Çocukluğumdan beri bazı kelimeleri kullanmayı çok severim. Hatta bunların içinde kelimenin manasını bile bilmesem, kulağa hoş geldiğinden mi neden, melodili kelimeleri hem kullanmaya hem de anlamlarını öğrenmeye bayılırım. Bu kelimelerin bir çoğunun dilimize başka dillerden gelmiş olduğunu bilir, fakat hangi dilden geldiğini öğrenmek için aşırı bir çaba sarf etmem.
Bazı konuları veyahut düşünceyi tarif etmek için kelime bulmakta zorluk çekersem, eş değer bir kelimeyi kullanıp işin içinden çıkmayı da severim. Bazıları bu kullandığım kelimeyi bilmezse işte o zaman durum biraz sıkıntılı olabilir. ‘’Bu kelime ile neyi kastetmektesiniz‘’ diye bir itiraz gelmesi her zaman mümkündür. Türkçeyi tam olarak hiç birimiz kullanamamaktayız, nedeni gayet basit.
Arapça ve Farsça kelimelerin geçtiğimiz 600 sene edebiyatımızı, hatta kültürümüzü etkilemiş olduğunu unutmamak gerekir. Son yüz yıl içinde gelişen teknoloji ile terimler ve ifadeler, bu gelişimi yaratan ülkelerin lisanı tarafından esir alındığından, bugün çok fazla yozlaşan dilimizi nasıl yönlendiririz diye düşünmekteyim. Türk Dil Kurumunun, kuruluş senelerinde ülkemizin lisanına yön vermek için olağanüstü çaba sarf ettiğini, hatta rahmetli Ata’nın üzerinde en fazla zaman harcadığı konular içinde en önde geldiğini, kitaplarda okuduğumu hatırlarım.
Türk Dil Kurumunun kuruluşunda ilk Genel Müdür olarak atanan, aslen Ermeni asıllı olan
Agop Martayan Dilaçar’ın çok büyük katkıları olduğu bir gerçektir. 1895 senesinde doğan, ilk önce Osmanlı İmparatorlu’ğunun bir ferdi iken, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’i Devleti döneminde Türk Vatandaşı olarak hizmet veren Agop Bey’in Türk Dil Kurumundaki hizmet döneminde ‘’Türk Dili‘’ konusuna sahip çıkmış olması çok önemlidir. Türk diline bir çok kelimenin kazandırılmasında katkıları büyüktür. Robert Kolejindeki öğretmenliği sürecinden, Türk Dil Kurumu Genel Müdürlüğü zamanına kadar geçen hizmetleri içinde, 7 lisanı ana dili gibi bilen, çok geniş kültürlü ve otoriter bir yapıya sahip Agop Bey’in, çalıştığı müessesede saygı görmüş olması takdir edilmesi gerekir.
Bilim ve teknoloji hiç geriye gitmemekte aksine devamlı gelişen, ileri giden bir yapıya sahip olduğundan, gelişen sistemler ve bunlara ait deyimler, hangi ülkede geliştiyse, o ülkenin deyimlerini almaya mecbur kalmaktadır. Diğer ülkeler ise bu deyimleri kendi lisanlarına çevirmek için kelime üretirler. Burada tenbellik yapan dil uzmanları, yabancı lisanda oluşan kelimeyi olduğu gibi alarak, onu kullanmayı kabul ederek işin ucuzuna kaçarlar. Önemli olan Türk dilinin yozlaşmamasıdır. Bunu önlemek basit gibi görünse de, pek o kadar kolay olmasa gerek. Agop Bey’in genel müdürlüğü döneminde çok yoğun olan bu uğraşının, gelişen Türkiye’de nasıl değişime uğradığını izlemekteyiz. Bu kadar çarpık bir yapıya sahip dil kültürümüzün önümüzdeki yıllarda daha da çarpık bir yapıya doğru yöneleceğinin korkusunu yaşamaktayım.
Bir kaç gün evvel toplumun bütün direnmesine karşın, kabul edilen 4+4+4 kekeme eğitim ile ülkeye Arapça ve Kuran konusunda sınıf baskısı ile gencecik beyinlerin bilinç altına nelerin sokulmaya çalışılacağını seyretmek, pek keyifli ve iç açıcı olmasa gerek. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim sonrası İmam Hatip okullarındaki eğitimi seçen çocuklarda ciddi ilgi kaybının yaşanmış olması, başefendiye cemaat kanalı ile bunun değiştirilmesi talimatı verildiğine inanmaktayız. Bu kanunun tekkede yazdırılmış olması layetegayyerdir. Ülkedeki eğitim sisteminin kahvehanelerde kullanılan yaz boz tahtasına dönmüş olduğunu düşünmekteyim. Yönetimi ele geçiren her iktidarın mutlaka geçmişin öcünü almaya gayret etmekte olduğunu görmek, pek keyifli olmasa gerek. Hallaç pamuğu gibi atılan ve darmadağan olan bütün değerler gibi Milli Eğitim’in de nasibini bu talandan aldığı ITTILAĞ olunur diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.