Hayat amaçları, gelecek hayalleri ellerinden alınmış, yalnızca emekli olup öteki dünya için yaşayan insanların çoğunlukta olduğu, amaçları olan insanların deli diye adlandırıldığı, öteki dünyayı pazarlayan yöneticilerin, ortalama zekalıların akıllı olarak tanımlandığı bir ülkede insan olmak ya da olamamak...
İnsan olabilmek zaten zor zanaat...
Özelde Türkiye’de genelde dünyada gözünün feri sönmüş ezici çoğunluk kültürü egemen. Öz sermayesini, değerlerini, hatta insanlığını yitirmiş toplumlar oturmuş izliyor.
Sorarsan, ellerinden ne gelir?
Elimden ne gelir diyenler yanında, elinden gelenleri son noktasına dek kullananlar: Hayrettin Karaca, Muazzez İlmiye Çığ, Julian Assange ve niceleri…
Paranın araç olmaktan çıkıp amaç olduğu günümüz küreselleşen tüketim dünyasında, asıl neye sahip olduğunuz ne kadar zengin olduğunuzu göstermez, neye gereksiniminizin olmadığı ne kadar zengin olduğunuzu gösterir.
Peki, çıkar ilişkisi olmayan insanların birbirinin gözüne bakmadığı bir dünyada insanlara toplumsal sorumluluk nasıl aşılanır ve bu kişilerde mücadele ruhu nasıl oluşturulur?
Klasik yanıt: Eğitimle.
Tamam da hangi eğitim?
Eğitim idare edenlerin doğru bildiklerini gelecek nesillere dayatması mıdır ki dünyanın bir çok yerinde böyle oluyor.
Bence değil.
Buna dense dense propaganda denir.
Eğitim evrensel doğrular ile insanların hayal gücünü büyülemek, geliştirmektir.
“Hayal gücü yok edilen nesiller, hayal gücü gelişmiş nesildaşlarının kölesi olurlar” derler.
Propaganda hayal güçünüzü köreltir.
İster bu, 5+3+4 ister 4+4+4, isterse 5+5+5 olsun.
Siz sanatta, siyasette, sorgulamada insanların, sınırların ötesine geçmesini önlerseniz ortada eğitim kalmaz.
Çünki hayal güçü sınırların dışına çıkabilmektir.
Ancak böyle bir eğitim insanı birey yani insan yapar.
Bu kimin işine gelir...?
Onu bilemem!