|
|
Yaşar Kemal Hemite'de hâlâ Deli Kemal, Kemal Sadık ve KemalKategori: Yaşam | 3 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 06 Aralık 2011 09:10:31 Dünyaya mal olmuş bir sanatçının, aydının büyüdüğü yerlere gittiğinizde ne hissederseniz; onu hissedersiniz Hemite Köyü'nde... Çünkü burası Yaşar Kemal'i doğurup büyüten, emziren topraklardır. Aynı zamanda; duygulanmanızın, heyecanınızın yanında içinizi burkan ve kızdıran bir eksiklik de vardır. Yazarımızın adına yaraşır bir kütüphane ve müzedir bu yokluk...
Temmuzun sonu, neredeyse Ağustosun başı… Anadolu’nun yılda iki kez mahsul veren verimli topraklarına, Çukurova’ya yol alırken, bir yer vardı ki merakımızı kamçılıyordu, burası Yaşar Kemal’in köyü Hemite’ydi. Yaşar Kemal’in Anavarzası’nı geride bıraktık, Ceyhan’ın öte yanından geçtik, Savrun’u solda bıraktık; Kesikeli, Ekşiler, Tatarlı, Karabucak köylerini ve Tumbas Çayı’nı da geçtikten sonra Hemite Köyü’ne savurdu bizi Çukurova rüzgârı... Burası Yaşar Kemal’in doğup büyüdüğü yer, bir dünya yazarının göverdiği topraklar. Yaşar Kemal’i, onun külliyatını benimsemiş, gazeteciliğinin izinden gitmeye gayret göstermiş, onun röportajcılığını örnek almışken; onun romancılığına fon oluşturan topraklara, en başta memleketi Hemite’ye gitmemek olur muydu hiç? Olmazdı tabiî… Toprağın dilinden anlayan insanlardır Çukurovalılar... Sorduğunuzda kederle “Pambık bitti” derler... Hemite yolu Osmaniye-Kadirli güzergâhında gider. Şoför, Hemite’nin Adana şehir merkezinden 60-70 km, aşağı yukarı 1 saatlik bir mesafede olduğunu söylemişti. Bu yolda giderken, yolun iki yanındaki turunç ağaçları, yerini okaliptüslere bırakıyor. Çukurova’ya girdiğinizde; üstünde mısır, soya, buğday, yer fıstığı yetişen tarlalar, şalvarlarıyla çalışan işçiler görürsünüz. Toprağın dilinden anlayan insanlardır Çukurovalılar. Pamuk tarlaları zannettiğimizden de az artık... Nedenini sorduğunuzda kederle “Pambık bitti” diyecektir yerliler. “Beyaz Sinek” dedikleri bir tür böcek yüzünden ve artık mevsimlik işçilerin Çukurova’ya yollarını düşürmemelerinden dolayı pamuk bitmiş! Ama yine de tarlalar alabildiğine ekin dolu; tarlalar, yeşilin, sarının ve toprağın binbir çeşit renk tonuyla kıyısız bir deniz gibi. Kimi tarlalara ikinci mahsul mısırlar, yer fıstıkları ekilmiş bile… “Buralarda nasıl çocuk olunur?” sorusuna şoför Şaban Bey, “Çetikli, şalvarlı olunur” cevabını veriyor. Belli ki üstat toprağına benziyor... Mısırlar iki adam boyunda, hayır abarttım, bir adam boyunda... Sıcağı yiyen ve suyu içen mısır devamlı boy vermiş. Evet, Çukurova’dayız, sarı sıcak bastırmış. Anavarza’dan geliyoruz… Şu köy, bu köy, işte Savrun derken “Hemite dağı göründü” dedi şoför Şaban ve ardında işte Yaşar Kemal’in Hemite Kalesi... Yazarın dile getirdiği gibi kayalıklardan oluşur sanırsınız bu köy. Yazarın babası köye yerleşmelerinin hikâyesini anlatırken, “Beni bol kayalıklı Hemite Köyü’ne gönderdiler, ben bol insanlıklı bir köye düştüm” diye not düşmüş hayatlarına… Köyün girişindeki tabelada “Hamite Köyü” yazıyor. Ama Yaşar Kemal “Hemite” der buraya. Köylüler için de Hemite’dir buranın adı. “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler...” Köyde bir meydan kahvesinde, dut gölgesinde oturmuş olan kasketli, şalvarlı ihtiyarların yanına saygıyla ilişiyoruz. İçlerinden en yaşlısının, üstadın çocukluk arkadaşı olduğunu söylüyorlar. Bu adam Sarı Veli... Kulakları iyice ağır işiten Sarı Veli, “komşuyduk” diyor Yaşar Kemal için... “Ee sadece o kadar mıydı?” diye soruyoruz. 20 yaşına kadar arkadaşlarmış, dostlarmış. Köyde çocukluk arkadaşı olmak farklıdır. Aynı sokaklarda koşar, aynı evlere dalar, aynı ağaçlara tırmanır; aynı kayalıklarda, dağda, bayırda, ovada gezersiniz. Aynı türküyü söylersiniz. Onlar da öyleymiş işte. Sarı Veli araya sıkıştırıyor: “Eskilerden herkes gitti, bir biz kaldık işte...” Sarı Veli böyle söyleyince “Demirciler Çarşısı Cinayeti” romanının giriş cümleleri hafızanızda sıralanır: “Bir zamanlar bu şehirde; konuksever sıcak yürekli dost canlısı insanlar; ceren gibi kırmızı mercan gözlü, uzun boylu kalem kulaklı suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu? Yaşlı adamdır ki azıcık doğruldu, aksakalı kirli, titredi. Yüzü eski bir ışıkla parıldadı. Derin bir aaah dedi, ciğeri söken aaah! Duvara sırtını iyice verdi. Neden sonra gözlerini açtı, “O iyi insanlar,” dedi, “O güzel atlara bindiler ve çekip gittiler...” O, köye geldiği zaman güzel bir canlılık olur Hemite’de... Köy kahvesinde sigaranın biri yanıyor, öbürü sönüyor. Küçük tahta iskemlelerde, efkârlı bir suskunlukla herkes Sarı Veli’nin; Yaşar Kemal’in çocukluğunu anlatmasını dinliyor. “Onun çocukluğundan belliydi yazar olacağı... Dağa taşa tırmanır bir şeyler yazardı,” diye anlatıyor. En son üç sene önce köyüne gelen yazar için, “Kemal köye geldi mi, beni görmeden gitmez,” diyor. Yazarın köye geldiğinde neler yaptığını soruyoruz. Ahmet Gürbüz söze karışıyor, Yaşar Kemal’in geldiğinde kahvede oturduğunu, halkın köylünün derdini dinlediğini, sohbet ettiğini anlatıyor: “O, köye geldiği zaman güzel bir canlılık olur Hemite’de. Bütün aileleri ismen cismen tanır, görüşür,” diyor. Yine köylülerden Ahmet Akad, “Çok meraklı bir çocukmuş, dağlara taşlara çıkarmış gezermiş, ilham gelmiş gibi yazmaya devam edermiş,” diye ekliyor. Onu böyle yazı peşinde gördüklerinde, “Kör Kemal dağa çıktı, yine yazıyor bir şeyler...” derlermiş kendi aralarında. İçten içe kıskanırlarmış! O Hemite’de hâlâ “Deli Kemal”, “Kör Kemal”, “Kemal Sadık” ve “Kemal”... Yaşar Kemal’in çoğu çocukluk arkadaşı ebediyete intikal etmişti köyde. Çoğu çocukluk arkadaşı anılarını bir sonraki kuşağa bırakmış. “Benim babamın arkadaşıydı” diyenler ondan “Yaşar Kemal” diye söz ediyorlar. Oysa o, ölen kalan tek tük çocukluk arkadaşı için hâlâ, “Deli Kemal”, “Kör Kemal” ve “Kemal”... Sanki onlar Kemal Sadık’ı, Yaşar Kemal olduğu için değil de beraber büyüdükleri, koştukları, türkü söyledikleri “Kemal” olduğu için sevmişler. Zaten kendisi de Alain Bosquet’ye: “Evde ve köyde tek dokunulmazlığı olan kişi varsa o da bendim, köyün çocuklarını türlü maceralara sürüklüyordum,” diye anlatmıştır. Aslında ne kadar inkâr etseler de Kemal Sadık onlardan biri olmamış hiç. Dağda bayırda kayalıklarda, elinde defteri ve kalemiyle kendi gözünden seyreylediklerini karalayan çizen boyayan bir Kemal o, Yaşar Kemal o... Bu yüzden çocukluk arkadaşları “Onun çocukluğundan belliydi zaten...” diyorlar. Şimdiki Hemite tanıyor muydu Yaşar Kemal’i, dahası haberdar mıydı, duyuyor muydu, okuyor muydu? Bu soruyu köye henüz seçilmiş olan muhtar Mehmet Aslan’a soruyoruz. Çocukların çok fazla kitap okumadığını ama Yaşar Kemal’i tanıdıklarını söylüyor. Köyünün 1979’dan beri Yaşar Kemal sayesinde daha da tanınmaya başladığını söyleyen Mehmet Aslan, “Bu konuda noksanlarımız var,” itirafında bulunuyor… “Pekiyi siz neler yaptınız köyünüzün tanınması için?” sorusunu da buruk bir şekilde “Hiçbir şey yapmadık,” diyerek yanıtlıyor. Köylü, Yaşar Kemal’in adına layık bir kütüphane ve müze istiyor! Biraz üsteleyince anlatıyor muhtar Mehmet Aslan: “Kütüphanemiz bile olmadı. Üstelik yer de verdik kütüphane için ama olmadı. Yaşar Kemal’in adına layık bir kütüphanenin olmasını istiyoruz. Kütüphane olduğunda ve kitap okuma oranı arttığında belki ileride yeni yazarlar çıkabilir Hemite’den... ” “Herhangi bir talebiniz oldu mu?” diye soruyoruz. “Elbette talebimiz oldu, Osmaniye Belediyesi’nden talep ettik, ödenek ayrılmadı. Hâlbuki birçok yabancı turist geliyor bölgeye, bunların çoğu yabancı, çoğu Alman turist... Her yıl, her mevsim geliyorlar. Ne de olsa Osmaniye kaleler şehri.” Şaşılacak şey, bir dünya yazarının doğup büyüdüğü yer burası. Adına üniversite kürsüleri açılması gereken adamın, değil müzesini yapmak; değil ilkokulunu, bir kütüphane bile yapılmamış burada. Goethe’nin Großer Hirschgraben’deki restore edilen evinin, Mozart’ın Viyana’daki evinin müzeleştirilmesi ve dünyadaki bunun gibi pek çok örnek akla geliyor. En yakınımızdaki örnek de, dökülmekte olan ve hâlâ herhangi bir restorasyon çalışması görülmeyen Burgazada’daki Sait Faik Müzesi... Hemite muhtarının müze ve kütüphane talebiyle ilgili değerlendirmelerini dinlerken insan istiyor ki; Türkiye, sanatçısı ve aydını konusunda biraz kıskanç olsun. Dünyanın değer verdiği adamlara en çok ülkesi değer versin, en çok devleti, halkı değer versin, en çok onlar sevsin. Hatta dünya bu adamlara burun kıvırsa bile kale gibi heybetle korusun aydınını... Nice şey değişmişti belki, o gittiğinden beri... Hemite... Renk renk arılarla, kelebeklerle, kuşlarla, kartallarla, kekliklerle dostluk ettiği; çocukluğunun hayallerini beslediği çayırlarla, dağlarla, ovalarla, kayalıklarla Yaşar Kemal’in çocukluğunun krallığıdır burası. Nasıl merak etmezdik, nasıl uğramazdık, nasıl dolaşmazdık ve nasıl dolmazdı gözlerimiz... Diyor ki, “Bizim köyde renk renk toprak vardır. Mavi, sarı kırmızı... Gönlü isteyen istediği renkte evini boyayabilir. Şimdi güzelim yapıların yerini taş damlar, çinko damlı evler aldı...” Daha nice şey değişmişti belki, o gittiğinden beri... Aynen romanlarında ve röportajlarında anlattığı huğlar gibi, kuşlar da gitmişti... O renk renk kartallardan, kelebeklerden, arılardan eser kalmamıştı. Bataklıklar kurumuş, börtü böcek yok olmuş, at vebası kuşları kırıp geçmiş, onun çocukluk doğasından yalnız gördüklerimiz kalmıştı. Adını “Deli Kemal’in Çınarı” koydukları bir çınar ağacı olmalıydı bir yerlerde. Yaşar Kemal onun için “Bilmiyorum, o çınar hâlâ duruyorsa, adı, belki de hâlâ ‘Deli Kemal’in Çınarı’dır.’ Şu demektir ki bu dünyada, kitaplarımdan başka bir de çınarım var” diyor. Şimdi nerelerdeydi o çınar? Ya, Hüyükteki Nar Ağacı. Bu diyardan Yaşar Kemal de geçti! Yaşar Kemal “Çukurova insanının macerası büyük, Çukurova’nın hikâyesi uzun, anlatmakla bitmez, anlatmak için büyük bir destancı gerek,” der. O önce kendi hikâyesini yazmış, sonra bir memleket adamı olmuş, ister istemez onun hikâyesi de memleket hikâyesi olmuş. Yazmış, yazdıkları memleket davası olmuş; yazmış, dünya yazarı olmuş…Toprağına güvenen insanların öyküsüdür Çukurova... Orhan Kemal’e dedikleri gibi, “Anlatılanlar eksik bile... Çukurova’nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur, sana anlatsak bir değil beş roman çıkarırsın.” Hemite, Çukurova’da kayalık bir Türkmen köyüdür ve binlerce yıldır var olan bu diyardan; Dadaloğlu, Karacaoğlan gibi çeşitli halk ozanlarının yerinden, Yaşar Kemal de geçmiştir. Bu yüzden toprak daha bir bereketli... Üstelik umutlu da yaşayacaklar, çünkü onlara efsaneleri inandıran adam diyor ki; “O iyi insanlar, o güzel atlara binip tekrar geri dönecekler.”
Yorumlaraykut
{ 23 Haziran 2020 17:17:39 }
Yıl, 2011…
Barış Pehlivan ile Silivri Cezaevi'nde aynı koğuştayız… Türkiye Gazeteciler Sendikası, sadece tutuklu gazetecilerin yazacağı “Tutuklu Gazete” çıkaracaktı. Ki bu gazeteyi kimi yayın organları ek olarak dağıtacaktı. Barış Pehlivan, “ben” dedi, “Yaşar Kemal ile röportaj yapacağım!” özenle hazırladığı sorularını avukatı aracılığıyla gönderdi. O günlerde Barış Pehlivan, 94 yaşındaki Stephane Hessel'in dünyadaki adaletsizliklere karşı çıkan “Öfkelenin” kitabını okuyordu. Sadece Fransa'daki satışı 2 milyonu aşan ve 25 dile çevrilen “Öfkelenin” o dönem Batı'daki eylemlerin manifestosu idi… Barış Pehlivan, o dönem 88 yaşında olan Yaşar Kemal'in Silivri haksızlıklarına-kumpaslarına karşı çıkacağını umuyordu. Fakat. Beklemediği yanıt aldı; “hasta” olduğunu sorulara yanıt veremeyeceğini söyledi Yaşar Kemal! “Hasta” sözünü duyunca endişelendik; umarız koca çınarın başına kötü bir şey gelmezdi… Gelmediğini koğuşta günlük gazeteleri okurken gördük. Gazetelerde Yaşar Kemal'in kahkaha atan fotoğrafları vardı! Haber şuydu: BÜYÜK SUBAY Kahkahalı fotoğraf İstanbul'daki Fransız Konsolosluğu'nda çekilmişti. Fransa, Yaşar Kemal'e daha önce verdiği Legion d'Honneur nişanının derecesini yükseltme kararı almıştı. Legion d'Honneur nişanının “Commandeur” (Komutan) derecesine 1983 yılında değer görülen Yaşar Kemal, bu kez nişanın bir üst seviyesi olan “Grand Officier” (Büyük Subay) derecesiyle onurlandırılacaktı. Törende konuşma yapan Yaşar Kemal, ödülü takdim etmek için İstanbul'a gelen Légion d'Honneur Şövalyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin için, “Yeni bir dost daha kazandım. Yaşar Kemal'i benden iyi biliyor” dedi… Orgeneral Jean-Louis Georgelin ise konuşmasında, “Yaşar Kemal'den başka, hayatı sonsuz bir özgürlük ve adalet mücadelesi içinde geçmiş kim böyle bir ödül alabilir” dedi… (1803 yılından beri kimler bu ödülü almamıştı ki? Geçelim…) Silivri Cezaevi'ndeki koğuşumuzda gazete haberlerini okuyunca karmaşık duygular yaşadık. Yaşar Kemal hasta görünmüyordu. Sağlıklıydı. Öyle ki Ertuğrul Özkök'ün yazdığına göre, törende Yaşar Kemal kahkaha atarak “Ulan Ertuğrul” diye “saydırmıştı!” (Sebebi, Hürriyet gazetesinin yayın politikası filan değildi; Özkök kendini tanıtınca “ulan seni tanımayacak kadar yaşlandım mı” diye sitem etmişti!) Yaşar Kemal keyifliydi… Sanmayınız ki… Barış Pehlivan'ın röportaj teklifine “hasta” mazeretiyle yanıt vermesine üzüldük. Canımızı asıl sıkan şuydu: Yaşar Kemal “Büyük Subay” ödülünü alırken Fransa, Suriye ve Libya'yı bombalıyordu! Jean-Paul Sartre, “Entelektüel, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan insandır” der. Yaşar Kemal şahsına yararı olmayan hiçbir şeyle ilgilenmedi maalesef… SONER YALÇIN aykut yazgan
{ 19 Haziran 2020 10:57:54 }
https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/soner-yalcin/ahlak-davasi-5882802/
Feridun Hacıhasanzade
{ 03 Mayıs 2020 21:50:12 }
Ne güzel yazdınız, ne güzel söylediniz. Yüreğinize sağlık.
Diğer Sayfalar: 1. Bu toprakların ruhunu, Yaşar Kemal'ın efsanevi diyarını harika bir gezi yazısıyla bizlere aktardınız. Yaşar Kemal okuru olarak keyifle okudum. Akıcılık içten anlatım beni gerçekten etkiledi. Bir ara bizzat oradaymışım gibi bir his verdi. Teşekkür eder sevgilerimi sunarım. Not: Elektronik postam yorumda gözükmez ise sevinirim.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|