Merhaba Babacığım, Uzun bir aranın ardından seninle yeniden buluşmak ne güzel. Bu kez de seninle neredeyse küçük bir Dünya seyahatinden arta kalan yaşanmışlıklarımı paylaşmayı düşünüyorum. Bakalım hepsini tek bir mektuba sığdırabilmek mümkün olacak mı? Neyse yazıp göreceğiz.
Canımın içi senin de bildiğin gibi ilk durağım Hondras idi. Durak da dediysem lafın gelişi. Orada durmam tam 13 ayımı aldı. Ancak yaşamımın en sıradışı deneyimlerini yaşadığım Sula yı görüp de etkilenmemek orada kalıp da onu sevmemek mümkün değildi. Oradaki görevim bır Hrıstiyan yardım kuruluşu aracılığı ile yetimhanelerden birinde onlarca, zaman içinde yüzlerce çocukla birlikte yaşamaktı. Önce, benim gibi neredeyse Dünya nın dört bucağından gelmiş 17 kişi ile birlikte 15 günlük hızlandırılmış bir kurs gördük.( bu kurslar hiç bitmeyecek, belirli aralıklarla geliştirilerek sürecekti) Bir de hiç bitmeyen bir İspanyolca kursu vardı. Yarı zorunlu bu kursa ben elimden geldiğince katılmaya çalıştım. (İleride bu kursun pek çok yararını görecek, İspanyolcamı çoğu zaman gerçek bazen de kasti yanlış kullanarak benim küçük arkadaşlarımın katıla katıla gülmelerine neden olacaktım).
Kursun ardından beni 0-6 yaş grubuna verdiler. Hobart da Ana Okulu deneyimim olması burada çok işe yarasa da, Hobart ve Sula daki çocuklar arasında, yüksekliği neredeyse 3000 metreye ulaşan Cerro Las Minas kadar fark vardı. Bunlar çok daha az gülen, yoksul, pek coğu da hasta çocuklardı. Kimisinin ailesi hiç yoktu, kimisinin var olan ailesi artık ona bakamıyacak kadar yoksuldu. İlk günler biz acemi çaylaklar için hayli zor geçti. Hangisine bakıp kime üzüleceğimiz,ya da hangisini kucaklıyacağımızın şaşkınlığı içindeydik. Aramızdan 4 kişi daha ilk aydan yüreklerini burada bırakıp gittiler. Zaman zaman hep birlikte günlerce açık arazilerde çadırlı piknikler yapıyor, resimler çiziyor doyasıya oyunlar oynuyorduk. Bu süre zarfında benim minik arkadaşlarımın renkleri sarıdan pembeye dönüşüyor, önlerinde hiçbir engel olmaksızın özgürce koşmanın tadına varıyor, rastladıkları sürülerdeki koyun ve keçi yavrularını seviyor, zaman zaman onların sütlerinin tadına bile bakıyorlardı. Hemen her fırsatta ziyaretine gittiğim Karayip Denizinde yüzmekten, neredeyse Datça da olduğum kadar mutlu idim. Doğa muhteşem insanlar harikaydı. Normalinde vardiya usulü çalışıyorduk. Ancak yoğun dönemlerde bunun bir anlamı kalmıyor, artık kim o anda orada ise hiç saat kaygusu olmadan farklı bir grubu kucaklıyordu. Çünki yeni gelen çocuklar bir süre gerçek uyum problemleri yaşıyorlardı. Bir başka gözlemim de, yobaz hristiyanlarla bizim dinci yobazların aralarında hemen hiç fark bulunmamasıydı. Onlar da cennette yalnızca hristiyanların kabul edileceğini iddia ediyorlardı. Daha bunun gibi neler neler vardı. Kadın düşmanlığı bile ayniydi. Yani var ya, gözünü kapatıp da bulunduğun yeri unutsan, yobaz hocanın teki İngilizce konuşuyor sanırsın. Bunlar ayni kaynaktan besleniyor babacığım buna hiç şüphe yok. Ya da hırsızlığı birbirlerinin kutsal kitaplarından ayet (!) aşıracak kadar ileriye götürmüşler.
Eğer bir yolunu bulsa idim bu durakta DURMAM rahatlıkla sonsuza kadar uzanabilirdi. Kendimi oralara ve oralılara öylesine yakın buluyordum ki... Ya şu Güneş Dil Teorisi acaba gerçek olabilir mi diye ilk kez orada kafam kurcalandı baba. Öyle ki, kilim desenlerinden mavi boncuklarına, sıcacık gülüşlerinden gayretkeş yardımlarına varana dek o kadar bizim gibi o kadar bizdendi ki Mayalar..
Her ne kadar “Manitu” yu; baba, oğul ve kutsal ruh olarak üçleseler de, günlük yaşamlarından el sanatlarına kadar şaman kültürü hemen her yerdeydi. Yaa Kortezcigim sözüm sana, öyle Meksika ya kadar gelip de al İsa yı ver altınları ile insanlar kolay kolay inançlarından vaz geçmiyorlarmış demek ki. Ama haklısın, ben her zaman altın ile din arasında gerçekten de güçlü bir bağ olduğuna inananlardanım. Lafım ortaya itirazını avaz avaz yapanlar buyurup alsın.( Biraz amiyane oldu belki canımcım ama ne yapayım yeri de tam burası idi).
Babacığım baksana tam tamına 557 kelimedir yazıyormuşum. Yine ipin ucunu kaçırdım kusura bakma. Umarım seni işlerinden ve de sevdiklerinden çok fazla alıkoymadım. Artik Çin, Kambocya ve Vietnam söyleşilerini bir sonraki mektubuma bırakıyorum. Seni ve babannemi hasretle kucaklıyor, her fırsatta ışığınızı yanımda, hemen yanıbaşımda hissetmek üzere diyorum.
Şule Sencer Töreci
Edebiyatçı kondüsyonu''nun doruklarında gezinmen... çok daha sık yazmalısın.. başta baban ve babaannen, tüm sevenlerin beklemekten.. kucaklar dolusu sevgi ile.. :-))