|
Armutlar ve ElmalarKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 21 Ağustos 2012 12:46:42 Ömrüm boyunca haksızlığa hiç dayanamadım, isyan ettim. Eğer isyanım kabul görmezse, bir kenara gider oturur ağlardım. Çocukluğumda okuduğum yatılı okulda ne zaman haklı olduğum bir konuda güçsüz duruma düşsem, okulun görünmeyen bir kaya başısı vardı, orada ağlardım. Benim yaptığımı, arkadaşlarım da haksızlığa uğradıklarında yaparlardı.
Hatta evini özleyenler de bu kayanının başına gider, gözlerden uzak bir köşe olduğu için orada ağlar, özlemlerini göz yaşlarına bağlar kayaların üzerinden kayıp uçmasını dilerlerdi. Her konudaki haksızlığa isyan etmişimdir. Yalnız bana değil diğer toplum bireylerine yapılan haksızlıklara da isyan edişim, hep haksızlığa karşı oluşumdandır. Bana yapılmasını istemediğim hiçbir konunun bir başkasına yapılmasına da tahammül edemem. Çocukluğumda yatılı okulda Talas köyünde bir postane vardı, gidip mektuplarımızı aldığımız. Ankara’daki evimizde telefon olmadığı için yan komşumuzda bulunan telefonun numarasını verir, evi telefonla arardım. Bir gün, bütün gün telefon bağlanmasını beklediğimi bugün gibi hatırlarım. 1969 senesinde evlilik birliğimi kurduğumda evimizde telefon bile yoktu. Bir konu için eşimi aramak gibi bir lüksüm o tarihlerde hiç olmamıştı. Yeni evli olduğumuz sene bir gün annem eşimi ziyaret için evimize gitmek istediğini bana söylediğinde ‘’Evime ne zaman istersen gidebilirsin’’ diye annemi teşvik etmiştim. Eşimi konudan haberdar etmediğimden, eve giden annem kapının açılmadığını görünce, iki göz iki çeşme bana gelip şikayet etmişti. Şimdi olsa‘’ Aç cep telefonunu, kızım evde isen ben geleceğim‘’ dersin, evde ise gidersin. Postanede bir gün telefon beklemenin ne demek olduğunu bu günlerde çok az insan bilir. Teknolojinin gelişme sürecinde bir çok konu gibi telefonun da çok hızlı evrim geçirdiğini son otuz sene içinde yaşayarak gördük. Hangi konuyu biraz eşeleseniz mutlaka gelişim evresinde dev adımların atıldığı görürsünüz. Çocukluğumda mahallede inşa edilen bazı çok katlı binaların beton atılmasını ilgi ile seyrettiğim çok olmuştur. Her kata iki aktarma iskelesi kurulur, beton harcı, aktarma iskeleleri marifetiyle bir seviyeden kürekle diğer seviyeye aktarılırdı. Bu işlemle aynı zamanda beton karışmış olurdu. Bir binanın kat betonu bir kaç günde tamamlanırdı. Bu nedenle her kat yükselmesi bir aydan fazla vakit almaktaydı. Belki de yüksek katlı binalar bu nedenle yapılmamakta, beş katın üzerine pek çıkılmamaktaydı. Şimdi ise betoniyerlerde hazırlanan beton yüzdesi belli karışımı, çok katlı binalara pompalar vasıtası ile yükseklere çıkartmaktalar. Bir katın betonu bir gün içinde tamamlanmakta. İnşaatını yaptığımız rüzgar santrallarında da bir kule zemin betonu bir seferde ve aynı gün yapılmakta. Nereden nereye geldiğimizi yaşarken görmek ne kadar da güzel. Bu günleri, bu gelişimi idrak ederek yaşamak ne kadar da güzel. Geçtiğimiz son elli sene içinde karayolu yapımının geçirdiği evreyi izlerken hayretler içinde kalmaktayım. Yol yapım teknikleri gelişmekte, eskisi gibi düzlenen bir güzergaha serilen mıcır üzerine katran dökme devrinin çoktan geçtiğine şahit olmaktayız. Yeni asfalt teknikleri gelişmiş, alt zemine ince toprak asfalt gibi dökülmekte. Bu zeminin sıkıştırılıp üzerine asfalt döşenmesinin yolun ömrünü arttırdığına şahit olduk. Türkiye, diğer ülkelerden çok değişik bir iklime sahip olduğundan, bu yapım tekniğinin Anadolu yollarına çok uyduğuna inanmaktayım. Yaz ve kış ile gece ve gündüz ısı farkının yol yapımı için çok önemli olduğuna inancım tamdır. Rahmetle andığım babam, iş hayatına atıldığı yıllarda İzmit- Kandıra yolu ile Besni – Adıyaman yollarını yaparken nelerle karşılaştığını anlatırdı. Bir yol güzergahında bir tünel yaparken ne çektiğini bizimle paylaşmıştı. Hiç küçümsenecek bir emek olmaması lazım, imkansızlıklar içinde bir eser meydana getirmek pek kolay olmasa gerek. Nereden baksanız her iki yolun uzunluğu pek önemsenecek bir mesafe olmasa da günün yol yapım teknolojisine bakarsanız önemli bir mesafedir. Sadece karayolu yapımını değil demir yolu ağını da ele almak gerekir. Kazmalarla oyulup, dinamitler patlatılıp, dağların nasıl delindiğini görmemekle birlikte, Cumhuriyet döneminde demiryolu inşaatının nelerle karşılaştığını tahmin edebilmekteyim. Bu gün ise 15 metre çapa kadar ‘’köstepek’’ adlı bir makina ile bir yerden girilip diğer yandan çıkılmakta. Dağların delinmesinin zor bir görev olmaktan çıktığını görmekteyiz. Bir başka makina ise hem kalın mıcırları döşerken bir başka sistem traverslerleri döşeyip rayları üzerine monte ederek vidalamakta. Nerede o rayların her birinin eğiminin bakıldığı, terazisinin hesaplandığı ray döşemenin kabus olduğu günler! Adamın biri çıkarak ve hesap yapmadan ‘’Bizim zamanımızda yılda 135 kilometre demiryolu döşedik, ya sen! ‘’ diyerek geçmiş iktidarlara soru sormaya kalktı. Ne kadar banal bir beyanat . Tıpkı bir şehirdeki imamın ‘’Düğünde eşi, kızı oynayan deyyustur.‘’ demesi gibi bir şey. Kanımca elmalarla armutlar yine karışmaya başladı diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|