|
|
HAYVAN YEMEKKategori: Kültür/Sanat | 2 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 24 Ağustos 2012 12:24:43 Modern Amerikan edebiyatının tanınmış isimlerinden Jonathan Safran Foer'in 2009 yılında yazdığı "Hayvan Yemek" adlı kitabı Garo Kargıcı'nın güzel Türkçe çevirisiyle temmuz ayında çıktı. Bir çoğumuz gibi PETA ve benzeri hayvan hakları savunucularının videolarından, internet sitelerindeki yazılarından, bölük pörçük bildiğim, seyretmek hatta duymak bile istemediğim berbat gerçeklikleri okumak niyetinde değildim, ancak güvendiğim yazarın son kitabına kayıtsız kalamayarak tatil havasındaki yaz günlerine rağmen otobüste, vapurda, kumsalda, okuyarak bir solukta bitirdim.
Hayvanları yiyip yememek ya da onları nasıl yediğimiz derin bir meseledir. Et, kim olduğumuzun ve kim olmak istediğimizin öyküsüyle ilişkilidir.. J.S.Foer Az bilip de duymak istememeyi daha ne kadar sürdüreceğimizi sorguladım. Eti çoğu zaman nasıl tabaklarımızın tam ortasına yerleştiriyorsak tartışmalarımızın da tam ortasına yerleştirmenin artık mutlaka bir yolunu bulmamız gerektiğini söyleyen Foer'in kitabını yorumlamak yerine alıntılarla aktarmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Öykü, yazarın baba olacağını öğrenmesiyle başlıyor. Çocuğunu nasıl, neyle besleyeceğini düşünmesiyle. Ailesi ve kendi için etin ne olduğunu en somut haliyle öğrenmek, nereden geldiği, nasıl üretildiği, hayvanların nasıl muamele gördüğü, bunun nasıl bir önem taşıdığı, hayvan yemenin ekonomi, toplum ve çevre üzerindeki etkilerinin arayışlarını sürdürürken bir baba olarak çıktığı yolda bir yurttaş olarak görmezden gelemediği ve bir yazar olarak kendine saklayamadığı gerçeklerle karşı karşıya kalıyor. Her ne kadar kitabı okuduktan sonra et yemekten vazgeçmek olası da olsa yazarın açık bir vejetaryenlik davası gütmediği anlaşılıyor. Kitap en az bir araştırmacı- gazetecilik çalışması kadar nesnel. Kendi ülkesi ABD'nin tüm istatistiklerini, hakem kurullu akademik, sektörel yayınlarını kullanmış ve verileri doğrulayacak iki bağımsız denetmen ile çalışmış. Bir köpeğin suratına kazma sallanmasına biz okuyucular razı gelmeyecektir, peki bu kaygı balıklar söz konusu olduğunda ahlaken ortadan kalkıyor mu? Yoksa bizler köpekler adına kaygı duyacak kadar aptal mıyız? Ağır ağır gelen bir ölümün çilesini herhangi bir hayvana çektirmek zalimlik midir yoksa bu sadece bazı hayvanlar söz konusu olduğunda mı geçerlidir? Dost olarak bildiğimiz hayvanlara olan aşinalığımız yediğimiz hayvanlar söz konusu olduğunda bize rehberlik edebilir mi? Peki yaşam düzeninde balıklar veya inekler, domuzlar ya da tavuklar ne kadar uzak bizlere? Her yıl milyarlarca hayvanın yaşamı ve gezegenimizdeki en büyük ekosistemlerin sağlığı bu sorulara verdiğimiz böylesine zayıf bir mantığa dayalı yanıtlara bağlı. Yakınımızda olup bitenleri umursuyor geriye kalan herşeyi kolaylıkla unutuyoruz. Yemek etiğinde ise durum oldukça karmaşık çunkü yemek hem tat alma duyuları ve lezzetle hem de bireysel yaşam öykülerimiz ve toplumsal tarihle bağlantılı. Seçenek takıntılı diğer kültürlerden farklı beslenmeyi tercih eden modern batı ironiktir ki iş etoburluğa gelince hiç de seçici davranmayan “Ben zorluk çıkarmam her şeyi yerim” tavrı güden insanların en rahat ettiği yer. Yemek tercihlerini belirleyen pek çok etken bulunur ancak sağduyu hatta farkındalık listenin üst sıralarında yer almaz. Yazara göre hayvan yemek derin felsefi sorulara davet çıkarıyor. Hayvanları yiyip yememek ya da onları nasıl yediğimiz derin bir meseledir. Hacmi yıllık 140 milyar doları aşan bir endüstri yaratmakla kalmaz, endüstri yaşadığımız gezegenin üçte birlik arazisine yayılır, okyanus ekosistemini şekillendirir ve iklimin gidişatını pekala değiştirebilir. Günümüzde balıkçı teknelerinin kaptanları artık Kaptan Ahab'tan çok Kaptan Kirk'e benziyor. Savaş teknolojileri gerçek anlamda ve sistematik biçimde balıkçılıkta uygulanmaktadır. Radar, sesli iskandil, donanma tasarımı navigasyon sistemleri ve yirminci yüzyılın son on yılından beridir başvurulan uydu bağlantılı GPS, balıkların konumlarını belirleyip onlara ulaşma konusunda balıkçılara eşi benzeri görülmemiş olanaklar sağlıyor. Peki yiyeceklerimizin üzerine arzu ettiğimiz hayvanın tabağımıza ulaştırılması uğruna ne kadar hayvan öldürüldüğünü yazan bir etiket konsa ne olurdu? Mesela Endonezya menşeili trolle avlanmış karidesler şöyle bir etiket taşıyabilirdi: BU KARİDESİN HER BİR KİLOSU İÇİN 26 KİLO GELEN TÜRLÜ DENİZ CANLISI ÖLDÜRÜLÜP DENİZE GERİ ATILMIŞTIR. Tonbalığı avı esnasında ise düzenli olarak bedavadan öldürülen 145 farklı tür bulunmaktadır. Foer bugün hayvan yemekten bahsetmenin sınai hayvancılıktan bahsetmek anlamına geldiğini söylüyor. Mesleki bir oluşumdan ziyade bir yaklaşım biçimine işaret ediyor. Üretim bedellerini olası en düşük düzeye çeken, çevresel hasar, insan sağlığı ve hayvan ıstırabı gibi bedelleri sistematik olarak gözardı eden bir yaklaşım. Grip araştırmaları öyküsünün kilit isimlerinden viralog Robert Webster, insanlarda görülen salgının genetik bazı özelliklerini, evcil hayvanlarda görülen kuş virüslerinden aldığını varsayan çalışmasına çiftlik teorisi adını vermiş. İşin kötü tarafı böylesi bir genetik değiş tokuş, herkesin kaptığı soğuk algınlığının bulaşıcı ve kuş gribinin öldürücü özelliklerine sahip yeni bir virüsün ortaya çıkmasına öncülük edebilir. Modern hayvancılık bundan ne kadar sorumlu? Bu soruları yanıtlayabilmek için yediğimiz kuşların nereden geldiğini ve neden ortamlarının sadece kuşları değil aynı zamanda bizleri de hasta etmek için kusursuz olduğunu bilmemiz gerekir. Otuzyedi farklı tesisten yaklaşık yüz bakanlık denetçisiyle röportaj yapan Bronstein şöyle diyor: "Her hafta üzerinden sarı irinler akan ve yeşil dışkılara bulanmış zararlı bakterileri ihtiva eden ciğer veya kalp enfeksiyonu geçirmiş, kanserojen tümöre veya deri hastalıklarına sahip milyonlarca tavuk tüketiciye ulaştırılmak üzere satışa çıkıyor. Biliminsanları kuş, domuz ve insan viruslerindeki genetik malzemeyi bir araya getiren virüslere ilk bu sınai çiftliklerde rastladı. Ayrıca halk sağlığı ile ilgili diğer etkilerden de söz edilebilir. En açık olanı kanıksanmış önde gelen katilleri kalp krizi, kanser, felç ile et tüketimi arasındaki arasındaki ilişkinin et endüstrisi ve devlet yetkililerinin bilgileri çarpıtma gücüdür." Uzun süreli araştırmalarının ardından dünyanın en büyük tavuk, sığır ve domuz üreticisi ve dağıtıcısı olan bir firmanın çiftliklerini yanında bir aktivistle gizlice geceyarıları gezmeye başlıyor. Bu ziyaretler, kitabın polisiye heyecanı veren bölümlerini oluşturuyor ve hani o duymak seyretmek istemediğimiz hatta küçümsediğimiz berbat gerçekleri anlatıyor. Sınai besiciler hayvanları öldürmeden ama ölüme en yakın şekilde nasıl barındırabileceklerinin hesabını yapıyorlar. Ne kadar hızlı büyütülebilirler, ne kadar sıkış tıkış durabilirler, ne kadar fazla veya en az ne kadar az yiyebilirler, ölmeksizin ne kadar hasta olabilirler, böylesi bir esaret kelimenin ahlaki olarak en yalın anlamıyla vahşettir denilebilir. Bu vahşeti farklı göstermek için elden ne geliyorsa yapıldığını, küresel boyutlu bu şiddeti unutturmak ya da çarpıtmak için uğraşıldığını örnek ve belgelerle anlatıyor Foer. Yanındaki aktivistin taşıdığı bıçakla acı içindeki birkaç hayvanın kafasını keserek kurtarmasına tanık oluyor. Yazar üzerinde belki uzun süre düşüneceğimiz sorularını hemen hemen her sayfada serpiştirmiş. Örneğin, işkence edilen bir hayvanın sesini duymak için çığlığın ne kadar yüksek olması gerekir? Çiftlik hayvanlarına yaptıklarımızı mazur gösterecek tat alma dışında herhangi bir neden gösterin bana? Istırap ile beslendiğimiz ortada. Biri bize etimizin nasıl üretildiği ile ilgili bir film göstermeye yeltenecek olsa bir korku filmi izleyeceğimizden eminiz. Karnımızı gerçek anlamda işkence görmüş etle doyuruyoruz. Tavukçuluk tesisleri iyi veya kötü işletilsin, gezen tavuk olsun olmasın temelde birbirinin aynısı. Tüm kuşlar Frankenstein benzeri aynı genetik malzemelerden üretiliyor. Tümü hapsedilmiş, hiçbiri yuvalanmak, tünemek, etrafı keşfetmek ve sabit sosyal birimler oluşturmak gibi türe özel darvranışlarını sergileyemiyor, hastalıklar kol geziyor, eziyet elzem oluyor. Gerek yazarın çiftlik ziyaretlerindeki gözlemleri gerekse bu çiftliklerde çalışan işçilerin anlattıkları kitabın en rahatsızlık verici bölümleri ancak beni daha da rahatsız eden ve korkutan kısım tüm öfkelerini hayvanlara yansıtan işçilerin sadizmi ve bu hayvan istismarlarına yöneticilerin göz yumduğu, dahası otoritelerin hukuki işlem yapmayı reddetmesi oldu. Bu konuyla ilgili en az rahatsızlık veren aktarım şu paragraf olabilir. “Tyson Foods önemli bir KFC tedarikçisi. Büyük Tyson tesislerinden birinde yapılan araştırma, bazı işçilerin üstlerinden aldığı yetkiyle bilinci tamamen açık kuşların kafalarını kopardığını canlı askı alanına işediğini ve gelişigüzel ayarlanmış kuşların boynu yerine vücudunu kesen otomatik kesim aletinin tamir edilmeden çalışmasına göz yumduğunu ortaya koydu. KFC tarafından Yılın Tedarikçisi seçilen Pilgrim's Pride'da şuuru tamamen açık haldeki tavuklar tekmeleniyor, eziliyor, duvarlara fırlatılıyor, gerçek anlamıyla sıkılma suretiyle bokları çıkarılıyor ve gagaları kesiliyordu. Ayrıca Tyson ve Pilgrim Pride sadece KFC'ye çalışmıyordu, bunları kaleme aldığım sırada ülkedeki en büyük tavuk imalatçıları olan bu iki şirket yılda yaklaşık beş milyar kuş öldürüyordu.” Endüstriyel bir domuz yetiştirme tesisinde gizlice videoya çekilen görüntülerden ise birkaç Orwell 1984'ü çıkabilir diyorum. Sınai çiftliklerinin güç simsarları ticari işleyişlerinin ne yaptıklarını göremeyen veya işitemeyen tüketiciler üzerine kurulu olduğunu gayet iyi biliyorlar. Hayvan Yemek – Jonathan Safran Foer (Siren Yayınları)
Yorumlarselma
{ 26 Ekim 2012 05:32:47 }
Evet,birileri bir gun cikip bunlari yazacakti.Yanlisin karsisinda dogru oldugu surece kazanan dogrular olacak.Hadi daha cok insan gorsun diye paylasalim.Paylasalimda dunya daha guzel olsun
"Yasamak bir agac gibi tek ve hur ve bir orman gibi kardescesine" Saygilarimla, Selma selma
{ 26 Ekim 2012 05:13:36 }
Evet,birileri bir gun cikip bunlari yazacakti.Yanlisin karsisinda dogru oldugu surece kazanan dogrular olacak.Hadi daha cok insan gorsun diye paylasalim.Paylasalimda dunya daha guzel olsun
Diğer Sayfalar: 1. "Yasamak bir agac gibi tek ve hur ve bir orman gibi kardescesine" Saygilarimla, Selma
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|