A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Bir kış akşamında evler ve tek başınalık

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Saba Öymen | 26 Temmuz 2012 09:16:49

Evde olmak düşüncesi yumuşacık, sıcacık bir battaniyeye sarınmışım hissini verir bana hep. Evi, ev duygusunu seviyorum. Eve girip kapıyı bütün dünyaya kapatabilme özgürlüğünün, kendimizle kalabilme özgürlüğümüzün olmayacağı bir yaşam ne denli güç olurdu. Yaşanmaz olurdu.

Akşamın indiği saatlerde değişik sokaklardan geçerek yürüyordum. Işıkları tek tük yanmaya başlayan evler hep güzel şeyleri çağrıştırdı bana yine. Mutluluğu ve dinginliği... Alçak sesle tatlı tatlı konuşmayı, dışarıya gözlerini kapatıp kendi içine bakmayı...

Ev, yaşamın bize biçtiği ya da kendimizin gönüllü olarak üstümüze alıverdiğimiz bütün o rollerden kurtulabildiğimiz tek yer. Dışarıyla yeniden yüzleşebilme gücünü bedene ve ruha doldurmanın en kolay olduğu yer.   

Evle yalnızlığı bağdaştırıyorum ben. Ama yalnızlık derken dingin ve mutlu yalnızlığı...  Türkçenin eksik kaldığı bir nokta bu. İngilizcedeki “solitude” kavramından söz ediyorum. Loneliness değil. Alman/ Amerikalı düşünür Paul Tillich “İngilizce dili yalnız olmanın iki farklı yanını bilgece sezmiş ve acılı, mutsuz yanını ifade etmek için “loneliness”,  mutlu, güzel, şerefli yanını ifade etmek için “solitude” sözcüklerini oluşturmuştur.” diyor. Türkçede bu iki kelimenin sözlük karşılıkları yalnızlık, tek başınalık, ıssızlık ve  bir de inziva. Bunların arasında, sözünü etmek istediğim anlamda yalnızlığı en iyi anlatan bence tek başınalık.

Önünden geçtiğim, yarı açık perdeleri sıcak, sarı davetkar bir ışıkla aydınlanmış evlerin duvarlarının ardında kim bilir neler oluyor? Işığın içinde dolaşan, hareket eden gölgelerde mutlu insanların imgesi var. Fakat biliyorum ki, perdelerin örttüğü yaşamlar bunlar. Neşe kadar keder, mutluluk kadar korku, sükunet kadar kızgınlık var duvarların ardında. Bir akşam üzeri yürürken “Artık çocuk değilim, bana karışamazsınız,” diyerek kapıyı vurup çıkan bir genç kızla ardından sokağa fırlayan bir anne görmüştüm bu evlerden birinde.  Anne “Nereye gidiyorsun gel buraya” diyor, baba içerden “Bırak ya nereye giderse gitsin, çocuk değilmiş  bak” diye bağırıyordu.  

Ev,  kızgınlıkların, korkuların, acıların yaşandığı yer. Şefkatle sarmalayan yer de ev. Evde olmanın, tek başına olmanın toparlama, iyileştirme, yeni bir güçle ayağa kaldırma yeteneği var.

Sürekli olarak iletişim halindeyiz. Cep telefonları... İnternet... Mesajlar geliyor, mesajlar gidiyor, e postalar yanıtlanıyor, yenileri gönderiliyor, messenger’dan skype’dan sohbetler ediliyor, facebook’ta, twitter’da herkes birbirinin hayatını izliyor. Özel yaşam kimi zaman özel olmaktan çıkıyor; saklılık, gizlilik, kişiye özel olma kavramları değişiyor. Ya da daha da önemlisi, hayatımızın göstermek istediğimiz kadarını göstermek istediğimiz biçimde göstermek istediğimiz kadar çok sayıda kişiye sunuyoruz. Yani bir ölçüde rol yapıyoruz. Belki de bunun için seviliyor sosyal medya. Bütün bunlar olurken tek başınalıktan duyulan mutluluk, kendine eşlik etmekten alınan keyif yok oluyor. Tek başınalık... Artık belki hiç özlenmeyen, belki özlenen ama korkulan, karşılaşınca ne yapılacağı, nasıl başa çıkılacağı  bilinmeyen şey.

Geçenlerde okumuştum, ortalama bir genç kız ya da erkek ayda 3339 cep telefonu mesajı gönderiyormuş. Böyle bir ortamda tek başınalık özlemi duyulacak birşey olmalıydı değil mi;  tam tersine sürekli uyarılmaya alışan insanlar için tek başınalık tuhaf, yanlış, olmaması gereken, kaçınılacak  birşey gibi artık.  Belki bu düşünce teknolojiyle gelen bir düşünce değil, belki hep vardı. İnsanlar yalnızlara hep biraz acımışlardır. Kalabalık bir grup olarak gittiğimiz  lokantalarda, çok seyrek olarak gördüğümüz tek başına yemek yiyen insanlar için üzülen birisi mutlaka çıkardı. Tek başına olmaktan keyif alıyor olabileceği, böyle bir olasılık olduğu hiç bir zaman gelmezdi akıllara.

Kendileriyle başbaşa kalmayı seven insanlar gördüm, tanıdım ve onlara yakın hissettim hep kendimi. Öğle tatillerini arabasında meditasyon yaparak  geçiren, bunu hiç bir gün aksatmayan bir iş arkadaşım vardı. O yarım saatte kendiyle başbaşa kalamayacak olursa  günün geri kalanına katlanamayacakmış gibi hissederdi. Bir başka iş arkadaşım her öğlen arabasına atlar, işyerinden uzaklaşır, yakınlardaki bir parkta kısa bir yürüyüş yapardı mutlaka. Bir de bir roman kahramanı düşüverdi şimdi aklıma. Barış Bıçakçı’nın Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra adlı romanında, roman kişilerinden biri bir öykü okur. Öyküde iş yerinden kalabalık bir grup hafta sonunu şehirden uzakta bir göl kıyısında birlikte geçireceklerdir. Hani şu tanışıp kaynaşmak ve verimliliği arttırmak için düzenlenen etkinlikler olur ya, öyle bir etkinlikte bir araya geleceklerdir. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra otele vardıklarında, yer ayrılırken bir yanlışlık yapıldığını, oda sayısının yetersiz olduğunu ve odayı birisiyle paylaşması gerektiğini öğrenir öykünün kahramanı. Geceyi iş yerinden biriyle aynı odada geçirmenin düşüncesi bile genç adamın kaskatı kesilmesine, çileden çıkmasına neden olur. Kendiyle olmayı seven, kendiyle kalmaya ihtiyaç duyan birinin tepkisi...

Elbette insanlar farklı farklı. Bir gruptan öteki gruba konan parti kelebekleri... Masa masa dolaşıp her masada iki sözcük bırakıp iki sözcük toplarsa rahat edenler ve ötekileri de rahatlatmayı başarabilenler... Sandalyesine yapışıp kalıp, yanındakiyle derin ve anlamlı bir sohbete dalanlar... Masada yanına düşenle zoraki sohbet ederken gece bitse de eve gitsem diye düşünenler. Herkesin yeri ayrı, herkese yer var.

Ama insan “herşey tam olması gerektiği gibi, evet tam olması gerektiği gibi” duygusunu yalnızca tek başınayken yaşayabilir bence.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 9.2 / 6 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

kevser dogan { 05 Ağustos 2012 10:29:50 }
zeka ile orulmus bu guzel yaziniz bana iki onemli seyi dusundurdu. Eger yalniz kalma ihtiyaci bir sosyal doyumun arkasindan sonra secim olarak geliyorsa o ic huzu rkendi kendini tanima veya sadece hicligi hissetmek icinse olumludur sizin yazinizdaki yalnizlik boyle bir yalnizli saniyorumki.birde dil kultur iliskisi temel anlamda dil bir ihtiyac urunu olmaliki bizim yabanci oldugumuz bir duyguya isim bulma ihtiyaci hissetmiyor olmaliyiz. Insani kendine yakinlasmaya davet eden yaziniz icin tesekurler klavyenize saglik
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







İşçiyi Bırak Kutlasın
Erişim engeli sonrası X'te Ekrem İmamoğlu akımı
Papa Françesko yaşamını yitirdi.
Yunanistan Türk yatırımcıların adalara ilgisinden endişeli
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'den Avrupa'ya İmamoğlu ile dayanışma çağrısı

Hint - Pasifik'teki Güç Oyunları: Dörtlü İttifak ve Deniz Hakimiyeti İçin Mücadele
Suriye, Irak ve İran'daki PKK uzantıları ne olacak?
Hindistan-Pakistan Savaşı Senaryosu
Hindistan - Yeni Zelanda: Sessiz ama Kritik Bir Ortaklık
Gazze'de gıda stokları tükendi: Açlık krizi derinleşiyor

Trump: Çin'den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergisi oranı % 125'e çıkarılacak
Trump yeni gümrük vergisi tarifelerini açıkladı.
Avrupa’nın en az et yiyen ülkesi Türkiye: Fiyatlar 5 yılda % 1230 arttı!
Türkiye'de ekonomi bir kez daha belirsizlik döneminde
ABD-Çin hattında ticaret savaşı: “Soğuk Savaş’tan beri görülmemiş bir rekabet”

Avrupa gözünü ABD'li akademisyenlere dikti.
Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü

Osman Hamdi Bey’i bilmeyen varsa bile herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi’ni bilmeyen yoktur ya “Mihrap” tablosu...
JAK İHMALYAN'DAN: “RESİM ANLAYIŞIM”
Jak İhmalyan sergisi İstanbul'da
MADELEİNE RİFFAUD, 1924-2024
KOLLEKTİF OYNAMALI KAZANMAK İÇİN

Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?
Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham

Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.

Çin, HDMI ve DisplayPort alternatifini piyasaya sürdü.
Telefonlar depremi 30 saniye önce bildirdi…
Çin'den gövde gösterisi: Yarı maratonda robotlar insanlarla yarıştı…
Çin'in 10 yıllık yüksek teknoloji planı nasıl işledi?
Devrimsel Bir Teknoloji: Kaykay Şasi

NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.

UNICEF raporunda Türkiye'deki çocuklar son sıralarda
AP'den Türkiye'ye sert mesaj: Kriterler müzakere edilemez
Af Örgütü: Türkiye'de yargıya müdahale derinleşti
"Türkiye'de gazeteciler baskı ve yıldırma ile karşı karşıya"
Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 2024 yılı yolsuzluk algı endeksi açıklandı!

İKİ DİRENİŞ
Bu sistemdeki bir kusur değil, sistemin kendisi
Post-truth dünyada adalet nedir?
1919-1922'de Bir Mayıs’lar, Gösteriler, Yürüyüşler
Türkiye halkı otokrasiye direniyor. Sessizlikten daha fazlasını hak ediyorlar.

ŞEHR-İ İSTANBUL
MECLİS PAKETİ
Bir Fırtına Tuttu Beni
MAGNA CARTA
KURBANIM BUGÜN

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git