|
|
Rüzgarı Anlat BanaKategori: Yaşam | 1 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 20 Aralık 2011 10:31:43 Çocukken her öğle üzeri yemekten sonra uyku uyumak kaçınılmazdı, uyurken validemin bir hikayesi vardı "Tüyden Mehmet". Daha çocukken bu hikaye ile tanışmıştım. Annesi çarşıya gideken Tüyden Mehmet'e "sakın pencereyi açma rüzgar seni alır götürür" diye tembihlermiş. Uyarıyı dinlemeyen Tüyden Mehmet pencereyi açmış, rüzgar onu alıp götürmüş. Bu güzel hikaye ile ben her gün öğle uykusuna yatar bu hikaye ile uyurdum. Ruzgarla tanışmam işte o günlerdeydi.
Çocukluğumda Ankara`da evlerde klima olmadığı için insanlar ellerine aldıkları birer yelpaze ile rüzgar yaratır serinlerlerdi. Daha Sonraları pilli fan üretildi, lüks yerde ise elektrikle çalışan vantilatör bulunmaktaydı. Rüzgar yaratıp insanlar serinlerdi. Cumhuriyet tarihimizin ilk dönemlerinde Ankara’nın siyasi Merkezinin kalbi iki yerde atardı. Birincisi ‘’KARPİÇ’’ lokantası, Rus asıllı olan Karpiç, yemekleri kendisi yapar, ahçısı Bekir de ondan öğrenirdi. Eşi Elena da mutfakta çalışır Karpiç’e yardım ederdi. Kızı Katarina yemek servisi yapardı. Diğer siyasi nabız ise bir sokağın bulunduğu yerde atardı. Sokağın adı ‘’Rüzgarlı Sokak‘’ tı. Eski Büyük Millet Meclisinin hemen arkasında bulunan Rüzgarlı Sokak’da bir parti merkezi ve buna bağlı bir de gazete vardı, ULUS Gazetesi. Çocukluğumuz boyunca rüzgar bize egemen oldu. Türkülerde rüzgar vardı sevgiliye gönderilecek selamı bile rüzgara teslim eder gönderirdik. ‘’Badı Saba Selam söyleyin o yare mübarek hatırı hoş mudur nedir‘’ Türk Sanat Musikisinde ise rüzgar’a özel itina gösterilir. Makamlar arasında geleneksel notalamayı dikkate aldığımızda en güçlüsü 7 derecedeki çargah perdesi, ikinci güçlüsü 10 derecedeki acem perdesidir. Durağı 5 derecedeki dügah perdesi olan bir makam vardır, bu makam rüzgarı anlatır: Saba Makamı. O kadar mistik bir makamdır ki, bu makamda icra edilen eserleri dinlediğimizde bir esintiye kapılıp başka dünyalara gideriz. ‘’Semti dildare bu demler Seferin var mı Saba’’ Saba makamında dinlediğimiz bu güzel şarkı rüzgarın sesidir, bu güzel şarkı, sevgi üzerine yapılmıştır. Bahsi geçen Saba sözcüğü rüzgar türlerinin tamamını kapsar. Yine çocukluğumdan hatırlarım bir sinema filmi bütün ülkede fırtına yarattı ‘’Gone With The Wind’’. Türkçe olarak ‘’Rüzgar Gibi Geçti’’ diye tercüme edilmişti. Baş aktör Clark Gable’ın oynadığı bu filmin haftalarca kapalı gişe gösterimde kaldığını hatırlarım. Delikanlı çağımda futbolda da rüzgar kendi yerini bulmuştu. Bir futbolcu vardı Gençlerbirliği takımında, sol açık oynardı. Esas ismi Zeynel’di fakat kendisini ‘Rüzgarın Oğlu’ diye tanırlardı. Rüzgarlı günlerde oynanan futbol maçlarında rüzgarı hesap ederek vurduğu korner atışılarıyla doğrudan çok gol attığını hatırlarım. Çocukluğumuzda sahil kentlerinde yaşamadığımız için Ankara’da geceleri sıcak olur ve biz yüksek yer olarak Çankaya’ya 854 rakımlı tepeye çıkardık, gece saat 11’den sonra rüzgar esmeye başlardı ve şehir biraz serinler, biz öyle eve geri dönerdik. Rüzgar olmadığı zaman Ankara cehenneme dönerdi. Yaz günleri İzmir’de aynı konudan muzdaripti. Öğleden sonra çıkan imbat rüzgarı olmazsa İzmir’de durulmazdı. Bu şehri kurtaran imbat rüzgarıdır. Bu rüzgar adı ile radyo programları bile yapılmaktadır. Rüzgarla sevgi iletilir, rüzgarla dert dağıtılır, rüzgarın varlığından tarım da nasibini alır. Rüzgarla ekinlerin uzaması, büyümesi hızlanır, rüzgar tarım için vazgeçilmez bir doğa olayıdır. Resimlerde rüzgarı yansıtan ressamları çok severim. Çok önemli eserler veren, ekinleri fırçası ile tuallere döken ressamlara kaynağın yine rüzgar olduğunu hatırlarım. Vincent Van Goh’un ekin tarlasını izlerken sanki rüzgarı seyrederim hep. Bir çok yöre adını rüzgarın adından alır, Ankara’nın havaalanı olan ESENBOĞA gibi Azerbeycan’ın başkenti BAKÜ de rüzgar demektir, Çok sevdiğim Türk siyasi tarihinde önemli bir siyasetçi, değerli bir karakter vardı ismi Kasım soyadı ise GÜLEK idi, Torosların İçanadolu’ya açılan “Kilikya Kapısı” olan bir boğazın ismi de aynı adla anılır, GÜLEK Boğazı, fakat aslı KÜLEK olan bu yerde rüzgar hiç susmaz devamlı eser, Külek rüzgar demektir. Değerli bir şarkıcının dediği gibi ‘’Rüzgarı anlat bana, esmeyi anlat bana, Bana Sevmeyi Anlat‘’ Sevgiliye gönderilecek mesajlar rüzgarla namelere aktarılır. Notalarda rüzgarı anlatmak sevgiyi daha güzel dillendirir. Delikanlı çağımda İstanbul’da Heybeliada’da denize girmek için gittiğimiz yer olan Değirmen Burnu’nda bir yel değirmeninin kalıntıları tarihe meydan okuyarak ayakta kalma savaşı vermektedir. Bu Galatalılardan kalma değirmende bir zamanlar kuvvetli esen poyrazla burada buğday öğütülür, un yapılırmış. Tanrıya olan sevgisini anlatan ünlü Ozan Yunus Emre bir şiirinde güzel söyler ‘’Gah Eserim Yeller gibi , Gah Tozarım yollar gibi , Gah akarım seller gibi , Gel gör beni Aşk neyledi’’ mısralarında şair, yaradana olan aşkını rüzgarla dile getirmekte. Günler geçti çocuklarım evlendi. İlk torunum doğdu. Tanrıya şükrettim. Bu yeni dünyalı kim bilir ne kadar zorluklarla karşılaşacak diye çok düşündüm. Hastahaneden çıkarken çocuğa ne ad konulacağı sorulduğunda damadım tereddütsüz Bora diye atıldı. Bir rüzgar türü olan bu adla dilerim tanrım onun yolunu açık eder zorlukları BORA gibi aşar. Gün oldu torunlarım büyüdü, dede olarak kimi zaman onları uyku için yatağa yatırmaktayım. Onlar da benden uykudan evvel bir hikaye istemekteler. Çocukluğumdan kalan tek ve aklıma gelen ilk hikaye olarak Tüyden Mehmet hikayesini onlara anlatırken çocukluğum gelir aklıma tebessüm eder ‘’Dünya bir tekerrürden ibarettir‘’ derim kendi kendime. Yirmi sene evvel çocuklarım Danimarka seyahatinden döndükten sonra o ülkede gördükleri rüzgar türbinleri konusunda Türkiye’de yatırım yapmamı istediler. Ben bu konunun yorucu ve meşakkatli olacağını söylememe rağmen ısrar etttiler. Ne de olsa çocuklarım istemişti. Neden olmasın dedim. Bir macera yaşanır mı, yaşanır dedim kendime neden olmasın, işte bu maceranın hikayesini her gün tuttuğum not defterimden kitaba dökmeyi hedefledim. Rüzgarın Hikayesi adlı yazdığım kitap bu maceranın gün be gün yaşanan zorlu serüvenidir. Bu macerada kimi yerde aklıma Yunus Emre geldi, bir dergaha 40 yıl odun taşıdığını düşünüp, sabırlar telkin ettim kendime. Kimi yerde kırlara çıkıp hırsımı boş araziye bağırarak bastırdım. Haksızlığa boyun eğmek benim kitabımda olmadığı için bu reaksiyonla biraz olsun rahatlardım. Aralık ayı Mevlana ayı, Şebb-i Aruz. ‘’Gel gel ne olursan ol yine gel, ister kafir, ister mecuzi, ister puta tapan ol, yine gel, bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir, yüzbin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel’’ Mevlana’nın söylediği bu sevgi dergahı ve tanrı sevgisini günümüz konusu olan enerjiye yansıtırsak, bir gün gelecek fosil kaynaklar sona erecek, işte o zaman insanoğlu kendi geleceğini kendi tayin edecek ve yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelecek. Biz, bu gerçeği bu günden görerek bizden sonra gelecek nesillere nasıl bir dünya bırakacağımızdan endişe etmekte olduğumuzu söylemekteyiz. Enerji konusunda bizdeki sevgi kanımca rüzgarla bütünleşmiş bir sevgidir. Yine Mevlana’nın bir sözü ile söyleşimizi kapatmak isterim. Ey nazlı nazlı yürüyen selvi, hazan rüzgarı sana değmesin. Ey cihanın gözbebeği, kem göz senden uzak olsun. Sen göklerin de canısın, yerin de! .. Canına, rahmetten, rahattan başka bir şey dokunmasın! Rüzgarın varlığı, rüzgarın etkisi, mevsimleri yaratan dünyanın düzenini kuran büyük varlık, rüzgarsız bırakmasın bizleri, sevgi üzerinizde olsun.
Yorumlaraykut yazgan
{ 20 Aralık 2011 18:11:50 }
eline, diline, gönlüne sağlık....
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|