|
|
İnsanlığımıza EmanetKategori: Felsefe | 3 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 04 Ekim 2011 20:06:55 Bazan bir şey okursun içinde bir yere değer, bir sızı yaratır. Yaşanmış, acı çekilmiş, ders alınmıştır, yara kabuk bile bağlamıştır. İşte tam da o kabuğa değer sözler. Sözler değince, biliriz ince değer. Yüreği arı sokmasıdır sözlerin değmesi, aynı sızı içten titreten.
Hele de o sözler yüce, kutsanmış bir kaynaktan geliyorsa... Bambaşka yapar insanı. Tamamlar, bütünlüğe kavuşmuş gibi bir doygunluk yaratır. İnsanı deneyimlerinin olumlanması denli ne doygunluğa ulaştırabilir. Değerli olmanın son kertesi midir, ondan mı! “Ya Rabbi, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi nefisimize ve yarattıklarından hiç birinin insafına terketme.” Evet, kutsal bir kaynağın sonuna eklenmiş bir yakarıdan bir kaç söz. İçime işledi. İşte gerçek budur, deneyimledim, şimdi de karşımda gördüm, sözlere dökülmüş, artık iyice bilirim haline dolandım. Yüreğin zamanı saatle günle sırayla ölçülmüyor. Orada geçmiş gelecekle, an an’a yükselmiş tüm duygularla birlikte yer alıyor. İyice bilirim hali bir zaman sonra burukluğa dal verdi. Sözlerin mi yoksa kutsallığa boyun eğişin burukluğu muydu? Burukluk başkaldırıya dal verdi. Sözlere mi yoksa kutsal sahiplenmeye bir başkaldırı mı idi? “Ya rabbi, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi nefisimize .... terketme.” İnsanın kendini göz açıp kapayınca dek bile olsa nefsine terketmemesi ne olağanüstü bir arınmışlık olurdu. Hep şükran dolu olmak, hiç bir şey gereksinmemek... An’a kavuşma, her an an’da olma hali. Ama bunu Rab’dan istemek... Beklemek? Nefsine terkolmak istemeyen insan bunu kendi gerçekleştiremezse gerçekleşebilir mi ki? Bu hali dışardaki bir güç gerçekleştirdiğinde gerçekleşen nedir? Bambaşka bir şey, aslında yalnızca bir “mahkumiyet” değil mi? Niye kendimizi kandıralım? Böyle bir isteği ya kendin gerçekleştirebilirsin ya da istemin içten değil. Yakarı büyüsünden yitirdi işte! Hepsi bu değil üstelik. “Ya Rabbi, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi ..... yarattıklarından hiç birinin insafına terketme.” Evet öyle. Ne güzel ne doğru. Göz açıp kapayıncaya dek bile olsa kimsenin insafına muhtaç olmamak... Bu bir ulu güce sırtını dayamayı gerektirse de... O ulu güç Rab ise en güzeli değil mi ona dayanmak? 99 sıfatı olan o, her türlü noksanlıktan beri olan, herşeyi bilen gören duyan benzersiz olan, öncesiz sonrasız olan, bildiği yaptığı yarattığı olduğu herşey kendinden olan... Bu yüzden, ölümlü bedenlerimizin çileleri ile örülü aciz hayatlarımızın her hangi bir anında ve hep inanmamız gereken ama asla güvenemeyeceğimiz o yüce güç. Ona güvenemezsek ona öykünen başka güçler bulabiliriz sırtımızı dayamak için yoksa yaratabiliriz. Bu diğer gücün hep çok güçlü, tam denetimde ve denetim altında olma halini sağlamak gerek. Olası mı? Denenebilir. Hep gözetilip hep korunabilmek için hep gözetlemek, hiç bir zaman insaflı olmamak gerek. Öyle bile olsa olası mı? Biz sıradan insanlar için, devletler, ordular, büyük şirketler yönetmeyen, çıkarları küçücük olan ve çıkarlarını tekil bir alanda tutan insanlar için bile bu olası mı? Doğduğun andan başlayarak hayat hep gözönüne alınan ya da ayrımında bile olmadığımız tehlikelerle örülü değil mi? Nasıl ayıklarsın bu tehlikeleri hayatın örgüsünden, hayatları hayatın örgüsünden ayıklamadan? Işıklar içinde şehirden geçiyorum. Karşıdan gelen tır sağa dönecek. Yol ıssız. Trafik kurallarını bilmesine, önemsemesine, karşıdan gelen bir küçük araba içindeki cana, bana değer vermesine güveniyorum yolumda giderken. Yalnızca göz açıp kapayınca dek geçen o kısacık an’da değil, her an her yerde tanıdığım tanımadığım milyonlarca can’ın insafına emanet yaşıyorum. Başka türlü olabilir miydi? Ama başka türlü olsa insan olduğumu bilemezdim. Ve benim insafıma emanet yaşayanlar... Çocuklarım... Sevgime, özenime, cana değer verişime emanetlerim... Yoluma çıkan yayalar... Direksiyonu ters ya da dalgın bir halimde yanlış kırmayacağıma güvenenler.... Yemeğimden yiyen dostlarım... Temizliğime, iyi niyetle, sevgiyle özenerek pişirdiğime inanarak, hiç akıllarına bile gelmeden tersi masamda oturanlar.. Ya iş verenlerim? Dürüstlüğüme güvenen, özel bilgilerini, işlerini ellerime emanet eden... Göz açıp kapayıncaya dek değil üstelik yıllar ve yıllarca... Herbirimiz birbirimize emanet değil miyiz? Birbirimizin insafına emanet mululuğumuz, sağlığımız, varoluşumuz. İnsanlığımıza emanetiz. Güçlü ya da zayıf, bilgili ya da bilgisiz, inançlı ya da inançsız ne değişir insan olabildikten sonra? Yalnızca insan. Önce insan sonra insan... Kendini bilen yani. İnsafı, vicdanı, kendi aklı olan. İnsan. Yakarmayan, buyurmayan. Değer üreten, değer veren insan. İçimdeki sızı bitti. Kabul ediyorum. Nefsimin tek sorumlusu olduğumu, nefislerinin tek sorumlusu milyonlarca diğer insanla birlikte onların insafına emanet yaşadığımı görüyor, kabul ediyorum. Burukluk kalmadı. Bazılarının nefislerinin sorumluluğunu ulu güçlere bırakacaklarını, kendilerini bilmeyişlerinin kötülüklerinden başkalarını suçlayacaklarını; bazılarının onlara emanet yaşamlara sahip çıkmayacağını görüyor, kabul ediyorum. Başkaldırı da geçti. Büyük bir çoğunluğun insaflı olduğunu, cahil bile olsalar özenli, iyi niyetli olduklarını görüyor kabul ediyorum. Sevinçle, içimde kıpır kıpır şenlik duygusu ile kucaklıyorum birlikte yaşadığım tüm canları. İnsafınıza sığınmaktan mutluluk duyarım. Birlikte insan olmaya çalışmak sevincimdir.
YorumlarKevser
{ 07 Kasım 2011 11:46:06 }
Hayatin ince dengelerinden biri guven veya gu vensizlik guvenmek ve guvenilir olmak huzur veriyor. Guvenmemek kendimizi garantiye almanin birazda acizce bir yolu sanki. Zevki bir yazi kalemine saglik
Nilufer Yaman
{ 05 Ekim 2011 06:01:20 }
Özet olarak Edıp Cansever'in dediği gibi:
İnsan iyidir biliyorum Daha iyi olacak inanıyorum İnsan sana güveniyorum Saygılarımla. Sana katılıyorum Deniz, insan bence de kendi emeğinin ürünüdür. elif sezen
{ 05 Ekim 2011 01:40:39 }
Kendi deneyimlerimiz ve zihinsel dünyamız yoluyla tanırız dünyayı... ya da tanıdığımızı zannederiz.
Diğer Sayfalar: 1. Manevi kapsamlı ya da kimileri için dini kapsamlı 'inanc'ı belirli politik amaçlar için kullanan, kendi zaaflarını örtmek için güç-ego sorunlarıyla başkalarına hükmetmek için kullanan bir grup insana bakarak "hmmm demek ki inanç bu imiş!" diyorsak ne yazık ki eleştirdiğimiz o insanlar gibi biz de bir kavram kargaşası yaşıyoruz demektir. Oysa bütünleşmek kabuğu delip te öze varmak değil midir? Gerçek teslimiyet sanırım insanoğlunun tanrısal bilince, çekirdeğin özüne zaten sahip olduğunu ve bu anlamda hayattaki tercihlerinden kendisinin sorumlu olduğunu bildiğini işaret eder. Bu evrene yayılma sürecinde insanın, akıl ve gönlünün güç ve direncinin sınırlarını tanıması ve genişletmesi, anlamaya o an gücünün yetmediği şeyleri doğru yer ve zaman gelinceye kadar 'gelişmeye açık' bir deneyimleme sürecinden geçirmesi de bu varoluşsallığın karakteristiklerindendir sanıyorum. Evet! 'Öz'dür... bizim bir türlü anlayamadığımız, yaklaşamadığımız, boyuna yargıladığımız, üzerine etiketler yapıştırdığımız... Oysa gerçek manevi öğretiler, dinsel ve kuralcı sistemlerin ötesindedirler! İyi olmuş bu konuda yazmanız ve düşünmeye teşvik etmeniz, Sevgiler...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|