda bir an deprem oluyor sandım, aceleyle tam yerimden fırlıyordum ki, hareket edemediğimi farkettim. Belimi sarıp beni kucaklıyan kemerin de işte o an ayırdına vardım. Evet tangır tungur da olsa sonunda Baiyun Hava Alanı'na inmiştik. 15 saatlik yolu 14 saatte kat eden hızlı pilotumuz sayesinde, gümrükten yıldırım hızıyla geçip bir anda kendimi bir uçak dolusu yolcu ile birlikte nemli bir Gounco gecesine fırlatılmış buldum. Pardon gümrükten mi dedim?
Kapılardan diyecektim, çünki henüz şafağın bile sökmeyi başaramadığı bu saatlerde memurlar da ortada yoktu tabii. 14 aylık ayrılığın ardından Gözde ile kavuşmak muhteşemdi. Çin’e ilk gelişim olmasa da bu bölgeyi hiç bilmiyordum. Bu kez torunun ile birlikte bakalım hangi maceralara yelken açacaktık? Neyse yaşayıp görecektik, kafamda aydan bile uzak taaa nerelerdeki bu ülkede. Gözde, Gounco Peizheng College de ingilizce öğretmenliği yapıyor. Okul Hava alanından yalnızca 45 dakika uzaklıkta olsa da, şehir ile arası 2 saat. En yakın yerleşim birimi ise Çini isminde minicik bir köy. Peizeheng College son derece bakımlı ve güzel. En azından ilk bakışta oldukça çarpıcı geliyor insana, ancak yaşadıkca fikrin az biraz değişiyor. Yerleşkenin hemen içinden geçen nehiri, nehiri çevreleyen ağaçları, kütüphane binasındaki otantik saat kulesi, spor sahaları ve hep bisiklet tepesinde gördüğün yüzlerce öğrencisi ile insana yeniden okuma iştahı veren bir masal ülkesi sanki. Geldiğimin ikinci günü Gounco ya gidiyoruz. Koskoca bir fuar kenti burası. Çok gelişmiş bir metro sistemi var. Çinliler için harika da biz biraz problem yaşıyoruz. Her yer öylesine kalabalık ki, metroya binmen mümkün değil. Metro geliyor, kapılarını açıyor, sen sıraya girdim yanılgısına kapılıyorsun. Bir de bakıyorsun ki seni omuzlayan atlamış içeriye. Sanma ki bir tek biz omuzlanıyoruz, herkes birbirini omuzlamakta. Ancak kimse alınmıyor. Herkes çok sakin. Öylesine sakin ki, metronun kapıları açıldığında kapı ağzındakiler öylece durup sana bakmaya devam ediyor. Ne dışarı çıkıyor ne geri çekiliyorlar. Binenler da onları ittire kaktıra içeri dalıyorlar, herşey bir anda oluyor. Meto kapılarını kapatıyor ve sonra hop gidiyor. Ha biz mi? Biz hala dışarıda “kuyruğa girmiştik ne oldu” lardayız. Kalabalık en zor alıştığım, daha doğrusu alışamadığım şey oluyor. Gözde bayağı iyi o konuda, benim kadar rahatsızlık duymuyor. Benim bir süre sonra midem bulanıp başım dönmeye başlıyor çünki. Trafik rezalet. Ancak arabalardan falan söz ettiğimi sanma, yaya trafiğini kastediyorum. Kaldırımlarda çarpışan otomobiller gibiyiz . İnsanlar ne özür diliyorlar, ne de ters ters sana bakıyorlar. Alışmışlar yıllardır milyarlarca olmaya, karşıdan karşıya ordular halinde geçmeye falan. Yani onlar icin yeni bir şey değil bu. Orada yeni olan benim. Alış verişlerimizin olmaz ise olmazı kedi maması. Nerdeyse tüm parayı kedi mamalarına yatıyoruz diyebilirim. Gözde sırf bu nedenle evini giriş katından seçmiş. Her gün balkonda onlarca kediyi konuk edince, kedi maması da doğal olarak listenin en önemli kalemi oluveriyor. Kediciklerin hemen hepsi yaralı bereli, pek çoğu da kuyruklarının yarısını kaptırmış gibi. Hepsini de çok seviyoruz. Onlara isimler takıyoruz. Sarı Necati ile Duman Hayri’ ye ayrı bir düşkünlüğümüz var. Ancak yine de onlara soğuk davranıyoruz. Kucağımıza alıp okşamak için yanıp tutuşsak da bunu kesinlikle yapmıyor, hatta bize yaklaşmaya kalkan kedileri korkutup kaçırıyoruz. İnanmadın biliyorum ama gerçek bu. Neden mi? Buradaki sokak hayvanları insanlardan ne kadar uzak kalırlarsa kendileri için o kadar iyi de ondan. Aksi taktirde bir Çinli arkadaşın sofrasına, tabak içinde servis edilmeleri işten bile değil. Ayni durum köpekler için de geçerli tabii, hatta aklına gelen gelmeyen her türlü hayvan için de. Gounco daki yapıların çoğu bizim Toki binalarını andırıyor. En az onlar kadar yüksek ve kişiliksiz . (hani o eteklerini havaya kaldırıp da kendisine dam yapmış geleneksel Çin evlerini görmek pek olası değil.) Zaten çoğu da dokunsan yıkılacak gibi. Öylesine eski. Burada bakım, onarım diye bir kavram yok. Ayni mantık Cen Co’ da da vardı. Evlere yerleşiyorlar, artık o yıkılana kadar hiç bir şeye el sürmüyorlar. Apartmanın giriş camı mı kırılmış? O cama o bina çökene kadar dokunulmuyor. Gözde’nin bir öğrencisi var. Adı Frank. Bu Frank Çinli Frank. Gerçek ismi Kahraman Ejderha anlamına geliyormuş Çin’ce de. Neyse çok nazik ve inanılmaz yardımcı bir çocuk. İngilizcesi de çok iyi. Bak bu sözüme mim koy, Çin’de ingilizcesi çok iyi olan fazla insan yaşadığını hiç sanmıyorum. Bu Frank işte onlardan biri. Neyse bir gün Frank’e sordum bu eski binalara karşı olan ihmalin nedenini. Olay şu babacığım. Bu binaları müteahitler yapıyor ve satıyor. Ancak satın alan evin gerçek sahibi olmuyor. Ev sahibi devlet, onlara bu evlerde 70 yıl oturma hakkı veriyor, 70 yıl sonra da geri alıyor. Bu nedenle de kimse evin eksiğine gediğine karışmıyor, nasılsa benim değil deyip boşveriyor. Daha da tuhafı bundan rahatsızlık da duymuyor. Elbette bu mantıkla kullanılan evlerin de ömrü hiç bir zaman 70 yılı bulmuyor, binalar 30 yılda göçüp gidiyorlar. “Kafamdaki Çin aydan bile uzak” derken hiç de abartmamışım değil mi canımcığım? Burası gerçekten de farklı, bambaşka bir gezegen. Daha sana anlatacağım o kadar çok şey var ki... Eh böyle olunca koskoca Çin’in koskoca Kanton eyaletini tek bir mektuba sığdırmam da pek olası görünmüyor. Bana çocukluğumda anlattığın yarım kalmış masallar misali, devamı yarın akşama olmasa da haftaya yarına... koleg Şule Sencer Töreci
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|