|
|
Gazetecilikte ve Fotoğrafta BirinciKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 09 Ekim 2011 16:26:45 Özgeçmişini yazmak için Gökşin Sipahioğlu ile yıllardan beri belli günlerde biraraya geliyorduk. Saatlerce konuşuyorduk. Konuştuklarımızı kasetlere alıyor, bir süre sonra yazıyordum. Yazdıklarımdan ve okuduklarımdan hareketle yeniden ve yeniden hazırladığım sorularla tekrar biraraya geliyorduk ve Gökşin'le yeniden ve yeniden sürdürüyorduk sohbetimizi.
Görüşme günümüzden bir veya iki gün önce ona on, yirmi belki daha fazla sorudan oluşan bir tür « gündemimizi » iletiyordum, « sözlüye iyi hazırlansın ve bütünlemeye kalmasın » diye. Hikaye. « Şehmus aldım, okudum ama hazırlanamadım » derdi, şurda bir davet varmış, burda bilmem kimin sergisi, filankesin kızının nişanı, düğünü, veya « çok ciddi bir maç » varmış, « Muammer ve İbo ile maçı seyretmeye gittik », bilmem kim gelmiş de onu « La Cloiserie’de yemeğe götürmüş », falan filan « mondanité işte, biliyorsun » derdi, hınzırlık ve hüzün dolu ince uzun yüzü biraz daha uzardı. Peki Baba öyle olsun. İşte Bizim Dev Gökşin Sipahioğlu buydu. Gökşin o uzun, şirin, kahkahadan kırıldığımız anlarıyla rekorlar kitabına girebilecek sohbetlerimizde doğduğu günden bugüne ne varsa anlattı. Annesi ve anneannesi, annesinin şirin, sevimli ve sevecen arkadaşlarından ilk aşkına, oradan değişik yıllardaki « güzellerine », resmî veya gayri resmî eşlerine evet herşeyi anlattı. Gökşin kadınlarını ve savaş ya da evlilik muhabiri olarak gördüklerini anlatmaya özen gösteriyordu son yıllarında. Artık o kadar da olur. Sohbet günlerimizde, Eyfel Kulesi’ne yan bakan ve gönül yakan bir sokaktaki bürosunda buluşurduk, bazen ben tam bürosunun bulunduğu sokağa girdiğimde o da yanında kadim sekreteri Giselle ile otomobiliyle ya park etmek üzere olurdu, ya da gelmiş ve ilk çayını içiyor. Girer girmez « Ne içersin ? » diye sorar ve sekreterinden çayımı rica ederdi. Gökşin’in bir « Giselle » deyişi vardı ki orta yaşlarındaki ve görmüş geçirmiş kadının ayak bağları kesiliyordu ve bize doğru bir bulutun üstünde gözler dalğın, bakışlar hülyalarla dolu ve hiç bir şeyi redetmemeye yeminli geliyordu. Çay ve kurabiyelerimizle. Kibar adamdı Gökşin. Çok kibar. Soruları ben soruyordum yanıtlarını Gökşin veriyordu. Bir belgeye ihtiyacımız olursa, koskocaman çalışma masasının çekmecelerinden birinden bir defter, bir foto, bir bilmemne çıkarıyordu ve al sana iki gözüm sohbet derinleşiyordu. En koyusundan koyu İstanbul mu ? İzmir mi ? Ne ararsan bulunan cinsinden anılar yumağında biz de yola çıkıyorduk gençliğimize, geçmişimize ... Öğlen yemeği saati gelince yine sekretere siparişimizi verirdik o çıkar alır gelirdi : Bazen üç sandviç (o mahalleninin sandviçleri de öyle sıradan sandviçler değildir haaa, hani öksüz doyuranlar olur ya işte tam onlardan), bazen, hele Gökşin’in canı sıcak bir şey yemek isterse birer makarna, soslu moslu, oysa diabetle başı beladaydı ve bu tür yemekler ona yasaktı, ama eşi sarışınlar mı kumrallar ve kumrular güzeli mi desem Phlyiss’ten (« Filiz » okunur, bütün Filiz’lere sevgi ve selamlarımız da baki) uzak olunca yasak masağı da delip geçiyordu, gençlik ne de olsa çok ta uzakta değildi. Sonra sohbetimize devam ederdik taa geç saatlere kadar. İşte o karanlığın ilk tanelerinin penceremizden davetsiz ve destursuz girdiği o hazin ve yalnızlık kokan Paris akşamlarında bazen İbrahim Öğretmen yanında genç ve güzel bir gazeteci bayanla çıkagelirdi, bazen yine İbo yanında Mustafa Sevgi ile merhaba demek için ugrardı. Bu ikisi Gökşin’in birçok « çocuğu »ndan ikisiydi. Ama vefalı takımında ikisi de hem kaptan hem de en iyi santrafordu. Çok fotoğrafımızı çektiler. Çok. Hele İbo. Gökşin’i bazen, hele randevumuz pazartesi günüyse mutlaka, L’Équipe gazetesini okurken bulurdum. Mevlud Erdinç Paris-Saint-Germain’e transfer olduğundan beri gazeteyi daha yakından takip ediyordu. Mevlud Erdinç bir gol atmışsa bunu özel olarak kutluyorduk : İki çay bir simitle. Şimdi diyeceksiniz ki Paris’te simit ne gezer ? Gönül isteyince simitler kalkar İstanbul Eminönü’nden ve uçaksız muçaksız Gökşin’in masasına yumuşak iniş yapar, mis gibi, susamlı musamlı simitleri iki elinizle birden kapar, sorgusuz sualsız yutarsınız. Ah ! İstanbul ah ! Ve bir kebabla karın doyorduğumuz Çağaloğlu günleri. Gökşin’in en sevmediği iş neydi diye sorarsanız : Emeklilik denilen belaydı yanıtını veririm. Evet Gökşin resmen ve mecburen emekli olmuştu ama bir gün bile alışılmış çalışma temposunu değiştirmedi, bürosuna neredeyse her gün geldi. Hemen o gün yapılması ve mutlaka bitirilmesi gereken işleri varmışcasına masasının başına kurulur, hem okur, hem dinler (« Radyo çok önemli Şehmus, nerede olursan ol, tuvalette bile radyonu eksik etme» tavsiyesini sizlerle paylaşmazsam Gökşin bana darılır diyorum ve işte paylaşıyorum), hem gelen telefonlara yanıt verir, hem telefon eder. « Şekerimli » « Tatlımlı » güzel güzel dinler ve anlatırdı. Kızkardeşi, eski ve yeni ama bilhassa « beynelmilel » gazeteci dostları, gençlik arkadaşları, bunlardan en ünlüsü ve en vefalısı kayın biraderidir, ismini yazmayalım şimdilik çünkü iznini almadık, geçmiş ama eskimemiş dostluklarını birer orkide gibi taşıyan eski ve yeni eşleri, Paris’e yolu düşmüş ama « yolunu bulamamış »lar, aklınıza kim gelirse artık, herkes. Aman unutmadan eklemeli diplomatlarımız, konsoloslarımız da, geçmişini unutmamış ve geleceğe açık siyasetci takımlarımızın acar elemanları da ... Gökşin dinler, konuşur, tavsiyeler sunar, yol gösterir ve bütün bunları en doğal işleriymiş gibi yapardı. Ülkesinin adını, eserlerini ve yetenekli kadın ve erkeklerini ve çocuklarını tanıtmak için çok para harcadı Gökşin. Son derece sessizce ve bunların sakın bilinmemesi şartıyla. Bana anlattı, sırası gelince sizlerle paylaşacağım. İyilik yaptı evet, çok iyilik yaptı Gökşin, ama bunların kamuoyuna yansımaması için de iyi müdafaa yaptı. Ne de olsa gençliğinin en anlı şanlı anlarını basket oynayarak tamamlamış ve bize birçok basketbolcu ve hatta koskocaman bir basket takımı emanet etmiştir. Gökşin Sipahioğlu, Abidin Dino gibi, Güzin Dino gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Paris’teki gönüllü büyükelçilerindehn biriydi. Türkiye’yi onun kadar iyi kimse tanıtmamıştır. İşte açın bakın Fransız gazetelerine : Tümünde, evet eksiksiz tümünde Gökşin var. Bu adam kardeşlerim öyle kolay kolay da unutalamaz. Benden yazması gerisi artık size kalıyor. NOT : İstanbul’in şirin ve sevimli, anılarına ve gününe sahip kardeşlerim, Gökşin pazartesi günü yeni bir yolculuğa çıkıyor. Kadıköy taraflarında bilirsiniz Karacaahmet vardır . Gökşin’le randevumuz orada. Oradan yolcu ediyoruz. Mazaret kabul edilmez.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|