|
|
Avrupa Merkez Bankası Üfürüyor; Buralar BalonlaşıyorKategori: Türkiye | 0 Yorum | Yazan: Prof.Dr. Korkut Boratav | 04 Mart 2012 12:49:58 The Institute of International Finance (IIF) Ocak'ta yayımlanan bir raporunda "yükselen piyasa ekonomilerine" dönük sermaye hareketlerinin 2012'de önemli boyutlarda düşeceğini öngördü. Bu öngörü ciddiye alındı; zira IIF "para musluğunun başında oturanları" (yani dev uluslararası bankaları, finans şirketlerini) bir araya getiren bir kuruluştur.
Gerçekten de, Avro Bölgesi’ndeki borç krizi, uluslararası sermaye hareketlerini 2011’in ikinci yarısından itibaren daraltmaya başlamıştı. Brezilya, Hindistan, Macaristan gibi “yükselen” ekonomilerde, yabancı sermaye çıkışları döviz fiyatlarını tırmandırmış, yeni finansal kriz olasılıkları konuşulmaya başlanmıştı. Türkiye için de bu olguyu Temmuz sonrası için belirledik, inceledik. Merkez Bankası, rezervleri beş ayda on beş milyar dolar eriterek dövizi frenlemeye çalıştı, TCMB Başkanı da yıl sonunda karmakarışık konuşmalar yapmak zorunda kaldı. IIF’nin 2012 öngörüleri de bu olumsuz olgulara dayanmaktaydı. Ne var ki, Aralık 2011’de Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB’nin) yeni başkanı Mario Draghi ani bir karar aldı: Avrupa bankalarına yüzde bir faizle üç yıl vadeli, teminat koşulları çok gevşek (hemen hemen sınırsız) kredi sundu. Birkaç gün içinde bankalar, AMB’den 489 milyar avro’luk kredi çektiler. AMB’nin ana sözleşmesi, Banka’nın üye devletlere kredi açmasını yasaklıyordu. AMB fiilen müflis devletlerin alacaklılarına bol kepçe kredi açarak bankaların batmasını önlemekte, bu yasağı da bir anlamda delmekteydi. Şubat sonunda bu kredi pompalamasının ikinci furyası tekrarlandı. Bu kez birkaç gün içinde 800 Avrupa bankası, AMB’den 530 milyar avro tutarında kredi çekti. Böylece, iki ay içinde Avrupa bankalarına bir trilyonun üzerinde ucuz kredi akıtılmış oldu. Bu astronomik fonlar nasıl kullanıldı? İlk aşamada bankalar büyük ölçüde AMB kredilerinin “üstüne yattılar”, bir bölümünü doğrudan doğruya AMB’de gecelik mevduat hesaplarına koydular. Vadesi gelen borçların, yükümlülüklerinin likidite tıkanmasına, iflaslara yol açmaması böylece sağlandı. Aralık ve Şubat kredilerinin yüzde 44’ünün bu biçimdeki âcil gereksinimlere ayrıldığı, 570 milyar avro’luk bölümünün ise “serbest” kaldığı anlaşılıyor. Belirlendiğine göre bankalar bu “serbest” kaynakların önemlice bölümlerini, Avro Bölgesi’ndeki kısa vadeli devlet tahvillerine yatırmışlar. İspanyol ve İtalyan bankaları, kendi devletlerinin bugünden yarına batmayacağı olasılığı üzerine (bir anlamda) “kumar oynayarak”, ikincil piyasadan tahvil satın almışlar. Tahvil fiyatlarını yukarı, faiz oranlarını aşağı çeken bu ek talep, krize yatkın İtalyan, İspanyol hazinelerinin borçlanma maliyetlerini (en azından şimdilik) düşürmüştür. Amaç, ağırlaşan borç krizi nedeniyle “topun ağzında” duran bankaların adım adım iflâsa sürüklenmesini önlemekti. Öte yandan, yüzde 1 oranlı kredilerin, bir yılda yüzde 5 getiri sağlayan devlet tahvillerine yatırılması, bankalara çekici bir taşıma suyla spekülasyon (“carry trade”) alanı açmaktaydı. *** Başbakan’ın sevdiği, sık sık tekrarladığı, doğru bir lâf vardır: “Paranın dini, imanı, milliyeti olmaz!”. Avrupalı bankerler de yurtseverliklerinden değil, kısa vadede kazanç arayarak İtalyan, İspanyol tahvilleri üzerinde “carry trade” yapıyorlar. Bu işlemler, avro sayesinde “kur riski” taşımadığı için çekici oluyor. Peki, aynı işi (“kur riski” taşısa da kamu açıkları düşük) çevre ekonomilerinde niçin yapmasınlar? Nitekim yaptılar. Ve Ocak’tan itibaren metropolden çevreye yüksek tempolu sıcak para akımı başladı. Brezilya Maliye Bakanı iki yıl öncesinin “kur savaşları” tartışmasını yeniden gündeme getirdi ve ulusal paranın aşırı değerlenmesine (ucuzlayan dövizlere) karşı önlem alacaklarını söyledi. Gerçekten de en büyük yirmi çevre ekonomisindeki döviz hareketlerini 2011 Aralık ve 2012 Şubat ayları arasında karşılaştırın: Liste başına dolar fiyatı yüzde 10.9 ucuzlayan Macaristan yerleşmekte; Brezilya ve Türkiye ise yüzde 8.4; Türkiye’de ise yüzde 7.5’lik ucuzlama oranları ile dördüncü ve beşinci sıralarda yer almaktadır. AMB’nin bir trilyon avro’yu aşan kredi genişlemesinin çevre ekonomilerine taşan öğeleri bu gelişime yol açıyor. Benzer bir etki, ABD’de FED’in 2008 ve 2010’da iki parti halinde gerçekleştirdiği 1.8 trilyon dolarlık likidite genişlemesi sırasında da gerçekleşmişti. Ellen Brown bir incelemesinde (Global Research, 9 Temmuz 2011’de) bu fonların sonunda büyük ölçüde ABD dışındaki merkez bankalarının rezervlerine taştığını gösteriyordu. Elbette dolaylı olarak: “Rantiye sermayesi” ucuz dolarları, ABD dışındaki kâğıt varlıklara yatırıyor; bu akımlar son aşamada merkez bankaları tarafından satın alınıyordu… *** Uzun lâfın kısası: Bu, bir finans kapital dünyasıdır. 2008 bunalımının bu son dalgası da gösteriyor ki, kriz yönetiminde izlenen strateji, bankaları (alacaklıları) kurtarma önceliği üzerine inşa edilmiştir. Kapitalist metropollerde kemer sıkma, kesin önceliktir. Daraltıcı maliye politikaları üretimi, sermaye birikimini, reel ücretleri, tüketimi, kamu hizmetlerini (kısaca reel ekonomiyi) baskı altında tutmakta, krizin yükü halk sınıflarına yıkılmaktadır. Eş zamanlı olarak merkez bankaları yüksek tempolu, ucuz likidite genişlemesine başlıyorlar. Batık kredileri tahsil edemeyen alacaklıları, bankaları kurtarmak üzere sınırsız fon pompalanıyor; ama bunlar reel ekonomiyi destekleyen kredilere dönüşmüyor. Zira, iç talep, her yerde baskı altındadır. Likidite genişlemesi önce metropolde, giderek çevre ekonomilerinde kâğıttan varlıklara; tahvillere, hazine bonolarına, borsalara, mevduata yöneliyor. Avrupa, ABD ekonomileri, 2008 sonrasına damgasını vuran uzun durgunluk içinde debelenirken, finansal kazançlar korunuyor; hatta tırmanıyor. Çevre ekonomileri ise, denetleyemedikleri bir sarkacın salıntısına mahkûm kalıyorlar: Metropol bankalarının sıkıştığı dönemlerde, yabancı sermaye çıkışları finansal çalkantılara yol açıyor; ekonomiler küçülme, durgunlaşma ortamına sürükleniyor. 2008-2009 ve 2011 sonlarında olduğu gibi… Metropol likidite genişlemesine geçtiğinde, sıcak para akımları çevreye taşıyor; ucuzlayan döviz (“kur savaşları”) cari işlem dengelerini bozuyor; dış açıklar oluşuyor veya tırmanıyor; finansal balonlaşma ivme kazanıyor; istikrarsızlık kronikleşiyor; ağırlaşıyor. 2010’da, 2011’in başlarında olduğu gibi…
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|