Bu hafta SBS Televizyonu'ndaki INSIGHT programına katılan konuklar ve izleyiciler, sunucunun "Peki sizin önyargıyla yaklaştığınız gruplar yok mu? Yani hiç ırkçılık yaptığınız olmuyor mu?" sorusunu yanıtlarken ilginç itiraflarda bulundular.
Türkiye kökenli Avustralyalılar olarak, her ne kadar Türkçe konuşsak, kültürel ve dinsel geleneklerimizi sürdürsek de, birçok olaya ve genelde hayata Türkiye’de yaşayanlardan çok farklı yaklaşıyoruz. Değiştik çünkü. Avustralya bizi değiştirdi. En azından yetişirken çok sık duyduğumuz, “Kahpe Yunan” ya da “Araba sırtını dönmeyeceksin” ve “İstifçi Yahudi” gibi aşağılayıcı, yakışıksız sözler sarfetmeyi, ağırlık ölçüsü olarak “Gavur ölüsü” deyimini kullanmayı çoktan bıraktık.
Biz de artık bir azınlık olduğumuz için, başka azınlıklara saygı duymayı, anlayış göstermeyi biraz olsun öğrendik. Yolda yürürken anadilinde konuşan insanları durdurup “Vatandaş İngilizce konuş” demek aklımızdan bile geçmiyor. Türkiye’de iken bazıları kendi ana dilinde okul ve yayın talep ettiğinde bunu “bölücülük” gibi algıyanlar burada kendilerine sunulan radyo hizmetlerini, kendi dilinde bilgilendirilmeyi son derece doğal karşılıyor, hatta vazgeçilemez bir hak olarak görüyor.
Bir zamanlar, “Türkün Türkten başka dostu yoktur” diyenler, şimdi anne veya babaları Yunanlı, İtalyan, Hırvat ve Arap olan torunlarını sevgiyle bağrına basıyor. Eskisine göre daha ılımlı, uyumlu, hoşgörülü ve önyargısız oluşumuzu çokkültürlü Avustralya’da, farklı ülkelerden insanlarla birarada yaşamaya borçluyuz. Ama bu ırkçılıktan tümüyle arındığımız anlamına gelmiyor. İçinde yaşadığımız toplum bizi aynı zamanda olumsuz yönde de etkiliyor.
Biz de herkes gibi çevremizdeki düşünce sistemlerinden, farklı yaşam biçimlerinden, medyadan, popüler kültürden, moda akımlardan ve benzeri her türlü olumlu ve olumsuz faktörden etkileniyoruz.
Belki de hiç farkında olmadan, trende yüksek sesle konuşan Hintlileri kaba ve görgüsüz buluyor, “koktuklarını” söylüyor, her tarafı dolduran Çinlilerin “Avustralya’yı istila ettiklerini!” düşünüyor, Sicilya’dan gelen bütün Italyanların Mafya üyesi olduğunu sanıyor, Aborijinilerin şehrin ortasında sarhoş vaziyette dolaşıp “görüntüyü kirlettiklerini”, her kötü araba kullananın mutlaka “Çinli” olduğunu, “Leboların Türk mahallerine dadandığını” iddia ediyoruz. Tramvayda siyah tenli, boylu poslu Afrikalı gençleri görünce hiç nedensiz tedirgin oluyoruz. Bir de, “Valla hiç ırkçı değilim ama şu Çaynizler var ya acaip...” diye başlayan ve her defasında başka etnik gruplara ilişkin saptamalar içeren cümleler genelde alabildiğine ırkçı oluyor. Bu listeyi iyice uzatmak mümkün.
Aslında kendi aramızda da fazla hoşgörülü olduğumuz söylenemez. Biraz aşırı laiksek başını örtenlere köpürüyor, fazla dindarsak, “örtümüze, camimize, dinimize” yan bakan ya da eleştiri yönelten herkesi “ırkçılıkla” suçluyor, bütün Kürtleri “potansiyel PKK’lı” ya da “terrorist” gibi görüyoruz. Çağlar boyu birarada yaşamalarına karşın, hala bazı Sünnilerin Alevilere “Kızılbaş” dedikleri, bazı Alevilerin ise Sünnilere “Yezit” yakıştırması yaptığı görülüyor. Velhasılı, bazen saçma sapan duyumlardan etkilenerek, bazen tek bir olaydan yola çıkarak o insanların dahil oldukları topluluğu tümden yargılıyor ve karalıyoruz.
Irkçılıkla başetmenin tek yolunun eğitim olduğunu vurgulayan uzmanlar, ne zaman bir topluluk hakkında (çoğunluk ya da azınlık olması hiç farketmez) kafamızda olumsuz duygu ve düşünceler oluşursa, hiç vakit geçirmeden kendimizi bilgilendirmemiz gerektiğini söylüyorlar. Belli bir eğitim düzeyindeki insanların bunu başarabileceği, kitlelerin ırkçılıktan arınmasının ise ancak ciddi politikalarla, toplumun bütün katmanlarına yönelik geniş kapsamlı bir eğitim kampanyası ile başarılabileceği belirtiliyor.
INSIGHT benzeri programlar, insanlara rahatsızlıklarını ifade etmeleri kadar kendilerini sorgulama fırsatı da veriyor. Bir anlamda hepimize ayna tutarak, eğer bize yönelik haksız ve önyargılı tutumların yok olmasını istiyorsak, önce kendimizden başlamamız gerektiğini gösteriyor.