A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri Ekitap Radyo

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Dilek

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Deniz Günal | 31 Aralık 2011 04:04:35

Bu yazıyı ben mi yazdım yoksa Ömer Hayyam mı yazdırdı, niye yazdım, hem de eski yılın son gününde bilmiyorum ama 2011'in bitmiş her gününde olduğu gibi 2012'nin yaşanacak her gününde o aramızda olacak. O, başkalarının başına gelecek. Biz onu duyacak, arada ürperecek ama unutup önümüze bakacağız. Başımıza geldiğinde ise...

Bilgenin yüreğinde her dilek,
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek
 
Ölümü düşünebilir misiniz? Ölümü düşününce ne düşünürsünüz?
 
Ölmekten korkarız. Ama aslında neden korkarız? Ölümden mi?
 
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var, demiş bir halk ozanı.
 
Ölümden mi zulümden mi korkuyoruz?
 
Hiç ama hiç deneyimlemediğimiz, tam bir bilinmeyen ölüm. Tanrı kavramı gibi. Varsayımlardan öte geçilemiyor. Herkesin deneyimi kendine özel kalıyor.
 
Akıl bu kadehi övdükçe över;
Alnından sevgiyle öptükçe öper;
Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi
Hem yapar hem kırıp bin parça eder.
 
Ölüm.... O kapkara delik... Geri dönüşü olmayan kopuş... Sahip olduğumuz herşeyin, herşey olan yaşamın elimizden alınması. Kaçınılmaz olan son. Birlikte doğduğumuz yazgımız.
 
Zulümden, kederden geçilmeyen dünyada kimi zaman bir kurtuluş, bir özlem ölüm. Acılardan, korkulardan, kırıklıklardan özgürleşme. Ya da öyle sanıyoruz....
 
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
 
Ölümden korkarken, doğumumuzu ve öncesini hiç dert etmeyiz. Biz yokken neler olmuş bitmiştir? Geçmiş gitmiştir ama herşey geçip gider zaten. Bizden sonrasını dert ederken, bizden öncesini doğal bir kolaylıkla, tarihe ilgimiz varsa yalnızca merak eder, yoksa düşünmeyiz bile. Duygusal alanımıza girmez hiç.
 
Ha Belh'te ölmüşsün, ha Bağdat'ta hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir.
 
Bütün evren bizimle başlar sanki, ama nasıl bizsiz devam edebilir! Kabul edilemez olan bu mudur yoksa? Bir tür çekememe... Herkesi aynı sonun beklediğini bilmemize karşın, birilerinden önce gitmeyi sindirememek...  
 
Ya da yalnız, küçük, sahipsiz, çaresiz, zavallı, evsiz, yurtsuz duyumsayarak kendini yapışmak mıdır yaşamın her kırıntısına?
 
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
 
Ölümü bilmiyoruz. Onu olduğu değil, etkilediği yaşam alanları ile, yaşamın içinde oluşumuz ile tanıyoruz. Ölmekten korkuyoruz. Ölümü hiç düşünmeden yaşayabiliyoruz yine de, hiç ölmeyecekmiş gibi.

Geçen hafta, Melbourne’lu bir dostumuzu uğurladık dünyamızdan. Çok güzel bir gündü. Masmavi bir gökyüzü, yakmayan üşütmeyen mükemmel bir hava vardı... Mezarlıkta birer yetişkin olan çocukları,  dostları, rengarenk giysiler içinde ellerinde kırmızı birer gülle beklediler açılan çukura omuzlar üzerinde bir tabut içinde gelişini... Bir yandan güvercinler, kumrular yeni mezarların üzerinde cıvıldaşıyor, ulu ağaçların gölgesinde şen çiçeklerle bezeli bakımlı mezarların çevrelerinde ziyaretçileri dolaşıyordu...

Mutsuz, kederli bir kalabalık değildik. Tam tersine, son görevimizi severek isteyerek yapmaya gelmiştik, zaman zaman gülüşen, neşeli bir topluluktuk... Yerinde bir esin ile kendi ölümlerimizi bile planladık ayaküstü, nasıl bir uğurlama dilediğimizi anlattık şen bir ciddiyetle. Kimin ne zaman gideceği belli değildi. Dostumuz bir süredir kanser hastasıydı. Durumunun hayatını sonlandıracağını biliyordu, kabul etmişti ama son güne dek umutluydu yine de... Gerçek ve düş hep elele olmuştu işte. Hep böyle mi olurdu, böyle mi olmalıydık biz de?
 
Varlığın sırları saklı, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.
 
Derin bir çukurdu. Tabuttan çıkarıldı dostumuzun cansız bedeni, kefeni ile çukura indirildi, başının altına bir beton yastık dökülmüş, yeni evine yerleştirildi. Kızları attı ilk toprağı üstüne, sonra damadı, dostları... Bir zamanlar bıcır bıcır konuşan, hep canlı, neşeli dostumuz artık cansız bir et parçası idi...  Toprağa verilmişti. Neler yaşamıştı, neler neler yaşamak istemişti... Nelere sahip olmuş daha da neler istemişti...
 
Neydiyse neydi! Geriye kalanlar bir et parçası, bir parça kumaş, iki metrelik çukur, mavi göğe karışan arapça dualar, sürgit yaşamdı...  
 
 
  
Bu yazıda:

Sevdiklerimizin ölümünden korkmamızı, onların ölümlerinin üzerimizdeki etkilerini konu dışı bıraktım. Bunun en büyük nedeni bu korkunun yaşam içindeki yerimizle, bağımlılıklarımız, alışkanlıklarımız, gereksinimlerimiz ile açıklanabilir olması. İnsan kendi ölümünü ise yaşamın içinde deneyimleyemiyor.
 
Dinlerin ve kişisel inançların ölüm karşısındaki tavırlarını konu dışı bıraktım. Yaşam sonrasına dair inançlar, inananlarda ölümü kabullenmeyi kolaylaştırıyor gibi görünse de, ölüme yaklaşımı kişilik özelliklerinin mi inançların mı etkilediğini, ya da bu ikisinin birbirlerine olan etkilerinin mi belirlediğini ayrıca tartışmak gerekir diye düşünüyorum. 
 
Bütün dörtlükler (rubailer) Ömer Hayyam’a aittir.
 
 
 
Son:

Hani güzel usta Ömer Hayyam demiş ya yine: Yüce varlık bize bir beden verince,sevmesini öğretti her şeyden önce, sonra şu delik deşik yüreğimize,mana incileri sakladı binlerce.
 
Bu yazıyı ben mi yazdım, niye yazdım, yoksa Ömer Hayyam mı yazdırdı demeyim artık. Ama çağdaş bir şairle bitireceğim, yüreğindeki ‘mana incileri’ni dizelere dökmüş Nihat Ziyalan.
 
Gönlümüze göre kefenimiz olsun!
 
 
 
DİLEK

Giyemedim evliliklerimde;
damatlık elbise,
beyaz gelinlik.
 
Fistan giydim çocukluğumda;
yalınayak,
tozunu attırdım Adana'nın.
 
Tosbağalarla yarıştım;
hakem,
oynak parke taşı olmasaydı,
çarpmasaydı tırnağıma,
birinci gelecektim.
 
Yoksulluk vurmasın;
delik pençe ayakkabı,
yamalı göt pantolon,
güler yüzlü düşündüm hep.
 
Yetmiş beşime dek;
ölüm girmedi şiirime,
nasıl olsa bir kerecik,
iş bittikten sonra,
hissetmeyeceğim.
 
Son zamanlarda;
sık sık,
aklımdan geçiriyorum:
 
Babamın şalgam fıçıları;
yıllar, yıllar boyunca sinmiş,
tahtasına,
cenderelenmiş kokusu
 
Kefenim olsun isterdim.
 
Nihat Ziyalan, Sydney 2011


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 5 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Yazarlarımızdan Prof. Dr. Şehmus Güzel yaşamını yitirdi.
Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi’nde yükselen o çığlık
Türkiye’de Engelli İşçiler ve Sınıf Mücadelesi: 3 Aralık’ta Görünmez Kılınan Emek Gerçeğine Devrimci Bir Bakış
MESEM Gerçeği: Çocuk İşçiliği, İş Cinayetleri ve Gözaltılar Karşısında Devrimci İnsan Hakları Mücadelesi
Zehirlenen yalnizca tabaklar değil: Türkiye’de gida güvenliği krizi ve sistemin çürümüşlüğü…

Sadece İsimde Ateşkes: Gazze'nin Uzun Süren Araf Dönemi
Çin Japonya'yı Test Ediyor ve Amerikan Kararlılığının Sınırları…
Emeklilerin Büyük Yürüyüşü Başlıyor: 17 Milyon Kişi Artık Sessiz Değil!
Çocuklar için bir öğün: bütçenin %1,5’inden başlayan dünya ölçeğinde bir adalet mücadelesi
Çin'in 'Salam Dilimleme' Stratejisi: Pekin, Güney Çin Denizi'nin Haritasını Nasıl Yeniden Çiziyor?

ABD-Avustralya Kritik Mineraller Anlaşması Pasifik Tedarik Zincirlerinin Geleceğini Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?
Kalkınma Hakkında Yanlış Bildiğiniz Şaşırtıcı Gerçek
Avustralya - Çin İlişkileri: Avustralya'da Kavga
Gri listeden çıktık ama... AB'nin 2024 Türkiye raporu'ndan çıkan şaşırtıcı gerçekler!
Çin'in beş yıllık planları dünyayı nasıl değiştirdi?

"En ciddiyetsiz nesil": Z kuşağı neden kasten gülünç olmayı seçiyor?
Güney Karolina'nın Unutulmuş Osmanlıları: Sumter Türklerinin Şaşırtıcı Gerçeği
Köpek ve insanların bazı duyguları aynı genetik kökene sahip
Motokuryelerin Sessiz Çığlığı: Sokağın Gölgesinden Yükselen Sınıf Mücadelesi
Gençlerden sonra emekliler de yurtdışına gidiyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Kahvehaneler: Bir Sosyo-Politik Etki
Osman Hamdi Bey’i bilmeyen varsa bile herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi’ni bilmeyen yoktur ya “Mihrap” tablosu...
JAK İHMALYAN'DAN: “RESİM ANLAYIŞIM”
Jak İhmalyan sergisi İstanbul'da
MADELEİNE RİFFAUD, 1924-2024

Einstein'ın hayran kaldığı filozof: Spinoza'nın aklınızı başınızdan alacak radikal fikri
Adalet Kavramına Filozofların Gözünden Bir Yolculuk
KE.KE.ME. (KKM)
Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?

Yeryüzünü fırına çeviren atmosfer olayı: Isı kubbesi
Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.

Axiom Raporu: Siber Güvenlik ve Çin-ABD İlişkilerine Etkisi
WhoFi: Wi-Fi sinyaliyle kimlik tespiti dönemi başlıyor.
500 yıllık Da Vinci çizimi sessiz drone teknolojisine ilham verdi.
Çin, HDMI ve DisplayPort alternatifini piyasaya sürdü.
Telefonlar depremi 30 saniye önce bildirdi…

Bilim insanları beynin beş farklı yaşam evresinden geçtiğini açıkladı: Kritik dönüm noktaları 9, 32, 66 ve 83 yaş…
Amerika kıtasında 'olmaması gereken' yeni bir insan türü keşfedildi: Checua nedir? Türkler ile bağlantıları var mı?
NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.

Türkiye’de üniversite mezunlarının geliri Avrupa’nın en düşük seviyesinde…
Gerçek işsizlik yüzde 29,6!
Türkiye’de tek kişilik
UNICEF raporunda Türkiye'deki çocuklar son sıralarda
AP'den Türkiye'ye sert mesaj: Kriterler müzakere edilemez

Vatan kirim’a sahip çıkmak: Teslimiyete karşı onurlu direniş
İŞGALİN KARANLIĞINDA BİR IŞIK: Veciye Kaşka’yı Unutmayalım
2025 Hazar Türk-Musevi Hakanlığı: Tarih Yeniden Yazılsaydı Dünya Nasıl Görünürdü?
Sürgün Devrim girdabında Isaac Deutscher ve Avraham İşcen
Eriyen Şövalyenin Gölgesinde Devrimci Moses Hess

Büyük Konuşmak
HUKUK KARGAŞASI
HAİN Mİ ARARSINIZ
KANAS
Kayyum

Paranın, Lidya Sikkesinden Dijital Cüzdanlara Uzanan 5000 Yıllık Hikayesi
Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git