|
|
DİZİ DİZİKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 25 Kasım 2011 13:20:02 Bir zamanlar... İnsan yaşlanınca çok kez söze böyle başlıyor galiba. Bir zamanlar... ("...maziye bak, ne kadar şendik" diye şarkı sözleri terennüm edecek değilim). Bir zamanlar, Türkiye'de yılda birkaç yüz film çekildiği o şen vakitlerde, deve tellal iken, pire berber iken, Ayhan Işık, Filiz Akın, Fatma Girik, Belgin Doruk, Tamer Yiğit hüküm sürer iken... ve bu filmlerin arasında elle tutulur, parmakla sayılabilir film bulmak Cüneyt Arkınımsı bir çaba gerektirirken filmden az buçuk anlayanlar Türk filmlerine gitmemekle övünüp filmden anladıklarını ele güne göstermeye çalışırdı.
O köprülerin altından çok sular aktı, eski yeşil çamlar bardak oldu, bugünlere geldik. Çirkin kıralın diktiği güzelce devrim fidanı meyvelerini verdi ve artık Türkiye’de iyi filmler yapılıyor. Film de neymiş, dizi dizi dizilerden gözünü alamayan ev hanımları ocaktaki yemeği yakıyorlar ama bir yandan yemek yiyip bir yandan bir başka dizi seyreden (izlemek demeyeceğim; “izlemek” deyince sanki koca plazma televizyon tabana kuvvet kaçıyormuş ta biz de arkasından kovalıyormuşuz gibi bir duyguya kapılıyorum) ev halkı bırakın yemeğin yandığını, yemeğin ne olduğunu fark etmedikleri için hanım paçayı kurtarıyor. İyi diziler var, orta hallileri var, kötüleri var elbette. Ben bu sıralar “Muhteşem Yüzyıl”a sardırdım. Bir de “Öyle bir Geçer Zaman ki” diye bir dizi var. Ama dil konusundaki pimpirikliliğim yüzünden doğrusu “Öyle bir Geçer ki Zaman” olması gerekirken, dizinin adı böyle bir yanlışla başlarsa gerisinden ne hayır gelir deyip kendimce o diziyi boykot ettim. Muhteşem Yüzyıl, prodüksiyon kalitesinin, senaryonun ve oyunculuğun oldukça üst düzeyde olmasının yanısıra, Osmanlıcılık tartışmaları olagelirken son bin yılın dünyayı en çok etkileyen 100 kişisi listesine (yüzüncü de olsa) girebilen Sülüman’ı (Hürrem hatun koskoca Sultan Süleyman’a Sülüman diyor. Benim neyim eksik ondan?) merak ettiğimden de oturup seyrediyorum. Herkes herşeyin değişik uçlarından tutar ya, bakın bana ilginç gelen ne oldu... Saray entrikaları değil; bunlar zaten köhne Bizans tefrikasının devamı. Haremdekilerin nasıl birbirlerinin gözünü oymaya çalıştıkları da değil. Osman’la Orhan’dan sonraki hiçbir padişahın anasının Türk kökenli olmadığına huylanan çok kişi var. Ben ona takılmıyorum. Sanki bunlar Türk kökenli olsa Osmanlı tarihi değişecek miydi? Benim için Türk kavramı, ne insanın damarlarında akan kana bağlı ne de kökenini Orta Asya’ya kadar zahmet edip Taklamakan’ı veya Gobi çölünü eşeleyip çıkardığı kafatasına Hamlet’vari bakarak “vay be, görün işte, benimki de ecdadımınkiyle aynı” diyebilmeye... Genetik olarak en karışmış yerlerden biridir Anadolu. İyi ki de karışmış, aile içi evliliklerinin sonucu ebleh bir soy çıkmamış ortaya. Kendini Türk kabul eden Türktür, o kadar. Halâ ırktan söz edebilen gerzeklerin Orta Asya Türklerinin yanına ortalama bir Türkiyeliyi koyması yeter. Onlar ırk olarak Türk’tür, biz bilinç olarak. Neyse konuyu dağıtmayalım. Evet padişah anaları Türk değil ama hepsi Müslüman. Bazısı doğuştan, çoğu da sonradan olma Müslüman. Muhteşem Yüzyıl dizisindeki Hürrem Rus asıllı bir papaz kızı Aleksandra (ben adını Roksalena diye bilirdim, yanılmışım besbelli). Bu papaz kızı, Ortodoks Rus taze saraya gelince şıppadanak Müslüman oluveriyor. Devşirmeleri ayrı koyalım. Çocuk yaşta armut toplar gibi “devşirilen” bu erkek çocuklar Müslüman olarak yetiştiriliyorlar zaten ama haremdeki yetişkin kızlar için durum farklı. Nasıl oluyor da çoğu Hıristiyan, bazısı Musevi olan bu kızcıklar hemencecik Allah’tan başka tanrı yok, Muhammed onun peygamberi deyiveriyorlar? Nüfusunun büyük çoğunluğu tarımla uğraşan Memalik-i Osmaniyye’de üstadın dediği gibi “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen” kadın, elleri nasırlı, beli bükülmüş, ard arda çocuk doğurmaktan dişleri dökülmüş, kırkındayken yetmişinde görünen kadın bu dizide görülmüyor elbet. Öykü Sülüman’ın öyküsü, emekçi kadınların değil. Haremdeki kızlar yiyip içip yatıyorlar, sık sık hamama gidiyorlar, dağıtılan altınları yerlerden toplayıp “Padişahım/ Valide sultanım/ Hürrem Sultanım çok yaşa”avazlarıyla haremin çinilerini çınlatıyorlar. Tamam çok kez yalnız yatıyorlar ama keyiflerine diyecek yok. Hele bir de hünkârın yatağına girmeyi başarmışlarsa el el üstünde... Bu kızlar analarının yaşadığı hayatı da görmüşler, çektikleri cefayı da... Baklava börek, belki de altın, Bursa ipeklisi, damask kumaş, yakut, zümrüt falan da düşecek bahtlarına. Hıristiyanlık mı kalır artık, Musevilik mi? Eski, analarının inandığı hurafeler yerine Müslümanlık adı verilen hurafeye inanırlar, ya da inanır görünürler, ne var bunda şaşılacak? Gerçekten Müslümanlığa inanan yok muydu ki? Vardı mutlaka. İnsan bir hurafeye inandı mı bir kez, bir başka hurafeye inanması hiç te güç olmaz zaten, baştan ötekine tu kaka da dese. Çünkü küçük yaşta yine üstadın dediği gibi “ona düşünmeyi öğretmemiştiler” değil, onlara düşünmemeyi öğretmiştiler. Düşünmek dedim de hemen bunu açma gereği duydum. Kafadan geçen herşey düşünce değildir, haremdeki bir kadının bir başkasının kuyusunu nasıl kazacağını plânlaması düşünce değildir, nasıl üç altın daha aparırım hesapları yapmak düşünce değildir. Rasyonel, yâni akılcı düşünce düşüncedir, eleştirel, bilimsel düşünce düşüncedir, deneyimden soyut sonuçlar çıkarabilmek düşüncedir ve din –her din- buna karşıdır. Bakmayın siz karşı değiliz dediklerine. Gerçek Hıristiyan kafası Bruno’yu diri diri yakan kafadır. Binlerce genç kızı ve kadını cadı diye yakan kafadır. Bugün bunu yapmıyorlarsa ellerinde güç olmadığı içindir. Bugün bunu yapamıyorlarsa 4-500 yıl önce Avrupa halklarının verdiği mücadele sonucu rasyonel düşüncenin Hıristiyan hurafelere galebe çalmasındandır. Gerçek Müslüman kafası bir uçta Suudilerin Vahabi kafası, öte yanda Humeyni’nin temsil ettiği Şii kafası, Taliban’ın temsil ettiği ortaçağ karanlığıdır. Ellerinde güç olduğu için bugün Hıristiyanların yapamadıklarını yapmakta, el, kol kesmekte, tecavüz mağduru kadını taşlayarak öldürmekte, kız okullarını yakmaktadırlar. Üç büyük “semavî” (yâni gökten indiği masalına inanılan) dinin birbirleriyle kapıştıklarına bakmayın. Hepsi aynı martavallarla beslenmiş, aynı hurafelerle insanları uyutmuş, oğul kâtili olmasına ramak kalmış İbrahim’in takipçisi, düşünme özürlü inanç sistemleridir. Eğer bir milyar Müslüman (bu rakama ne kadar güvenilir, bilmiyorum. Benim gibi birçok kişinin de kafa kağıdında “İslâm” yazıyor) 15 milyon Yahudiyi hedef alıyorsa niceliğin nitelik karşısındaki yenilgisinden, güçsüzlükten doğan hırstandır. Eğer ABD’deki gibi örümcek kafalı Hıristiyanlar Müslümanları hedef alıyorsa, Müslümanların yarattığı vahşeti kendilerinin yapamamasından doğan kıskançlıktandır. Yahudiler Filistin’de çıban başı yaratabiliyorsa, gökteki sakallı ihtiyarın yanan bir çalının ardından peygamberlerine seslendiği masalına inanan (ya da inanmak işlerine gelen) Yahudilerin, bu hayalî tanrının o toprakları kendileri için özel rezervasyona tâbi tuttuğu martavalındandır. (Sahi o zamanlar LSD icat edilmiş miydi?) Bırakın o din mi, bu din mi tartışmalarını, hangisi daha insancıl, hangisi rasyonel düşünceye daha açık şaşırtmacasını. Eğer hepsinin kökünde kanıt ve tanık bulunmayan masallara göre yaşamını düzenlemek, aklını kullanmak yerine gökteki hayalî otoritenin buyurduklarına göre davranmak varsa, al birini, vur birine. Papa gibiler, Fethullah Gülen gibiler bunun pek iyi ayırdında. Dinlerarası diyalog uyutmacası aslında dinlerin müşteri kaybetmeye başladığını fark eden güç odaklarının çırpınışlarıdır. Diğer dinlerdeki hurafeleri bir kenara bırakalım şimdilik. Dünyanın başına belâ olan üç “semavî” din üzerinde duralım. Ötekilerin verdikleri zarar –şimdilik- ancak kendi ülkeleri içinde. Eğer bir gün, örneğin Hinduizm da dünya dini olursa, onların da aynı vahşeti gerçekleştireceklerinden kuşkunuz olmasın. Eğer bugün kendisine Musevî, Hıristiyan, Müslüman diyen büyük çoğunluk vahşete yönelmiyorsa bu dinleri sayesinde değil, dinlerine rağmen olmaktadır. Birazcık rasyonel düşünebilen kişi, “kutsal” kitaptaki buyrukların çoğunu uygulamamakta, yaşamlarını akıllarıyla, sağduyularıyla düzenlemektedir. Bu kitaplardaki insanlık dışı hikâyeler, kurallar ve buyruklar kendilerine gösterildiğinde o kitapların değiştirildiğini, “tahrif edildiğini” ileri sürerek akıllarını dinin kılıfı içinde gizlemektedirler. “Ilımlı İslâm” diye birşey olmaz. Bu noktada şeriatçılarla, köktendincilerle aynı görüşteyim. Eğer melek yüzlü, kartal kanatlı, ikinci sınıf melekler ordusunun başkomutanı Cebrail’in Allah’ın sözlerini Sayın Muhammed’e dikte ettirdiğine, ve ortaya çıkan Kuran’ın her şeye kâdir Allah’ın kelâmı olduğuna, Sayın Muhammed’in son peygamber olduğuna, Kuran’ın da Allah’ın son sözü olduğuna inanıyorsanız, ılımlı İslâm falan diyerek kıvırtamazsınız. Şiilerin çoğu Cebrail’in mesajı Sayın Ali’ye götürecekken, yanlışlıkla Sayın Muhammed'in yanına gittiğini iddia ederler, yâni Allahın 4 sevgili meleğinden biri –herhalde rüzgârın ters esmesinden olacak - adresi şaşırmış. Bu Cebrail bakire Meryem’i gebe bırakan ruh-ül Kudüs’tür aynı zamanda. O zaman da yolunu şaşırmadığı ne malûm? Her neyse, ya bu kitaptakileri (Kuran’dakileri) harfiyen uygularsınız, ya da Müslüman değilsinizdir. Sayın İsa’nın hem insan, hem tanrı olduğuna, mucizeler yarattığına, öldükten sonra dirildiğine, anasının bâkire olduğuna, sizin benim günahlarımızın ceremesini çarmıhta acı çekerek babası tanrıya ödediğine inanmıyorsanız, Hıristiyanım diye geçinemezsiniz. Allah’ın (nedense ırkçılık yaparak) Yahudileri “seçilmiş ırk” saydığına, dağ başında Sayın Musa ile sohbet ettiğine inanmıyorsanız Museviliğiniz hikâyedir. Ama birçok insan, bir yandan Müslümanım, Hıristiyanım, Museviyim deyip öte yandan bu dogmaları reddediyorsa din beyin hücrelerini daha tamamen öldürmemiş demektir. Halâ düşünebiliyorlar, halâ sağduyuları var demektir, sağolsunlar. Nerden nereye geldik. Dönelim Sülüman’ın sarayına, haremine. Kaçırılan, satın alınan kızcıklar daha rahat bir yaşam için Müslüman oluyorlarsa eleştirmek kimin haddine? Bir müteahhit Kayseri’deki bir ihaleyi karısının başı bağlı olmadığı için alamıyorsa, adam Cuma’ya gitmesin de ne yapsın? “Anadolu kaplanları”ndan Kayserili Müslüman bir iş adamının dediği gibi “paranın dini yoktur”. Dini yoktur da dili vardır. Para konuşur. Para güç sağlar, güç te para... Yumurta mı tavuktan çıkmıştır, tavuk mu yumurtadan? Bu soruya hep şaşarım zaten. Yumurtadan koca tavuk nasıl çıkar? Yumurtadan civciv çıkar, sonra büyür, bakan, vezir, sadrazam, haseki sultan, papatya, başbakan falan olur, altın yumurta yumurtlamaya başlar. Öteki tavuklar da bu altın yumurtaları toplar, palazlanırlar, güç sahibi, sonra para sahibi derken... Neyse, bakalım “Müslüman” Hürrem haftaya daha neler yumurtlayacak? Türban falan takacak mı?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|