|
|
Noel EsintileriKategori: Ayorum Güncel | 3 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 09 Aralık 2007 04:37:27 Aralık ayına girdiğimizde Avustralyalıların "silly season" dedikleri döneme ayak atmış oluyoruz. Avustralya'da yaz ortasına denk gelen ve "gırgır dönem" diyebileceğimiz bu sürede herkes bol bol tıkınıyor, bol bol içiyor, kafalarına garip garip başlıklar takıyor, hediyeler alarak kapitalist ekonominin tüketim felsefesine gönüllü katkıda bulunuyor.
Bizim Fransızcadan alınma “Noel” adını verdiğimiz Hıristiyan bayramı “Christmas”, Sayın İsa’nın doğumunun kutlandığı bayram. Bazı dinci kardeşlerimiz “hazret” yerine “sayın” dediğim için bana kızarlarmışlar ama olsun. İsa saygın bir kişidir, Muhammed’in de saygın bir kişi olduğu gibi. İsa yoksullardan, ezilenlerden yana, bugünkü deyimiyle “anti emperyalist” bir kişilikti ve o günün emperyalisti Roma’ya karşı çıkmıştı. “Bir zenginin cennete girmesi devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zordur” demişti. Oysa bugün başta baba Bush ve velet Bush olmak üzere kendilerine Hıristiyan diyen birçok kişi zenginlikleriyle Hıristiyanlıkları arasında hiçbir çelişki görmeden yaşayıp gidiyorlar. Müslümanlıkta da yoksulu gözetme, yetim hakkı yememe gibi güzel kavramlar vardır. Ama bugünkü ileri kapitalist düzende başta Suudiler olmak üzere Müslümanlığın bu güzel yanları bir kenara itilmiş bir güzel. Hıristiyanlar bir de “Christian Science” diye bir ucube icat etmişler, yâni “Hıristiyan Bilimi”. Dincilerin bilime öykünmesi bana hep garip gelmiştir. Dinler inanca dayalıdır ve inanç bilimin karşıtıdır. Ama birçok din, inanç sistemlerine bilimsel bir kılıf giydirerek saygınlık kazanmaya çalışıyor. Dinin buyruklarına “ilim”, din konusunda bilgili olanlara “din âlimi” denmesi bu çabanın sonucu. Kuran’ın yorumunu yapmaya da “ilim” deniyor, din ile bilim arasındaki keskin ayırım bulandırılmaya çalışılıyor. Yeryüzünde insanlar boy göstermeye başladığından beri inançlar, inanç sistemleri olagelmiş ve insanlar öldükten sonra ne olacağını kara kara düşünmeye başladığından beri de ahiret, öteki dünya gibi kavramlar ortaya atılmış. Bunlar insanın ölüm karşısında duyduğu çaresizliğin ilâcı. Ve her insanın istediği inanç sistemine inanma, yaşamını ona göre düzenleme hakkı var ve olmalı. Ama bu inanç sistemleri bilimsel bir kisveye büründürüldüğünde bir mutakiyet kazandırılıyor, inançtan kaynaklanan doğrular, bilimsel doğrularmış gibi başkalarına dayatılmaya çalışılıyor. İşte din bu noktada dayatmacı oluyor ve tarihin birçok döneminde görüldüğü gibi faşist yönetimlerle kolkola gitmeye başlıyor. Oysa bilimdeki doğrular bile şartlı doğrulardır. “Su 100 derecede kaynar” dediğimiz zaman bile bunu “Saf su, deniz seviyesinde 100 Santigrat derecesinde kaynar” diyerek netleştirmemiz gerekir. Ama Sayın Muhammed’in söyledikleri 7. yüzyıl Arabistanı için geçerli imiş derseniz, bugün bunlar ne kadar uygulanabilir diye sorgularsanız İslâm “âlimleri” sizi dışlamaya hazırdırlar, size zındık, kâfir falan derler. Hıristiyanlıktaki reform hareketi ortaya çıkıncaya kadar İncil Tanrı’nın kelâmı kabul ediliyordu. “Kutsal kitap”ta herşeyin yanıtı vardı. Zaten adı da “The Bible”, yâni “Kitap” idi. Başka kitap yoktu sanki. Oysa İncil’i incelerseniz içinde Tanrı kelâmı olduğu iddia edilen çok az yer bulabilirsiniz. Bir Musevi olarak doğan ve bir Musevi olarak ölen Sayın İsa’dan sonra Tarsus’lu Musevi Pavlus’un icat ettiği bir dindir Hıristiyanlık. Müslümanlıkta Kuran’ın Tanrı kelâmı olduğu dogmasının yanısıra İncil’in de “indirilen” kitaplardan biri olduğu kavramı vardır. İncil’i okuyan kimse bunun pek te Tanrı kelâmına benzemediğini söylerse yanıt “değiştirilmiş, tahrif edilmiş” olmaktadır. Bu biraz Nasreddin Hoca’nın yıldız hikâyesine benzer. Hoca’ya sormuşlar “gökte kaç yıldız var” diye. Hocanın “eşeğimin kılları kadar” yanıtına itiraz edince de “inanmazsanız sayın” demiş. Şimdiki popüler deyimiyle topu onlara atmış. Şimdi siz gelin de İncil’in tahrif edilmemiş olduğunu ispat edin! Hıristiyanlıktaki reform, ortaya çıkıp palazlanmaya başlayan kapitalizm ile Hıristiyanlığı bağdaştırma çabası sonucu ortaya çıkıp serpilmiştir. Ve İncil’deki öyküler, efsaneler buna uyacak biçimde yorumlanabilmiştir. Bugün küreselleşme adı altında pazarlanan ileri kapitalizm de bu çizgide yola devam etmektedir. Burada Müslümanlık biraz köşeye sıkışmış durumdadır. Çünkü İncil’in aksine, inançlı bir Müslüman Kuran’ın Allah’ın kelâmı olduğuna inanmak zorundadır. Ve şu sureye inanıyorum, bu ayete inanmıyorum demek gibi bir lükse sahip değildir. Kuran’da bulunan çok kesin hükümler küreselleşmiş kapitalizm ile çeliştiği zaman ne yapma durumunda kalır? Çok açık bir örnek alırsak, Müslümanlıkta faizin haram olduğunu kimse inkâr edemez.
Osmanlı zamanında gayrimüslimlerin tefecilik yapması hoşgörülmüştür. Ama bu tefecilik sonucu kazanılan para bir Müslümana aktarıldığında ne olur? Faizciliği kendisi yapmadığı için o para helâl midir, haram mıdır? Eğer helâldir derseniz “faiz yasaktır” diyen Allah’ı aldatmaya çalışmış olmuyor musunuz? Bugün Müslüman ülkeler, faiz almadığını ileri süren İslâm bankaları, paralarını kapitalizmin göbeği Amerika’ya yatırdığında aynı aldatmaca içinde değil midir? Çevresindeki kırk ev halkı açsa boğazından lokma geçmemeli diyen Müslümanlık, emperyalist politikalar sonucu aç kalan insanlar gün be gün artarken bu emperyalizmi finanse etmeye nasıl devam edebilir? Örnekler çoğaltılabilir. İnananlar bu çelişkileri görmek zorundadırlar. İnsanın insanca yaşayabileceği bir dünya için!
Yorumlarmeltem hınçal
{ 03 Ocak 2008 04:57:49 }
insanoğlu bulunduğu yüzyılda giderek medenileşirken, bilim ve teknolojinin her nimetinden sonuna dek yararlanırken , iletişimini, rahatını, hayatını, sağlığını en yeni, en güncel ilerlemelerden faydalandırırken neden dini kitaplara inanmak yanında onları da zamana, yüzyıla,günün ihtiyaç ya da şartlarına uyduramıyor, hiç anlamamışımdır.bu dine ya da o kitaba saygı değil saygısızlıktır bence. ilkokulların bile neredeyse her yıl değişen müfredatı var. kutsal sayılan kitap nasıl olur da her zamana uyacak ,her zamanın ihtiyacını karşılayacak kapasitede olmaz endişesi bu değişmezliğin kaynağı. yaratıcının yetersizliği söz konusu olamayacağı için kitap her zaman ve şarta uyar düşüncesi ile insanlar fii tarihindeki düşünce ve davranış hatta ibadet şekillerini yaşatmaya çalışıyorlar.
mantıklı olanı kabul etmek ya da görmek nasıl bu kadar zor olur ki. 500 yıl önceki gerçek, yaşam, ibadet ve neredeyse herşey şimdikinden okadar farklı ki, yaratıcının bunu zaten bildiği kesin, ama insanoğlunun aklını kullanarak bunu görmezden gelmesi de ona bahşedilen özgür iradenin getirisi , geriye kalan yukarıdan izlemek.... mustafa alagöz
{ 16 Aralık 2007 15:11:00 }
Evrdenseller saltıktır, olgular ise göreceli. Varoluşa ait hakikatler, başka bir deyişle onların varlığı için olmazsa olmaz ilkeler düşüncededir. Bu düşünsel ilkelere bağlı olarak yaşamı organize etme ise tarihsel ve toplumsal koşullara bağlı olarak değişir, yani kültüreldir. Zamana ve koşullara aşkın olan hakikatlerin belirli bir görünüşünü veya uygulama-yaşama biçimini hakikatin kendisi zannetmek taasubu doğurur. Dinsel-mitolojik söylemlerin evrensel yanı gözden kaçarsa, onun simgesel anlatımı gerçekmiş zannedilirse burdan zulmün her türlüsü doğar. Marksistler Marksı, Kemalistler Atatürk'ü, Müslümanlar Hz. Muhammedi, Hıristiyanlar İsa'yı kendi duyusal bilinçlerinin, politik kaygılarının, geçici ve sınırlı anlayışlarının daracık alanına indirgediler. Dolayısıyla "takipçi takımının" anlayışı takip ettikleri şeyin dinsel-mitolojik ve felsefi boyutunu temsil etmez.
deniz gunal
{ 09 Aralık 2007 11:32:05 }
sevgili gundogdu, elinize saglik!
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|