|
|
İç Talep Daralıyor; "Hayalî İhracat" başlıyor.Kategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Prof.Dr. Korkut Boratav | 23 Temmuz 2012 09:27:44 TÜİK Ocak-Mart 2012 dönemine ait milli gelir tahminlerini yayımladı ve gayri safi yurt içi hasılanın üç ayda yüzde 3.2 oranında büyümüş olduğunu belirledi. "Yumuşak iniş mi?" Belki... Ancak arka plandaki iki olumsuz saptamayı da vurgulayalım:
(1) Milli gelir büyümektedir; ama iç talep daralmaktadır. (2) Tuhaf bir “hayalî ihracat” olgusu ortaya çıkmıştır ve büyüme hızı bu etken nedeniyle abartılmaktadır. *** Aşağıdaki tablo bu saptamaların nicel dayanaklarını ortaya koyuyor. Tablonun öğelerini hatırlatalım: “Harcamalara göre gayri safi yurt içi hasıla”nın (milli gelirin) bir bölümü iç talep öğelerinden (tablonun ilk üç satırından) oluşur: Özel tüketim, cari kamu harcamaları (kamu tüketimi) ve yatırım harcamaları... Şimdi de iç talepte 2012’nin ilk üç ayında gerçekleşen değişmeleri, 2011’le karşılaştıralım: Özel tüketim harcamaları aynı kalmıştır. Kamu cari harcamaları ılımlı (yüzde 5.5 oranında) bir artış göstermiş; yatırımlarda ise daha yüksek düzeyde (yüzde 7.3’lük) bir gerileme gerçekleşmiştir. Bu üç ana harcama öğesinin toplamına baktığımızda, Ocak-Mart 2012’de iç talebin, bir önceki yıla göre yüzde 1.3 oranında daralmış olduğunu belirliyoruz. Kısa vadede iç talepteki iniş-çıkışların dış kaynak hareketleri tarafından belirlendiğini öteden beri vurguluyoruz. Tablonun son satırında Türkiye ile dış dünya arasındaki yerli, yabancı, kayıtlı, kayıt-dışı sermaye hareketlerinin toplamına bu nedenle yer veriliyor. Toplam dış kaynak hareketlerindeki yüzde 33.6’lık gerileme, iç talepteki daralmanın ana etkeni olarak ortaya çıkıyor. *** Peki, yüzde 3.2’lik büyüme nereden kaynaklanıyor? Milli gelir, yukarıda açıkladığım iç talep öğelerine dış ticaret kalemlerinin katılmasıyla hesaplanır. Dış dünyanın Türkiye’de yaptığı harcamalar mal ve hizmet ihracatı (satır 4); Türkiye’nin dış dünyada yaptığı harcamalar ise ithalat (satır 5) kalemleriyle ifade edilir. Özel tüketim, kamu tüketimi ve yatırım harcamalarına ihracat eklenir; bu toplamdan ithalat çıkarılır. Tablonun 6. satırındaki milli gelire de (sabit, yani 1998’e ait fiyatlarla) böylece ulaşılır. 2012’nin Ocak-Mart aylarında dış ticaret açığı devam etmektedir; ama 2011’e göre azalarak... İki dönem arasında ihracat yüzde 13.2 artmış; ithalat yüzde 5.1 oranında daralmış; milli gelir bu sayede (yavaşlayarak da olsa) yüzde 3.2 oranında büyüyebilmiştir. Bu noktada “hayalî ihracat” olgusu ortaya çıkıyor: Mart’tan itibaren İran’a yapıldığı ileri sürülen altın transferleri TÜİK tarafından ihracat içine yerleştirilmekte; bu işlem milli gelir tahminlerini de yukarıya çekmektedir. Mustafa Sönmez arkadaşımız 14 Temmuz’da Cumhuriyet’te Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ile TÜİK’in İran’a ihracat verilerini karşılaştırarak bir hesaplama yapıyor. Ve gösteriyor ki önceki aylarda başabaş seyreden iki seri arasında Mart 2012’de 486 milyon dolarlık bir fark oluşuyor. Ve bu rakam, İran’a yapıldığı ileri sürülen altın ihracatıdır... İşin aslı şudur: AB ve ABD’nin İran’a karşı uyguladıkları ekonomik yaptırımlar Mart’ta uluslararası banka işlemlerini kapsamış; İran’dan ham petrol ve doğal gaz ithalatının (örneğin Mart’taki 1.6 milyar dolarlık ithalatı) karşılığını banka transferleri ile ödemek güçleşmiştir. Bu ithalatın bir bölümü, anlaşılan, külçe altın transferleriyle karşılanmıştır. Bu transferleri TÜİK ihracat olarak kayda alıyor; TİM ise “normal” ihracat rakamlarını kapsamayı sürdürüyor. 486 milyon dolarlık fark böyle oluşuyor. İhracat rakamlarının “İran” ve “altın” kalemlerinde Mart’ta başlayan sıçramayı başka türlü açıklamak güçtür. Bu durumda, Ocak-Mart dönemindeki 43.7 milyar dolarlık mal ve hizmet ihracatının yüzde 1.2’si (486 milyon doları) İran’a “hayalî ihracat” olarak yorumlanabilir. Dikkat ediniz: Türkiye’de üretilen bir mal veya hizmetin (örneğin İstanbul’da üretilen ziynet eşyalarının) ihracatı değil, külçe altın transferleri söz konusudur. Türkiye, Güney Afrika gibi altın üreticisi ve ihracatçısı bir ülke değildir. Bu durumda altın, ithalatın finansmanında kullanılan ve döviz yerine geçen bir ödeme aracıdır. Altın ithalatı, ihracatının çok altında seyrettiği ölçüde bu “ödeme” ülkedeki altın stoklarından, rezervlerinden karşılanmıştır. Bu ödeme yöntemini, altın ihracatı olarak gösteren TÜİK, bir süre sonra döviz ihracatı diye bir kavram icat ederse şaşırmayınız. Peki, İran’a yapılan bu hayalî ihracat, milli gelir tahminlerini hangi oranda etkilemiştir? Tablomuzdaki 2012 ihracatını yüzde 1.2 oranında aşağıya çekelim ve milli gelir hesabını yeniden yapalım: Ocak-Mart 2012’deki büyüme hızı yüzde 3.2’den, 2.9’a inecektir. Altın transferlerinin yarısı, altın ithalatının re-eksportu ile gerçekleşmişse, büyüme hızı yüzde 3’e düşecektir. Aynı veriler İran’a hayalî ihracatın Nisan-Mayıs’ta da süregeldiğini gösteriyor: Banka transferlerinin güçleştiği Mart-Mayıs 2012 döneminde altın “ihracatı” 3.1 milyar dolar ve toplam mal/hizmet ihracatının yüzde 4.2’si olarak gösteriliyor. TÜİK bu “ihracatı” da milli gelir hesaplarına kattığı takdirde, önümüzdeki dönemde büyüme hızının abartılma oranı, Ocak-Mart’taki boyutu fazlasıyla aşacaktır. *** Peki, gerçek durum nedir? Radikal’de Uğur Gürses’in yazdığı gibi İran’a üç ayda 58 ton altın gerçekten taşındı mı? Yoksa, İran, alacaklarının bir bölümünü Türkiye’de döviz hesaplarında mı tutuyor? Veya, bankalar dövizi, kitabına uydurarak, kayıt dışında mı transfer ettiler? Sorulara verilecek yanıtlara göre, işlemin ödemeler dengesi istatistiklerinin net hata/noksan kaleminde (kayıt-dışı sermaye girişi veya çıkışı anlamında) yer alması gerekir. Kesinlikle, “ihracat” sayılarının (dolayısıyla milli gelir hesaplarının) içinde değil... Bu gidişle, adım adım resmi istatistikleri kullanmaktan vazgeçmek zorunda kalacağız.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|