Memeleketin birinde bir adam çıkar, "Benim bu ülkede ideallerim var, bu nedenle burayı ben yöneteceğim" diye konuşur. Bu ideallerinin uğruna katılımda bulunacak kişi ve kurumları, kayıtlı olsun olmasın cihada çağırır. "Bağrımız siper olacak, kubbeler kalkan, alemler mızrak, beni seven benle gelsin" diye hutbe okur. Kimseden korkmadığı belli olan bu adamın arkasında malum cemaatler bulunur.
Adam kalkar doğru Hikmetyan’ın yanına gidip, dizi dibinde şefaat ister. Oradan aldığı güçle ayrıca ‘’Gün gelecek bütün kadınlar başlarını örtecek’’ diyecek kadar arkasında kuvvet oluşturduğu söylenir. Kimsenin inanmadığı bu konuşmayı, daha da ileriye götürerek şeriat çağrısı yaptığı gerekçesi ile hakkında dava bile açılır. Sonunda mahkumiyet kararı çıkar.
Türkiye’nin tarihine bakıyorum, Osmanlı tarafından adına idam hükmü çıkarılan bir isim, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı olmuş. Bir başka Cumhurbaşkanı idam cezası ile yargılanmış. Başbakan olan bir başka isim ise idam edilmiş. Siyasete müdahale edildiği veyahut bir başka söyleyiş ile İhtilal sonucunda hapise gönderdiğimiz insanlar, mutlaka mahkumiyet sonrası, ya Başbakan olmuş ya Cumhurbaşkanı. Aralarından Milletvekili olanlardan bu gün bile var.
Osmanlı döneminde bir çok sadrazamın başına gelen son gibi... Hani kapıkulu korkar, ‘’Kelle İsteriz’’ diye Yeniçeri bağırınca, alışmışız , sadrazamı feda ederiz. Kimleri ipe göndermedik ki. Bir tarihimize bakalım. Elimizde çok örnek olduğuna inanıyorum. Osmanlıdan kalma alışkanlıklar içinde muktedir olmadan iktidar olanlar, mutlaka bir hadise sonunda zorla iktidardan uzaklaşırlar. Kimse tatlı, sıcak ve cazip olan koltuğu bırakmak istemez. Hapis yatan siyasilere bakın, sonunda ya milletvekili olurlar, ya Başbakan ya da Cumhurbaşkanı.
Bir resim var internette dolaşan, ibretle seyrederim. Grev sözcüsü olarak önlük giyen bir gurup sendika üyelerinin içinde kimler yok ki. O karedeki insanlar şimdi nerelerde?. Bu gün o karede bulunan bir kişi Başbakan, bir kişi Meclis Başkanı , bir kişi Ankara Belediye Başkanı, diğeri ise İstanbul’un Belediye Başkanı.
Yabancı hayranı değilim amma yabancı ülkelerde oluşan siyaseti kıskanmadığımı söyleyemem. Bu ülkelerde Başbakan ömür boyu siyasette kalmamakta. Edebiyle siyasetten çekilme erdemini göstermekte.
Şunun da kabul edilmesi gerekir; 600 sene tüyü bozuk bir sülalenin iki dudağı arasında verilen kararların yönettiği bir tarihten gelip de, demokrasiye geçince, düzgün olamayacağı gerçektir. Cebi geniş bir Kadı’nın hukuk dağıttığı asırları, bir kalemde çizip hukuk devletine geçmemizin mucize olduğunuda kabul etmekteyim.
Her on senede bir çalkalanan Cumhuriyetimizin çorba kıvamına doğru yavaş yavaş kaynadığını da düşünmekteyim. Aslında bu geçiş döneminin yumuşak mı yahut kanlı mı olacağını bir tarihte bir tekkeli adam dile getirmişti. Bu sözleri duyduğumuzda, olduğumuz yerden sıçrayarak itiraz etmiştik. Yakın tarihimizi iyi incelemediğimizden olacak. Bugün bile bu günler hakkında uyarılar olduğuna inanmaktayım.
Meclis kürsüsünde bir tarihte konuşan bir vekilin, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesinin yanlış olduğu, hiristiyan külübü olan bu birliğe girilmemesi gerektiği üzerine on dakika konuşma yaptığı meclis kayıtlarında bulunmakta. Partisinden ayrılıp KORMAN sitesinde bulunan ofisinde yeni parti kurarak iktidar olan aynı kişinin, aylarca Avrupa Birliği kapısında dilenmesini izlemek bana biraz acılı Urfa kebabı gibi gelmekte.
Aynı kişi şimdi Ankarada Çankaya’da 856 rakımlı tepede oturmakta. Ne kadar ilginç, insanlar inandıkları değil, şartların ortaya çıkardığı düşünce tarzına ayak uydurmakta olduğunu izlemek ‘’Kime ve Niye‘’ inanacağımız konusunda belirsizlik yaşatmaktadır. Bu durumdan sizi bilmem amma ben rahatsız olmaktayım. İnandığım bir çok konuya artık inanamamaktayım. Yazarın dediği gibi ‘’ öyle bir zaman geçerki ‘’ film gibi, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.