İstanbul'dan ayrılmadan önce aldığım dört müzik cd`sinden biri Girdab-ı Mihnet. Erdal Erzincan'ın hazırladığı, çalıp söylediği 2011 yılı yapımı bir türkü demeti. Erdal Erzincan'ın çıkardığı, bulabildiğim tüm çalışmalarını hem internet üzerinden dinliyorum hem de sonra gidip mutlaka satın alıyorum. Elbette müziğin niteliği çok daha üstün oluyor o zaman. Öte yandan içim rahat ediyor. Değer verdiğim sanatçıların emeklerine duyduğum saygının gereğini yerine getiriyorum.
Melbourne’a döneli üç hafta oldu. Kışımız kışa benziyor artık. Bu sabah tren yollarına düşemedim. O nasıl bir soğuk, fırtına. Kendimi kandırdım, dedim ki, yolun uzun, Erdal Erzincan’ı dinleyerek güzel güzel, sıcak sıcak git arabanda. İyi ki de kıyamadım kendime de kandırdım.
Müzikte yalınlığı çok seviyorum. O yüzden örneğin oda müziğini de çok seviyorum. Hırpalamadan, görkemi ile üstüne çullanmadan insanın ruhunu yavaş yavaş açmasına izin veriyor. Bir kişinin çalıp söylediği türkülerse beni hep başka bir derinliğe taşıyor. Hele çalınan bağlama ise.. Bağlamadan böyle değişik seslerin, hem de aynı anda nasıl çıkabildiğini, bu sesleri ezgiye dönüştürmenin nasıl bir ustalık olduğunu bir türlü anlayamıyorum ama ne olağanüstü bir beyin yapısı ile olabileceğini, hayranlıkla hücre hücre bütün bedenimde duyumsuyorum.
Erdal Erzincan da bütün ustalar gibi, çalıp söylerken sanki yalnızca soluk alıp veriyor, öyle rahat, öyle doğal... Öyle zorlamasız ki... İnsan eline sazı alıp kendi de çığırmaya başlayabilirmiş sanıyor.
Daha ilk anlardan, sesi, sazının tınıları ile kendimi hemen ana kucağındaymış gibi rahat, hoşnut duyumsamaya başladım.
Sonra başka bir şey oldu. Üçüncü türküde bir silkelendim. Baktım ki bir sel gelmiş, kapılmış gidiyorum. Gürül gürül değil, içten, dupduru, tertemiz akan bir sel... Saldım kendimi ‘Ela Gözlü Şahım” ile aşk seline.... O bitti ben yine açtım. Dönüp dönüp verdim sele kendimi...
O aşk dolu yakarış...
Be hey ela gözlü şahım
merhamet kıl padişahım
ölüm vardır alma ahım
bu canım arzular seni
bülbülün oldum ötmeye
güllerde mekan tutmaya
ah sarılıp da yatmaya
kollarım arzular seni
Erzincan’ın yapmacıksız, iddiasız sesi ile bütünlenen bağlaması... Bir yandan çok özgün, çok çağdaş derken öte yandan işte Gevheri’nin sözlerinin özü bu, hiç bir bozma yok, en saf halinde böyle diye ta yüreğinde hissetmek...
Şahinin oldum uçmaya
uğrayıp yoldan geçmeye
tenha bulup da kaçmaya
bu gönlüm arzular seni
beklerim yarim gelince
azrail canım alınca
gevheri turab olunca
bu cismim arzular seni
Sözlerin anlamını sözcüklerin anlamının ötesine geçerek, Erzincan’ın söyleyişi, çalışı ile seziyor insan.
Geleneğe sonuna dek ait olarak okumak, öte yandan o birtanecik benzersiz kendi olarak yorumlamak bu işte. Ustalık bu. O benzersiz kendini eritmek geleneğin içinde, kendini bozmadan çoğaltmak, geleneği yaralamadan dönüştürmek.
Erzincan, aynı türkünün içinde bile yinelemiyor kendini, her soluk alışı, tellere her dokunuşu ile hem geleneğin süregenliğini hem de yüreğindeki değişimlerle hayatın devingenliğini birlikte yaşatıyor.
Hayat ah hayat... Nasıl da güzel, benzersizsin. Sunduğun bunca çile bunca armağan... Ne az dersin ne çok... Onların hepsini sana yakıştıran biziz.
Koca dünya koca dünya
Hem gündüz hem gece dünya
Her gelen bir bakar gider
Bir pencere koca dünya
Kars yöresinden ‘Yaralı Mahmut’ adlı bir türküden bu sözler de...
Erdal Erzincan, her türkünün altına esinlenmelerini de yazmış kısaca, sonra bir aşığı, bir ustayı, bir dostunu anmış. Haydar Ağbaba, Ali Ekber Çiçek, Feyzullah Çınar, Celal Güzelses bunlardan bazıları. Hakbilirlik nasıl da yakışıyor Erdal Erzincan gibi bir ozana.
‘Yaralı Mahmut’ sayfasında demiş ki:
“her türlü yarayı topluma mal ederek sarmayı başarabilmiş aşıkların heybesinden”Bu sözlerin anlamını içimizde duyarak anlamamız için Erdal Erzincan’dan dinlemek gerek diyorum.
Ama internet’den değil. “Girdab-ı Mihnet” albümünü alarak.
Sonra kendinizle başbaşa kalabileceğiniz o ilk anda, armağanınız olsun kendinize...
Aşk seline minnetle kapılanlara aşkolsun.