Sergiye adını veren tablo "The Mad Square" (Çılgın Meydan) Almanya'da Birinci Dünya Savaşının ardından çılgınlık derecesinde bir sanatsal canlılığın yaşandığı Berlin'i anlatıyor. Felix Nussbaum, bu resmi 1931 yılında yapmış. Berlin'deki Pariser Meydanı'nda minicik meleklerin koruduğu, Modernizmin en son örnekleriyle poz vermiş ressamları, aydınları gösteriyor. Ünlü ressam hala iyimser, tırmanışa geçen faşizme aldırmaz gibi, belki de gördüklerine ve hissettiklerine inanmak istemiyor.
O yıllarda Berlin, her türden marjinal grubu ve radikal sanatçıyı bünyesinde toplayan, Avrupa’nın en canlı sanat ve eğlence merkezi.
Birinci Dünya Savaşı, Alman sanat dünyasında bir heyecan dalgasına yol açıyor. Birçok sanatçı milliyetçi duygularla askere yazılıp cepheye koşuyor. Fakat savaşın acımasız gerçeği hepsini derinden etkiliyor. Sergide birçok örneğini görebileceğiniz savaş görüntülerinde, prostestonun yanısıra en grafik biçimlerde resmedilmiş barbarlık, zulüm, yıkım, acı ve hüzün var.
1930’lar kısa sürede bir kabusa dönüşüyor. Kitaplar yasaklanıyor, resimler müzelerden atılıyor, ilerici sanatçılar afaroz ediliyor. Fakat aynı zamanda başta Berlin olmak üzere Almanya’nin dört bir yanına yayılmış sanatçılar en yaratıcı dönemlerini yaşıyor ve ilerde dünya sanat tarihine geçecek akımların öncülüğünü yapıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Alman İmparatorluğu’nun sonu oluyor ama ardından kurulan Weimar Cumhuriyeti 15 yıllık iktidarı (1918-1933) boyunca ekonomik, sosyal ve siyasi krizlerle ülkeyi iyice çökertiyor. Giderek artan yoksulluk, işsizlik, fuhuş ve tüm değerlerin altüst oluşu birbirinden etkileyici ve güçlü yorumlarla tuvale ve beyaz kağıda yansıtılıyor. Zaten sanatın gücü de, böylesine çalkantılı bir dönemi bu kadar yalın bir dille ifade edebilmesinden geliyor. Ülkedeki ekonomik kriz, enflasyon ve kaos Nazilerin eline müthiş bir fırsat veriyor ve 1933’de iktidar oluyorlar.
Karanlık, baskıcı ve modernizme düşman Alman yönetimi sanatı slogancı, dogmatik ve dar kalıplara sokmaya çabalarken, aynı ülkenin sanatçıları Ekpresyonizm, Dadaizm ve Bauhaus gibi inanılmaz enerjik, dinamik ve hatta oldukça provokatif, yepyeni ifade biçimleri yakalıyorlar. Ama nerdeyse hepsini karanlık bir süreç bekliyor; hapisler, sürgünler, zorunlu göçler ve hatta ölümlere gebe bir süreç bu. Serginin baş yapıtı diyebileceğimiz The Mad Square’in ressamı kaçtığı Belçika’da bile Nazilerden kurtulamıyor. Nussbaum, 2 Şubat 1944’te, henüz 39 yaşındayken Auschwitz Toplama Kampı’nda can veriyor. Bu tabloyu incelerken, ressamın akibetini düşünmek insanın kalbini sızlatıyor.
Sergi, 1910 ila 1937 yılları arasındaki bu dramatik ama alabildiğine yaratıcı dönemden birçok eserin, titizlikle bir araya getirildiği son yılların en başarılı karma sergilerinden biri. Çılgın Meydan Sergisi, birçok tablo ve eskizin yanısıra seramik, fotoğraf, dizayn, afiş ve sinemanın baş yapıtlarından Metropolis filmi de dahil 200 eserlik bir sanat koleksiyonundan oluşuyor. Melbourne’daki National Gallery of Victoria’da (NGV) 4 Mart’a kadar açık olan sergiyi izlerken, duvarları süsleyen her resmin ve her bir parçanın 19. Yüzyıl’in ikinci yarısı ile 1940’lara gelmeden kesintiye uğrayan toplumsal sürece damgasını vuran cesur ve büyük sanatçıların imzasını taşıdığını hatırlamakta yarar var. Bu sanatçılar hiç ödün vermeksizin kendilerini sanata adadılar. Geride bütün insanlığa ait değerli bir kültür mirası bıraktılar. Bize de NGV’nin ayağımıza kadar getirdiği bu mirasi selamlamak düşüyor. Biraz acele edelim ama, çünkü sergi 4 Mart’ta kapanıyor.