|
|
2012'nin İlk Üç Ayında EkonomiKategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Prof.Dr. Korkut Boratav | 20 Mayıs 2012 15:51:22 Ödemeler dengesi ile sanayi üretimine ilişkin Mart 2012 tahminleri geçenlerde yayımlandı. Birkaç ek bilgiyle Türkiye ekonomisinin Ocak - Mart döneminin "gidişatı" üzerinde konuşabilecek durumdayız. Dahası, yakın geleceğin ana hatlarıyla nasıl göründüğünü de tartışabileceğiz.
Ayrıntılara, dış kaynak hareketleri ile başlayalım. Ekonominin kısa dönemli iç talep hareketlerinin büyük ölçüde dış kaynaklara bağımlı olduğunu sürekli vurguladık. Aşağıdaki tablonun ilk üç satırı 2012’nin ilk üç ayındaki sermaye hareketlerini; sonraki iki satırı da bunların cari açığın finansmanına ve rezerv birikimine giden öğelerini on iki ay öncesiyle (yani 2011’in Ocak-Mart dönemiyle) karşılaştırıyor. (Sermaye hareketlerinin tümü, cari açık ile rezervlere tahsis edildiği için tablonun ilk beş satırını toplarsanız “sıfır” elde edersiniz.) *** Bulgular neler gösteriyor? 2012’nin Ocak-Mart aylarında, on iki ay öncesine göre (kayıt dışı sermaye hariç) tablodaki bütün kalemler düşmektedir. Üç farklı dış kaynak tanımı yapıyoruz: Yabancı sermaye girişleri yüzde 5 gerilemiştir. Yabancı, yerli ve kayıt dışı sermaye hareketlerinin toplamı (satır 6) yüzde 33.9 oranında düşmüştür. Bu toplamın içinden Türkiye ile dış dünya arasındaki faiz, kâr transferlerinin bilançosunu ayıklayınız. Net kaynak aktarımı olarak tanımlanan bu öğe de yüzde 34.4 oranında erimiştir. Dış kaynaklar daralınca, bunların tahsis edildiği iki ana öğe de daralacaktır: Cari denge yüzde 25.1; rezerv birikimi ise, yüzde 82.4 oranlarında... Hatta toplam dış kaynak girişlerinin yavaşladığı son sekiz ayın dördünde (2011’in Ağustos, Ekim ve Aralık ayları ile Ocak 2012’de) cari açığın finansmanı için rezervlerin de kullanıldığını (bu aylarda “artı işaretler” aldığını) saptıyoruz. Ancak, son üç ay içinde hâlâ net rezerv birikimi (azalarak da olsa) mümkün olmuştur. Karşılaştırmayı olumsuz gelişmelerin başladığı Ağustos 2011’den başlatsaydık, (üç farklı tanıma göre) dış kaynak hareketlerinin daha da sert (yüzde 36 ile 43 arasında değişen) oranlarda gerilemiş olduğunu görecektik. Dış kaynaklar gerilerken, büyüme hızı da düşüyor. Milli gelir hareketlerinin öncü göstergesi olan sanayi üretim istatistiklerine bakalım. Ocak-Mart 2012’de sanayi üretiminin (on iki ay öncesine göre) büyüme hızı yüzde 2.6’dır. Geçen yılın ilk üç ayında ise sanayi üretimi yüzde 14.3 oranında artmaktaydı. Bu bulgu, milli gelirin durgunlaşma eğilimine girdiğini gösteriyor. Sanayi üretimi ile milli gelirin büyüme hızlarının, 2011’de hemen hemen aynı oranlarda seyretmiş olduğunu hatırlatalım. *** Ekonominin dış kaynaklara bağımlılık derecesinin ve cari işlem açığının sürdürülemeyecek düzey ve oranlara ulaşmış olduğunu bu köşede sık sık yazıyoruz. Türkiye ekonomisini yönetenler ne yapıyor? Bu duruma katkıları veya tepkileri var mıdır? 2011’in ikinci yarısında Avrupa bankalarını etkileyen kriz ortamının Türkiye’ye de yansıma olasılığı hükümeti endişelendirdi. Ali Babacan, “kriz olasılığı var; kabahat bizde değil”; Başbakan ise, “bu sefer teğet bile geçmeyecek” söylemleriyle kamuoyunu hazırlamaya başladılar. Dış kaynak hareketlerindeki bozulmanın ilk yansıması döviz fiyatlarında yükselmedir. Hızlı artışlar, döviz borçlusu şirketleri ve bankaları sıkıştırır; kamuoyunu bir kriz endişesine sürükleyebilir. Öyle anlaşılıyor ki, AKP hükümeti o tarihlerde T.C.Merkez Bankası’na (TCMB’ye), “enflasyonla uğraşmayı bırak; döviz fiyatlarının yükselmesini frenle” direktifini verdi. TCMB Başkanı da bu görevi, Temmuz 2011 ile Ocak 2012 arasında rezervlerden 18.6 milyar dolar tutarında satış yaparak yerine getirmeye çalıştı. Bu furyanın dip noktasında Avrupa Merkez Bankası, AB bankalarına yüzde bir faizle sınırsız kredi açma kararı aldı. Artan likiditenin (“komşuda pişen, bize de düşer” misali) Türkiye’ye de sıcak para girişi biçiminde taşacağı beklentisi, bir can simidi oldu. TCMB Başkanı da 8 Ocak’ta bu olasılığa güvenerek (ve bir anlamda “kumar oynayarak”) konuştu: “2012’de Merkez Bankası TL'nin değer kazanmasına izin verecek. TL ABD dolarını yenecek; dünyada en çok değerlenen para birimlerinden birisi olacak. TL'ye yatırım yapanlar hep kazanacak.” Bu ifadelere göre 2012 sonuna kadar TCMB rezervlerini gerektiği kadar harcayacak ve döviz fiyatlarının pahalılaşmasına izin vermeyecektir. Örneğin yüzde 10 faizli mevduata, hazine bonosuna yatırım yapan spekülatörlere, “döviz fiyatlarını, yani kazancınızı garanti ediyoruz” mesajı, böylece verilmiş oluyordu. Yani, TCMB’nin on yıldan beri izlediği enflasyon hedeflemesi terkediliyor; döviz kurlarını hedefleyen bir politika değişikliğine geçiliyor. Bu, “sağ salim yıl sonunu getirelim, sonrası Allah kerim...” anlamına geliyor. Ne oldu? Ocak sonrasında Avrupa’daki likidite genişlemesi, TCMB Başkanı’nın “kur garantisi”nin de katkısıyla Türkiye’ye de belli ölçülerde taştı. Önceki altı ayda gerçekleşen gerilim biraz yavaşladı; fakat yukarıdaki tabloda gösterdiğimiz gibi ortadan kalkmadı. Ne var ki AB’deki bu konjonktür artık son bulmuştur. TCMB’nin brüt rezervlerinin yarısından fazlası, borçlardan oluşmaktadır. IMF’ye göre (Nisan 2012, Finansal İstikrar Raporu, Tablo 2.4) Türkiye’nin 2012’de dış finansman gereksinimi 164 milyar dolardır. Standard&Poor’s Türkiye’nin kredi puanını düşürüp Başbakan’ı kızdırmaktadır. “Yıl sonu sağ salim nasıl getirilecek?” Âcil soru budur. Ümitler, Avrupa Merkez Bankası’nın yeni bir likidite pompalamasına başlaması veya yabancılara (neredeyse sınırsız) toprak satışına imkân getiren yasa sayesinde Körfez sermayesinin bol kepçe Türkiye’ye akması ile sınırlıdır.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|