Toplumda bilmediğim konularda söz söyleme konusunda çok cimri davranır, karşımdaki kişinin de aynı şekilde davranmasını beklerim. Bazen böyle bir durumda karşımdaki konuşan insanın bilmeden konuşmasına tahammül edememekteyim. Aslında dinleyip eğlenmek gerekir diye kimi zaman düşünsem de, yanlış bilginin cahil insanda yapacağı derin tahribatı düşünerek bir çok yerde isyan etmekteyim. Bazen evde yanlışlık yaparak televizyondaki tartışma programlarını izleme gafletinde bulunmaktayım.
Benim gibi yanlışlık yapıp da bu programı izleyen insanların var olduğunu düşünüp, nasıl müdahale etsem diye zorlanmaktayım. Ekranda mikrofon açık, canlı yayında söylediğin her cümle yanlış da olsa yayınlanmakta ve gerçeği saptırdığı zaman da kimse müdahale etmemekte. Filmi geri sarıp ‘’Bakınız bu gerçek değil, insanlara yanlış bilgi vermek etik değildir‘’ diye ikaz edememektesiniz.
Hatta böyle bir programda bir hanımın ‘’Benim oyumla bir çobanınki aynı olmamalıdır’’ diye isyan ettiğini ve bu konuşmanın da canlı yayında antenden çıktıktan sonra, geri dönüşün olmadığını izlemiştik. Bu söyleşi esnasında söylenen söz her ne kadar ‘’Demokrasilerde oy kalitesi değil matamatiksel çoğunluğun’’ geçerli olduğuna ikaz etse de gerçeği hiç değiştirmemişti. Söz yayınlanmış, bu konuşmayı yazanlar ve çizenler eleştirmiş, fakat düşüncesindeki gerçeği teleffuz ettiği için hanım afaroz edilmişti.
Hatta başka bir programda sunucu ‘’Kızılbaş ‘’ kelimesini ağzından kaçırmış, bu kelime onun kariyerinin sonu olmuştu. Bakın konuşma esnasında ağzınızdan çıkacak her kelimeye dikkat edilmesi gerekir.
Geçtiğimiz günlerde toplumdaki her mesleğe karşı aşırı decede sataşan bir hanım, İstanbul Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Alemdaroğlu hakkında ‘’ 2003 senesinde Yayınlanmış bir Genelgeye dayanarak, başı örtülü olduğu için bir kadın hastaya gerekli olan tedaviyi yaptırmadığından, kadın hayatını kaybetmiştir’’ diye beyan ederk doğru olmayan bir bilgiyi ekrandan topluma aktarmaya çalışmıştı. Olmayan bir genelgeyi var gösterip, yapılmayan bir tatbikat için bir bilim adamını karalamanın ne kadar yanlış olduğunu çaresizlik içinde bu proğrama umutsuzca haykırmak istedim.
Geçen gün İkitelli yöresinde bir Tekstil fabrikasına mecburen gittim. Firmanın ismini gördüğümde nelerle karşılaşacağımı tahmin etmiştim amma geri dönmek için çok geç idrak ettim. Kapıdan içeri girmek mecburiyetinde kaldım. Firmanın ismi TekBir, aynen yazıldığı gibi. Bu isimle aklınıza bir çok konu gelebilir. Sahibi ile mecburen tanıştım. Firma sahibi Malatya doğumlu, eskiden tezgahtarlık yaparmış. Nasıl olmuşsa İran’dan birileri gelerek bu Malatya’lıya ana sermayeyi bir şekilde vermişler. Özellikle ‘’Tesettürlü Giyim ‘’ eşyaları üreten bir fabrika kurmasına yardım etmişler.
Fabrika 8500 metrekare kapalı alanda, yüzlerce dikiş makinasının çalıştığı bir üretim tesisi. Bu fabrikada iki kalem malzeme üretilmekte. Birincisi başörtüsü, türban da diyebilirsiniz. Diğeri ise kadınlar için yerlere kadar uzun pardesü. Fabrika sahibinde ‘’Türban‘’ konusu bir fikri sabit olmuş, bana da bu fikri kabul ettirmek için konuya geçmekte özel çaba sarfetmeye başlayınca bütün sigortalarım attı.
Bana insanların din kitabına dayalı şeriat kanunları ile yönetilmesini ve bilhassa kadınların türbanla örtünmeleri gerektiği üzerinde konuşmaya başlayınca, müsafir olarak gittiğim yerde terbiye sınırım yıkıldı. Kendisinden NUR Suresi 31. ayeti tercüme etmesini istedim. Bu ayeti bilmediğini söylerken konuyu içkiye getirip iki cümle edince, ‘’Nahl suresi 67. ayetini anlatır mısınız’’ dedim. Bilmediğini söylediğinde ayağa kalktım ve çıkmak için izin istedim. Adam türban ürettiği için örtünmeyi savunmakta, bana da cahil cüreti ile anlatmaya çalışmaktaydı .
Kendisine ağır bir tavırla ‘’Kuranda önce İKRA der ve bu bir dini emirdir, anlamı OKU demektir ’’ diyerek konuşmayı sona erdirdim. Bu sözlerden sonra hızla oradan uzaklaşırken çok sevdiğim bir cümleyi hatırladım. Hatta kimi zaman bunu tekrar eder, üzerinde düşünürüm ‘’Cahil’in Ahil’i Yönettiği sistemin adı DEMOKRASİ Olamaz‘’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.