|
|
Lapa Lapa Kar.... Kuzey Işıkları.... Güney HaçıKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 03 Şubat 2012 15:25:53 Biraz önceki tipi birden yavaşladı. Kar taneleri iri ve yavaş düşüyor şimdi. Ev sıcacık. Kedilerim çalışma masamın üzerine uzanmış gerinerek uyuyorlar. Dışarda soğuğun kendi cinslerine iyi davranmadığını biliyorlar mıdır acaba? bilseler de umursamıyorlardır. Elimdeki gazetenin başlıklarından biri. "Devlet depremzeler için yaptırdığı ikibin konteynırı zamanında gönderememesini olumsuz hava şartlarına bağladı." Buna ne demeli?
“İçerden dışarıyı seyretmesi ne güzel.. Çocukluğumuzun kartpostallarını anımsatıyor. Eric Satie Cdsini bir daha döndürüyorum. Kar günlerdir hiç dinmedi. Bir süre daha dinmeyecek. Belki bir hafta belki daha fazla. Hava erken kararıyor. Şimdi de sokak lambalarının aydınlığında iniyor beyaz pamuklar. Günlerdir gökyüzü hiç göstermedi kendini. Dur bakim şurdaki ay değil mi? yakınında silik bir yıldız var. Diğer yıldızlar kar bulutlarının arkasında saklanıyorlar, biliyorum. Bir puslanıyor bir parlıyor bu yıldız.. Bir çakıyor bir sönüyor kırmızı, yeşil ışıklar. Her çaktığında sicim gibi inen sulu kar tanelerini aydınlatıyor. Kanat uçları tüm esnekliğini kullanarak bir aşağı bir yukarı hareket ediyor. Adeta kanat çırpıyor uçağımız. Eğilip kanat hizasında oturan yolcunun uzattığı boş bardağı alıyorum. Gözüm penceresinden gözüken çakıp sönen ışıklarda. Kabin ışıkları kapalı. Yolcuların çoğu uyuyor. Aralarda tek tük film izleyenler var. İzlanda'dan kalkalı 2 saati gecti yolu yarıladık sanırım. Grönland sahilleri görünüyor olmalı. Ben ve ekibim üç haftadır çok üşüdük. Almanya Kanada arası uçuşları yapıyoruz. İzlandada yakıt ikmali yapıyor uçağımız. Almanya'nın kuzey şehirleri -10 civarı. İzlanda -20, birkaç saat sonra ineceğimiz NewFoundland -20 -30 arası değişiyor. Yarın akşama kadar orda dinleneceğiz. Sürekli kar görüyoruz. Hep kar hep kar. Yolcular yorgun ama keyifli bakıyorlar.Yarın sabah mayolarını giymiş halde kumsalda uzanıp ananas, mango yiyeceklerinin hayalini kuruyor olmalılar. Ekipçe hayıflanıyoruz. Bir hafta daha Atlas okyanusu üzerinde git gel yapacağız. Sonra Dominik Cumhuriyeti Puerto Plata'dan gelen bir ekiple yer değiştireceğimizi umuyoruz. Kabin ekibini sırayla dinlendiriyorum. Benimse uykum yok. Siyah kahvemi yudumluyor, arasıra Galley'nin küçük yuvarlak penceresine yerleştiriyorum yüzümü, üzerinden geçtiğimiz okyanusu hayal ediyorum. Etraf zifiri karanlık, kanattaki ışıkların anlık çakması yüzüme yansıyor. Uçsuz bucaksız okyanusun üzerinde yalnız ilerliyoruz. Yıllar önce güneş sisteminden çıkıp hala gittiğini varsaydığımız Voyager gibi... kimbilir hangi galakside yol alıyordur simdi, neler görmüştür? Kimbilir? Böyle anlarda hiçbir yerde olmadığımı dünyayı içimde taşıdığımı düşünüyorum. Gün ağarıyor karanlık lacivert bir renge dönüşüyor. Yolcular uyanmaya başladı. Ekibim sessizce kabine kahvaltı servisi veriyor. Kahve kokusu tüm kabini kaplıyor. Kokpite kahvaltılarını veriyorum. Onlar da hiç uyumadılar. İkinci koyu siyah kahvelerini istiyorlar. Gander için alçalmaya başlıyoruz. Kabin iniş hazırlıklarına girişiyor. Gökyüzünün mavisi biraz daha açılıyor, kabin yarı aydınlanıyor. Aşağıda denizin üzerine dağılmış küçük buzdağlarını seçebiliyorum, yakından küçük olmadıklarını biliyorum. Kokpitten iki sinyal sesi geliyor. Bir kahve daha mı acaba? yoksa türbülansa mı gireceğiz? dışarda açık bir hava görülüyor, en ufak bir sarsıntı da yok. Kokpitin kapısını açıp giriyorum. “Kahve mi kaptanım?” Kokpit sessiz. İleriye dikmiş gözlerini ayırmadan yumuşak bir sesle “görüyor musun” diyor Kerrar kaptan, sanki gördüğünü ürkütmek istemiyor. Maviliğin içinde onlarca beyaz siluet dans eder gibi süzülüyor. “Bu! Bu! Aurora Borealis!” diyorum, aslında bağırmak geliyor içimden sesim boğazımda düğümleniyor. Başını bana çeviriyor “senin bilebileceğini tahmin etmiştim. Ne o sen ağlıyor musun?” Cılız bir sesle yanıtlıyorum. “Güney kutbunda görülene de Australian Borealis deniyor. Hep hayal etmişimdir kuzey ışıklarını.. şimdi karşımdalar!...” “Graeme gel kahveleri bahçeye çıkardım. Gökyüzü çok güzel bu akşam. Yıldızlar ne kadar alçakta duruyorlar. Uzanıp tutmak istiyorum birini. Hangisini tutayım?” Graeme çıkıyor bahçeye “sen hangisini istiyorsan.” Bunlar bir değişik görünüyorlar. Küçük ve büyük ayıyı bulamadım, farklı bir gökyüzü bu sanki. Yaptığım kahveyi değil elindeki şarabı yudumluyor, gülümsüyor “Güney yarımkürede olduğunu unutuyorsun galiba o yıldızlar burdan görülmezler..” Doğru söylüyor Graeme. Geleli birkaç ay oldu ama ben yeni farkediyorum. Evet, bitki örtüsü, hayvanları, karıncaları, hatta sinekleri bile farklı buranın. Gökyüzünün de değişik olabileceği hiç aklıma gelmemişti. “Peki Avustralian Borealis'i görebilir miyim? kuzeydekini görmüştüm yıllar önce.” Graeme küçük bir çocuğa konuşur gibi anlatıyor. “Her ne kadar kıtanın altında Antartikaya yakın olsak da buralardan zor. Biraz daha aşağıya belki de Tasmanyanın da altına inmek gerekir sanırım.” Teselli etmek istiyor. “Ama sana Southern Cross'u gösterebilirim. Sadece güney yarımküreden ve nadir görünür, bulması da oldukça zordur.” Neye benziyor diye soruyorum hemen. “Gökyüzünde bulamazsan Avustralya bayrağına bak, üzerindeki beş yıldız Güney Haçını temsil eder. Büyük olanları birleştirdiğinde bir haç işareti çıkar ortaya. Şimdi gel gökyüzünde arayalım, şuraya bak! galiba şanslıyız bu akşam, tam parmağımın gösterdiği yere bak... görüyor musun?... Kar hala dinmedi. Koca bir bulut ayı görünmez kıldı, puslu yıldız saklandı... şimdilik...
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|