Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin arkasında kurulan ve barakalar içinde tedrisatına başlayan Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin yerine bu günlerde Meclisin genişlemeden sorumlu kişilerinin aldıkları kararlara bağlı olarak, devasa binalar yapılmaya başlandı. Kule vinçlerinin dönüp durduğu bu inşaatın yapımından evvel, fora kazıklar çakıldı. İnşaat başlarken bir kaç sefer sahanın kenarına gidip izleme fırsatı buldum.
Temel kazılmasından evvel yıkılan taş binaların biri de, 1960lı senelerde kafeterya ve öğrenci birliği adı altında, eski tabiri ile ‘’Talebe Birliği‘’ olarak yapılan çalışma odalarını içeren binaydı. Sevdiğim bir çok dostum o tarihte talebe birliği başkanlığı ve yardımcılıkları yaptılar. Dersler arasında bazen kafeteryaya gelir çay içerdik. Bazen uzun ders aralarında Meclisin içinden geçip Akay caddesindeki bir kahvehaneye gider Briç ‘’Bridge’’ oynardık. Bir kitap dolaşırdı elden ele, üzerinde Charles Henry Goren’in yazmış olduğu Goren’s New Bridge adlı kitabı bizler için rehberdi.
Dersler arasında bir barakadan ötekine koşarak gider, geç kalmamaya gayret ederdik. Üniversitede karşılaştığım bir çok arkadaş, asistan ve hocalarımla iş hayatımda dostluklarımın devam ettiğine çok sevinmekteyim.
Okulda araç park yeri küçük bir sahayı kapsamaktaydı. Hatta basket sahamız araç park yerinin içinde bulunurdu. Okula araçları ile gelen yok denecek kadar azdı. Bir arkadaşımızın 1953 model Chevrolet marka aracı, bir başkasının da Oldsmobile marka açık mavi bir arabası vardı. Basketbol oynamak istediğimiz zaman ya Mithat’ı ya da İsmail’i çağırır araçlarını basketbol sahasından çekmesini isterdik.
Bir de Süreyya’nın motorsikleti vardı. O da iki tekerli aracını park yerine bırakırdı. Kendisi olmadığı zaman motorsikleti biz kaldırır bir kenara koyardık. Aynı okulda okumanın, aynı kültürü almanın bir başka ayrıcalık olduğuna inanmaktayım. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunları nasıl bir birine muhabbetle bakıyorsa, Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunlarının da bir birine muhabbetle baktığını düşünmekteyim. Aslında bir çok yatılı okul mezunlarının da birbirine bağlı olduğunu izlemekteyiz. Bir okulda talebelerin bir biri ile kaynaştığı yer, zamanlarının bir bölümünü geçirdikleri kafeterya olsa gerek. Üniversitedeki tek katlı kafeterya, talebelerin her konuda ihtiyacına cevap verebilecek cinstendi.
Sabahları burası bir simit bir çayla kahvaltı yapmaya elverişli yerdi. Öğlenleri tabldot yemek çıkardı. Kimin çıkardığını hatırlamıyorum ama inanılmaz ucuza karnımızı doyururduk. Kafeteryada hafta sonraları danslı çay düzenlenirdi. Kimi zaman Ankara Palas’ta çalışan ‘’Happy Boys’’ gelerek orada bizleri coştururdu. Piyano çalan Nino bu çaylarda çalmayı çok sever, davetimize hiç hayır demezdi. Mina bu toplulukta şarkı söyler, ince sesi ile şarkıları okuduğu salonu doldururdu. Genelde kafeteryanın bazı müdavimleri vardı. Oktay ve İstemi ayrılmaz bir bütünü temsil ederlerdi. Nerede Oktay’ı görsek, mutlaka İstemi de orada olurdu. Bir birlerine yaptıkları şakalar vardı, bizleri yerlere yatırırdı.
Bir de bir kız arkadaş vardı ismini pek hatırlamadığım ve onun Makine bölümünde okuyan erkek arkadaşı. Kafeteryada karşılıklı oturur saatlerce bir birlerinin gözlerinin içine bakarlardı. Bir zaman geçer, ikisi de aynı anda başlardı ağlamaya, dakikalarca ağlarlardı. Biz de onları seyreder bu garip ilişkiyi kendimize izah etmeye çalışırdık. Saatlerce göz göze bakışmanın, ağlamanın neyi ifade ettiğini anlamaya çalışırdık amma anlayamazdık. Biz bu iki arkadaşa ‘’Ağlaçkalar’’ adını koymuştuk. Ne zaman bunları kafeteryada görsek ağlama süreci üzerinde iddiada bulunurduk.
Şimdilerde ise insanlar ekranlara çıkıp bir kaç cümle söyliyerek gözyaşı dökmekteler. Bu gözyaşını seyreden ülkemde bazı kişilerin de birilerine yaranmak için ekranlara çıkıp göz yaşı dökmeye uğraşmasını garipsemekteyim. İnsanların en zayıf tarafının birilerinin ağlamasını görmek olduğunu düşünmekteyim. Hani bir ‘’Ağlaçka Partisi’’ kurulsa, mutlaka bu partinin başına takke giyen biri geçer, akıllardan uzak seçimlere katılsalar, büyük oy toplayacaklarına inanmaktayım.
Ekranlarda siyasilerin ağlamasını seyrederken, üniversite kafeteryasında izlediğim o çift gelir aklıma diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.