Ne kadar söylesek ve ne kadar yazsak biz birbirimizi eğitip birbirimize konuşmaktayız. Biz zaten bunları bilmekteyiz. Tekrar etmekte bir sakınca görmemekteyim. Eşim devamlı beni yazmamaya zorlamakta, fakat bir başka güç ise "ne yaparsan yap, senin yazman gerekir" demekte. Bir tabir vardır konuşan gurupla dinleyen gurup aynı düşüncede ise birbirini eğitmesinde yarar olmamakta. Böyle durumlar için 'Körlerle sağırlar birbirini ağırlar' diye bir tabir kullanırlar.
Ben burada okumayan topluma değil okuması gereken bir topluma seslenmek isterim. Suriye’nin Türkiye sınırında bir küçük kasabası vardır, adı Kamışlı. Tren yolu geçer bu kasabanın kuzeyinden. Tren yolu Türkiye tarafındadır ve buradaki kasabanın adı Nusaybin’dir. Bu iki kasaba halkı birbirine akraba. Adamın Nusaybin’de iş yeri var, evi, eşi ve çocukları Kamışlı’da bulunur.
Adamın evi Nusaybin’de, arazisi Kamışlı’da, eker biçer tarım yapar. Haftanın bir bölümünü Kamışlı’da geçirir, kimi zaman Nusaybin’e gelir orada kalır. Nusaybin’de hava alanı yoktur amma Kamışlı’da bir küçük hava alanı vardır. Buradan her gün Şam‘a uçak gider. Akşamları da Şam’dan Kamışlı’ya uçak gelir. Tabii 737 tipi uçak olmasa da oradaki insanların bu ihtiyaçlarını karşılayacak kadar Antonov 26 tipi uçaklar çalışmaktadır.
Burada çok değişik ırktan insanlar bir arada sulh ve sukûn içinde yaşamaktadır. Bu yörede değişik tarihlerde Süryani, Kürt, Arap ve Türk düğünlerine katıldım. İnanın düğün adetleri, giysileri, zılgıtları ve hatta sofrada paylaşılan düğün yemeklerine kadar detaylarında bir farklılık görmedim. Hem Kamışlı’da hem Nusaybin’de bir birine paralel yaşam hüküm sürmekte. Hatta birinde iki aşiretin sulh yemeğine katılmam istendi, kıramadım, yer sofrasında yemek yemeğe bağdaş kurdum.
Ayağımdaki rahatsızlıktan dolayı benim için inanılmaz acılar oluşmasına rağmen bu sulh yemeğinde hazır bulunmam iki aşiret için olumlu geçmesine de sebep oldu. Hatta yer sofrasında oturmadan evvel sadece erkeklerin yerde oturması , bayanların hepsinin mutfakta hizmet oluşturmasını izledim. Yemek çok hızlı sona erdi. Daha sonra tatlılar geldi, ben ise tatlıdan kaçamadım çünkü beni oraya götüren dostum gözü ile yemem icab ettiğini ifade etti. Daha sonra çaylar içildi ve yemek sona erdi. Bir yaşlı ortadan arapça olduğunu tahmin ettiğim bir kaç cümle söyledi. Bütün gözler bana çevrildi ben de gülümseyip başımla mutluluk ifadesini anlatırcasına eğildiğimde bütün yüzlerde mutluluk ifadesini gördüm. Bilmediğim bir lisanda yapılan konuşmalar sonrası herkes ayağa kalktı ben de kalktım.
Tokalaştık, kapı dışında duran onlarca ayakkabı içinden kendi ayakkabımı giyerek kendimi dışarıya attım. Arkadaşıma hemen sordum ‘’İçerde ne oldu, neden oturanlar bir anda bana döndü.’’ Niye diye sordum. Yaşca büyük olduğumu söylemişler, bir büyüğün hazır olduğu bir mekan sulh kaçınılmazdır diye tanıtılmıştım. Buna çok sevinmiştim. İki aşiretin barışmasına vesile olduğum için mutluydum. Zaten o akşam da bir düğüne götürmüşlerdi. Arapça anlamasam da insanların yüz ifadelerinden kullandıkları kelimelerin içinden seçtiğim ve anlamını çıkarabildiğim sözlerle ne konuştuklarını çözmeye çalışmaktaydım. Kamışlı’da bulunan sokaklarda, dükkanlarda, otellerde herkez Türkçe de bilmekte amma ya Süryanice, ya Kürtçe ya da Arapça konuşmaktalar.
Bir de turizm şirketleri var, şehirlerarası otobüs işletmekteler adı ROJ Turizm seyahat. Kamışlı da hiç yabancılık çekmemiştim. Ne de olsa bir zamanlar Osmanlı’nın topraklarındaydım. Burada bir konuda sıkıntı yaşadığımı söylemem gerekir. Sokak isimleri ve dükkanların üzerinde yalnız arapça harfler kullanılmakta, fakat bunlardan ben bir şey anlamamaktaydım. O zaman Atam rahmetliye ne kadar şükranlarımı sunsam azdır. Bizlere latin alfabeye geçmemizin şart olduğunu bir günde izah etmesine, bu gün bile hayran kalmaktayım.
Bu günlerde Osmanlı döneminin son senelerini yaşıyor olduğumuzu düşünmekteyim. Atam rahmetliyi bir başka sözü ile de anmak isterim. Birilerinin eğitimde 4+4+4 ile Türkiye’nin temel değerlerini kökünden bozması, bir keşif uçağımızın kimler tarafından vurulduğunu çözemiyeceğimiz bir şekilde düşmesi ile karanlık bir ideolojinin ellerinde derinlere sürüklendiğini seyretmekteyiz.
Yapılacak tek şey ellerimizi açarak tanrıya dua etmeye camilere koşmaktır.
İmam ve hatipleri camilerde bulup, dualar ettirmemiz gerekir. Çünkü bu ülkede camiler, imamlar ve hatipler varken bu ülkenin teknolojisi, fen ve bilim konusu üzerinde tartışmamız gerekmez. Çünkü bize bilimden daha çok iman gerekir.
Düşen keşif uçağını da bu imam ve hatipler daha kolay bulurlar.
Şimdi Atam rahmetliyi daha iyi anlamaktayım. Unutanlara tekrar edeyim , ne söyledi Atam rahmetli bizlere ‘İstikbal göklerdedir ’ diye . Aksi olsa idi ‘istikbal rahlededir’ derdi diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.