|
|
Acının şiirselliği: İçgörüler ve farkındalıklarKategori: Kültür/Sanat | 3 Yorum | Yazan: Elif Sezen | 02 Haziran 2012 08:09:45 "Ve kişi 'öteki' olmaksızın uyanmıyor... Birimiz dünyaya geldiğinde diğerimiz yeraltına gidiyor. Biri bedeninde yaşam barındırdığında, diğeri ölüyor. Ve senden istediğim, Anne, şuydu: Bana hayat verirken, sende canlı kalasın." L.Irigaray
Tekrar yazmaya karar verdim. Damıtılmış bir ânı karşılama cesareti: Kaderimin bu olmasına karar verdim. Kalemin kâğıda değdiği anda açması o kapıyı...o karanlık kapı... yazdıkça ve ürettikçe topak topak yuvarlanıp önüme saçılan ışıklı varlık kümelerini barındıran ruh eşiği...o sihirli uçurum...düştükçe daha da yükseklere uçuran bedeni..saklandıkça onu daha da görünür kılan...sustukça konuşturan...öldükçe yaşattıran...daha da iyi yaşattıran... Daha iyi susmak nasıl olur? Daha iyi ölmek var mıdır? Daha iyi acı...Belki de yapmam gerekenleri yaparken çektiğim acı bir lütuf, tatlı (ve de dikenli) bir mucize gibidir. Ve yapmam gerekenleri yapamadığımı hissettiğim, özümden yoksun bırakıldığım yolda bana eşlik eden acı çekiş gerçek bir tuzaktır. Her iki yol da aynı yoğunlukta parçalayıcı gelebilir kulağa. Oysa bir tarafta kendi parçalarımı eşelerken, diğer tarafta ise kendimi parçalarımdan yeniden inşa ederim. Yasa aynı yasa (neye odaklanırsam hayatıma onu çekerim), ama yön farklı...o halde şüphenin yerini umutla ve inançla değiştirmeliyim!!! Acımı disiplinle çekmeliyim. Eğer dönüşesi varsa bu acının, yoğurmalıyım onu, dönüştürmeliyim... Nitekim acı çekmek çok ciddi bir iştir. Öyle yapış yapış bir duygusallık ve arabesk bir halet-i ruhiye'nin (her hangi bir ortamda yaşanabilen med cezirlerin ve değişken ruh hallerinin) tezahuri yansımalarıyla karıştırılmamalıdır. Bu noktada, sanatsal ve edebi üretimin dönüştürücü işlevi belki de olası en arındırıcı (cathartic) yolda deneysel bir yolculuğa teşvik eder bizi. "Bilinçaltı ile baş etmenin en etkili yolu yaratıcılıktır..." diyen Carl Jung'un bir zamanlar altını çizdiği gibi: "Bilinçaltını bilinçüstüne çıkarmadıkça bu durum hayatını yönetecek ve sen bunun adına kader diyeceksin...Acı çekmeden bilinçlenmek pek mümkün değildir. Kişinin aydınlanması ışığın hallerini hayal ederek olmaz: Gerçek aydınlanma karanlığı bilinç ve farkındalık düzeyine çıkarmakla olur" Bilinçaltı öğenin imgeye dönüşme serüveninde, sanat yapıtı ve sanatçı arasındaki etkileşimde de özdeşleşmeler ve ayrışmalar gerçekleşebilir…ki çok kaotik bir hal alabilir bu süreç. Sanatçı kendini de beraberinde doğurur yapıtıyla… Rumi’nin dediği gibi; “İster nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamiyle bilemezsin”. Bu çok katmalı olma ve üretme sürecindeki dünyevi endişe ve acının beni daha da derinlere çekeceğini, ya da varoluşsal yanıyla aydınlatacağını deneyimlemenin, içinde tek kurşun olan bir silahla rus ruleti oynamaktan pek farkı olmadığını hissettim zaman zaman. Söz gelimi…yeri ve zamanı geldiğinde bir şiirde, bir desende annemi nasıl da çıplak halleriyle yakaladım! Nasıl da kandıramadı beni! Sonra…nasıl da uzaklaşıverdi benden... Çünkü bütünsel haline ulaştığı anda kendi başına var olmaya başlar imge. Hiç şüphesiz hakiki sanat yapıtı üretildiği anda sahibini (yaratıcısını) terkeder: Sanatçı da yeterince hakiki ise onun gitmesine izin verir. Özgürleştiricidir çünkü: özgürleştirerek iyileştirir. Orhan Koçak’ın dediği gibi: "Burada olmayabilirdi bu resim, ama olmamazlık ta edemezdi. Hassas bir dengenin ürünüydü ama denge ancak bu noktada kurulabilirdi." ©Elif Sezen, ‘Melankolik Anne’, Kırmızı çamur, 15x8x9cm, 2001 ©Elif Sezen , ‘Otoportre’, Kağıt üzerine suluboya ve kalem, 23x30cm, 2002 ©Elif Sezen , ‘Açık kapı’, Kağıt üzerine karışık teknik, 23x30cm, 2001 Tam bu noktada acının şiirselleştirilmesi olgusuna ışık tutabiliriz. Şiirsellikten kastım yaşantısallaştırılabilen, fenomenolojik ve varoluşsal bir önemi olan bir felsefenin gerekliliği. Uygulamaya konulamayan teorilerin çok ötesinde...basbayağı arındıran, yalınlaştıran, kendisiyle yüzleştiren şahsı...ki kendini yeniden ve yeniden şaşırtabilsin... Ahmet İnam "Bir ağıt olarak insan" adlı makalesinde hakikatten korkup kaçmamamızı öğütlerken altını çizmemiş miydi?: "Kim yitirmiyorum derse, çoktan yitirmiştir. Yaşamak yitirmektir. Yitiriyorsak, "elimizde" yitirdiğimiz var demektir. Bizde birşey var ki yitiriyoruz. Yitirirken var olduğumuzu, var olmuş olduğumuzu duyuyoruz. Ölürken yaşadığımızı anlıyoruz. Oysa, yaşarken ölmekte olduğunu anlayanımız pek az. Yitirdiğimizi anlayınca, ağıyor yitirme duygusu, bir ağu gibi içimize ya için için ağlıyor ya ağıt yakıyoruz. Ağlamak edilgin, üstümüze üstümüze gelene karşı, olağan sayılabilecek tepkilerden biri. Ağıtsa, yitirilene karşı duruş: Bir etkinlik. Ağıt yakıyorum, başıma gelenler karşılaştıklarım, yitirdiğimi düşündüklerim, şiirlenmeye değer demek ki. İnsan kayıbını şiirleştirebilirse,ağıtlayabilir. Gerçeklilik üstüme gelirse kaçmam: Dururum karşısında. Ben insanım. Şiirleyen insanım. Ağıtlayan. Ağıtlama gücüm bir ağıt oluşumdan geliyor. Gelsin ne gelecekse, gelen her acı, hoş geldi sefa geldi, ağırlarım. Acılarımı ağırlarım. İnsanım ben. Gerçeği ağırladığım için, ağıtım!" Fakat "şiirleyen insan" nasıl var olur? "İnsan yalnızca fiziksel anlamıyla alet üretmez, düşler, kavramlar, düşünceler de üretir. Diliyle ortaya koyar ürünlerini. Diliyle üretir. Uğradıklarının altında kalmamaya çalışır. Çırpınır. Bir çırpınma biçimi olarak üretim, var olma çabalarından biridir insanın. İşte şiirleme eylemi de dünyaya karşı dünya koyarak, çırpınma biçiminde bir üreterek var olma biçimidir. Dünya içine gömülerek, onda eriyerek değil, dünyanın sunduğuna bir karşı sunu olarak yaşar insan. Dünya içinde erise bile, örneğin bir bilgelik tutumu olarak dünyayla, doğayla bütünleşme çabası içindeyken, kendi rengiyle katılır dünyaya. Rengi, evrendeki renkler içinde çok güçsüz görünse bile, o, rengini anlamaya uğraşan, sorgulayan, dönüştürmeye çabalayan bir varlıktır. Dünyayı anlar, anlatır, eleştirir, sorgular, dünyayı duyar. Duyurur. Şiirler." Bu durumda "Şiir" nedir? "Şiir, yaşanan dünyaya belli bir duruşla başlar. Duruş olan şiir, şiir yolculuğunun başında durur. Şiir aleminin kapısıdır. Şiirin, salt edebi ürün olmadığını söylemiştik. Bir insan şiir olabilir: Bir yaşam. Yaşamının, kendinin şairi olabilir insan. Bu deyim, yerindeyse eko-genetik bir niteliğidir, potansiyelidir insanın. Gücüdür. Çevresi ile bedensel yapısının etkileşimi ile ortaya çıkmış bir özelliktir. Mağara insanı bir çığlıkla, bir inlemeyle, bir feryatla duyurmuştu şiirsel duruşunu dünyaya. Bir duruş olan şiir insanın bedeninden yayılır, duygu ve düşüncelerini etkileyerek çevresine." (İnam, 'Şiir Bir', sayfa 27) Inam’ın belirttiği gibi; ‘ilk var olma şekli (‘logos’tan da önce var olan) şiirde gizliydi’. Ayrıca bu, Tanrısal olanın birebir suretiydi. Kişinin kendi biricik boşluğuyla karşı karşıya gelebilip onu aşkınlığa yönelik sevgi ile kucaklayabilmesi için gerekliydi. Nitekim bu hiçlik bilinci boş ve amaçsız değildir, onun kendine özgü bir akış hali vardır, ve beni içine alırken bana saf boşluğun yanında evrensel sevgi enerjisini de sunar. Bu ikisini de alabilmeliyim dünyama! Sanatın arındırıcı boyutuna farklı bir düzlemde tekrar dikkat çekmek istiyorum: diyebiliriz ki kendilik farklı bilinç düzeylerinde yalın ve de dönüşmüş hallerini sunar. Sadece sanatçının bilinci yoluyla değil, aynı zamanda olma sürecinde kullanılan malzemelerin, araçların da kendi doğaları yoluyla sunar. Kendi sanatsal üretim süreçlerimde, her madde-imgenin kendine özgü ve organik bir var olma, yok olma ve kendi var oluşsallıklarını ilan etme yolu olduğunu farkettim. Yoğurduğum çamurun heykel olma sürecinde söylediği çok söz var... onu tamamen kontrol etmem pek mümkün değil, biliyorum...yeri geliyor ben çamuru yoğuruyorum, yeri geliyor o bana neye dönüşmek istediğine ilişkin ip uçlarını veriyor: dolayısıyla o beni yoğuruyor! (çamur benim besinim haline geliyor: ama anayurdum değil! Şimdiki zamanlara ait bir besin o... Şimdi görmeliyim, zehirleneceksem şimdi zehirlenmeliyim, şimdi çiçek açmalıyım…) Bir şiir yazıyorum mesela, bembeyaz boş kağıtla karşı karşıya geldiğim anda anlık bir duyumsamayla biliyorum ki kalemin kendi göstergesel var oluş (özgül) ağırlığı var. Çünkü boş kağıt ve sevgili korkum arasında güçlü bir direnç sergiliyor. (Bilinemeyene yönelik korku ve kaygı ile ilgili olarak Kierkegaard dememiş miydi: “Kaygı, özgürlüğün baş dönmesidir” diye) Özgürlüğe açılan ‘var olan’ kendiliğin olabilecek en özgül ve hassas zarı dünyalar-olasılıklar- arası bir geçit görevi görüyor. Evet, yaratının gücü belki de burada saklı: Bütüncül ama aynı zamanda da olabildiğince hassas. Boş... bu kağıt boş kalacak... yazdıklarımı ben bile okuyamayacağım... eksiklidir çünkü kalbin istenci kendi içinde ise tamdır o kendi yanılgısını gerçek kılar böylece... KAYNAKLAR Ahmet İnam, Şiir Bir, Hayal yayınları, Ankara-2008, sayfa 27 Ahmet İnam, Bir ağıt olarak insan, http://phil.metu.edu.tr/ahmet-inam/agit.htm Soren Kierkegaard, The Concept of Anxiety, Princeton University Press, 1981 Joseph Campbell, ed. 'Individual Dream Symbolism in Relation to Alchemy' : The Portable Jung, New York: Viking, 1971. p. 167-362 Carl Jung, Letter 1-letter to Anonymous, p.108-109: Claire Dunne’un kitabından alıntılanmıştır, Carl Jung: Wounded healer of the soul, Continuum, London&New York, 2000 Orhan Koçak, İmgenin halleri: Mithat Şen'in resmine doğru üç deneme, Metis yayınları
Yorumlarelif sezen
{ 21 Temmuz 2012 02:39:38 }
Sevgili Mustafa Alagoz ve Edip Ceyhan,
Cok tesekkur ederim degerli yorumlariniz icin, Elif mustafa alagoz
{ 30 Haziran 2012 07:31:35 }
İnsanın kendini ifade etmesi; kendini hem ortaya koyması, hem de varlık sınırının ötesine geçme çabasıdır. İfade etme biçim ve araçlarımız her birimizin kendi özgünlüğüdür. Her insan kendini mutlak anlamda özgün kılacak donanımla gelir. Donanımlar kendiliğinden açılıp edimselleşmezler, bireyin çabası gerekir. Bu donanım ve onu gerçeğe dönüştürme bir dürtü, bir itki olarak her insanın içinde vardır, bizi hep uyarır, eyleme iter, yaratıma zorlar. Bu uyarılar, eylemler ve yaratımlar süreci bizim hayat serüvenimizdir. Kendi serüvenimizin haritasını eldeki olanaklar ölçüsünde biz çizeriz.
Sevgili Elif’in bu yazısı bir insanın ne kadar acı çekse de, zorlansa da yine, ancak kendine dayanarak yol alabileceğini bize hatırlatıyor. Denir ki, acı insanın bir şeylerle özdeşleşmesini engeller, özdeşlikten çıkış insana farkındalık verir. Farkındalık "Ben" diyebilceğimiz biricik yetimizdir. Yazıdaki samimiyet, duyguların derinliği ve söylenenlerin sahiciliği etkileyici. ".. bir tarafta kendi parçalarımı eşelerken, diğer taraftan ise kendimi parçalarımdan yeniden inşa ederim." Evet, bir ömür boyu hepimizin bilerek-bilmeyerek hep yapageldiğimiz inişli çıkışlı hayat yolcuğumuzun özlü bir ifadesi. "Yoğurduğum çamurun heykel olma sürecinde söylediği çok söz var... yeri geliyor ben çamuru yoğuruyorum, ...yeri geliyor o beni yoğuruyor." Hayat döngüsel bir bütün, kendi üzerine katlanarak yükselen bir akış. Biz yol alırken, yolu yaratırken yolda bizi bir yolcu olarak yaratır. Bu, Kadim Bilgeliğin "Tecelli ilmi" dedikleri hakikattir. Hakikat hakikattir, ama var değildir ancak bireylerin eylemi, yaratımı veya ifadesi yoluyla gerçeklik kazanır. Bu yazıya dair son bir izlenim; insanın kendi sözü alıntılardan daha güçlü oluyor, eğer sözü söyleyen samimi ise; bu yazıda olduğu gibi... Sevgili Elif yüreğine sağlık, ruhuna ve bedenine de... edip ceyhan
{ 23 Haziran 2012 20:35:07 }
Keyifli bir yazı. Öğretici de aynı zamanda. Ahmet İnam'ı tanımamı sağladığınız için de teşekkür ederim. Alkışlar duyuluyorsa anlamlıdır. Bu da benim size alkışım.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|