|
|
Yazdan Notlar - Yolların içinde yollarKategori: Yaşam | 1 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 25 Eylül 2011 14:29:27 Yolların içinde yollar var. Birbirine dolanan, ayrılan, birleşen, yokuş aşağı, yokuş yukarı, kalabalık, ıssız... Ağaçlı, ağaçsız... Yol deyince gözümün önüne gelen görüntü hep uzun bir yol... İki türlü belleğimde bu görüntü. Birinde iki yanına sıralanmış yüksek ağaçlarla toprak bir yol uzayıp gidiyor. Öteki asfalt bir yol, elektrik direkleriyle tek tük ağaçların yarenlik yaptığı... Gözün seçemediği bir noktada ufuk çizgisine karışıyor.
Yollar... Nereye çıkacağı belli olan... Olmayan... Güzergahı bilinen... Bilinmeyen... Kiminin seçimi bizde, kimine sürükleniverdiğimiz... Çoğu zaman yol ayrımlarında duraklamak, iki üç ya da kim bilir daha kaç yoldan birinin başlangıcından başımızı uzatınca görebildiklerimize şöyle bir bakıp, birinden birini seçmek elimizdedir de, sonrasını bilmeyiz. Yolu bir kez seçtikten sonra yürürken ne olacaksa olacaktır artık. Hayatın yolunu bir kez yürüyor insan. Daha önce geçmedik ki bu yollardan her birinin ardında neler var bilelim. Ne varsa, yürürken göreceğiz. O anda göreceğiz... Yaşarken... İnsan hayatın yolunu bir kez yürüyor dedim ama yolun içindeki yollara yeniden dönmek var. İstersek, çok iyi bildiğimiz bir yoldan, dönüp tekrar tekrar geçebiliriz. O zaman yol ayrımlarında düşünmeyiz, sapıveririz otlarını, taşlarını, engebelerini, çukurlarını, börtüsünü böceğini iyi bildiğimiz, bizi şaşırtmayacak bu yola. Herşey tanıdık... Rahat rahat yürüyelim... Her bir taşını biliyoruz. Tökezlenmeyiz... Hiçbir yeni ağaç, yeni hayvan, yeni çiçek de göremeyiz. Ağaçların dallarıyla yaprakları hep aynı mavi danteli örer gökyüzünde. Ve hep aynı yere geliriz aynı yoldan geçince. Kim bilir belki de bunu isteriz. Bazen iyi gelir yolunu yitirme olasılığı bulunmadan aynı yerlerde dolanmak. Bir an dinleyelim içimizdeki sesi. Bizden iyi kim bilebilir çok sevdiğimiz o tanıdık gülleri mi koklamak istediğimizi yoksa ansızın karşımıza çıkabilecek yepyeni bir çiçeğin kokusunu mu merak ettiğimizi... Yolların içinde yollar... Sydney’den İstanbul’a... İstanbul’dan kim bilir nerelere... İstanbul’dan Datça’ya doğru yola çıkmadan önce Avustralyalı bir arkadaşıma “Yarın yolculuğa çıkıyorum” diyen bir ileti gönderdiğimde, “Zaten yolculukta değil misin” diye yazmıştı ünlem ve gülücük işaretleri arasında. Yazıda işaretler ne çok şey anlatır. Ünlemler, üç noktalar, yan yana sıralanmış birkaç soru işareti, italik yazılmış sözcükler... Hepsi birşeyler söyler. Karşılıklı konuşuyor gibi olursunuz yazıştığınız kişiyle. ”Evet,” dedim arkadaşıma, “defalarca gittiğim bir yola gidiyorum, yollarımın içinde bir yola... Tanıdık, bildik bir yola...” Datça yolu tanıdıklığıyla mutlu ediyor, şaşırtıcı olmayışıyla rahatlatıyor. Neden olmasın? İlk kez çıkılacak yolu düşününce duyulan iç kıpırtısı da güzel, bilinenin rahatlığı da... Ne birinden vaz geçebiliriz ne ötekinden... Yolların içinde... Bir gün de Datça’dan Palamutbükü’neydi yol. Girer girmez Palamutbükü’ne, “Şurda kenarda duruverir misin Birol kardeş?” diyen yolcuyu indiriyor Şoför Birol. Adamın inmesini beklemeden de söyleniyor. “ İki adım yürüyemezler, evlerinin tam önünde inecekler illa...” Adam dönüp gülüyor, “He ya Birol, olsun o kada...” Bir Birol şoförleri var bu köylülerin, söylense de indiriyor herkesi evinin önünde, bıksa da durduruyor otobüsü adım başında, kim nerede istiyorsa... Biz de bu Birol şoföre rast geldik. Akşama doğru dönüşe geçtiğimizde de, nerede unuttuğumuzu bilmediğimiz cep telefonu için dolandı durdu Palamutbükü yollarında. Öğlen yemeğini yediğimiz lokantaya, limonatasıyla serinlediğimiz pastaneye, akşam üstü çayını içtiğimiz çay bahçesine... Sabah gidiş yolunda, deli dolu köylü kızı Zeynep paraları topladı otobüste. Birol şoföre muavinlik yapıyordu sırf yardım olsun diye. “İşte bizim köy” dedi yol üzerindeki köylerden birinden geçerken. Birazdan Palamutbükü’ndeki lokantada işbaşı yapacaktı ve küçücük şortu, yanık bacakları, özgüvenli tavırlarıyla şehirli bir kızdan farkı yoktu. Şaşırdım rahatlığına, hafifçe kibirliliğe varan yüksek perdeden konuşmasına... Yaşayacak, olgunlaşacaktı... Hoştu... Yirmi yıl sonra nasıl bir kadın olmuş olabileceğini görmek istedim. Bunu hep isterim. Bir genç kızın, kadının, erkeğin hayattan neler alabildiğini görmeyi... Ege köylerinin kızları, dedim içimden, Zeynep’e bakıp gülümseyip. Yol nedir ki? Niye durduğumuz yerde duramayız, ille de bir yerlere gitmek isteriz? En azından bazılarımızın aklı hep başka şehirlere, başka ülkelere gitmektedir. Dinlenmek, eğlenmek, farklı yerler görmek, öğrenmek, yaşamımızı zenginleştirmek... Hepsini de isteriz. Ama asıl olan, yolun arayış olduğu. Hep birşeylerin arayışı... Bazen aradığımızın ne olduğunu bilmeden aramak... Kendimizi, içimizdekini, özümüzü aramak... Hep peşinden koşulan o anlamı yakalamak... Neyi istediğimizi, gerçekten ve aslında neyi istediğimizi ucundan, berisinden sezebilmek, ardından koşabilmek... Yolda ulaşabileceğimizi düşünürüz her günkü işleri yaparken bir türlü ulaşamadığımıza, içimizdeki ben’ e. Belki yanılgı... İnsan aynı insan, başımız, aklımız, yüreğimiz aynı baş, aynı akıl, aynı yürek olunca yola çıksak da, yerimizden kıpırdamasak da bulacağımız şey aynı olacaktır belki. Ama o, yolda olma hali var ya, işte o değiştiriyor başımızı, aklımızı, yüreğimizi. Başka bir ışıkla aydınlatıyor arayışın sokağını. Kulağımıza birşeyler fısıldıyor. Bunun için uzun yolculuklar da gerekmeyebilir. Hiç duyumsadınız mı o fısıltıyı? Her zamanki şehrinizdeyken, yapacağınız günlük yürüyüşleri hafif, belli belirsiz bir heyecanla beklediğiniz oldu mu hiç? Bulutlu soğuk, gri bir günde çıkarsınız sokağa kıpır kıpır bir ruhla. Ya da bahar çiçeklerinin gülümseyişini, evet gülümseyişini göreceğiniz ılık bir ilkbahar sabahında... Günlerden bir günde, herhangi bir günde yolların kulağınıza fısıldadığını duydunuz mu hiç? Yollar, yol boyunca sıralanmış evler, havadaki kimi zaman çiçek, kimi zaman ıslak toprak kokusu hep birşeyler söyler. Karşılaştığım insanlar... Okula giden çocuklar, kapısının önündeki çiçeklere su veren hasır şapkalı zayıf adam, yanımdan geçerken merhaba deyip gülümseyen kadın, fosforlu sarı üniformasıyla postacı, sonbahar başlarında evlerden gelen yanık odun kokusu... Birşeyler söyler. Palamutbükü yolu da, şoför Birol’u ve yanık tenli Zeynep’i anlattı bize. Bu kez fısıltı değildi, yüksek sesle konuştu yol. Belki de yolda yalnız değildim, ondan. Yalnız olunca duyuyorum fısıldadığını... Yola çıkmalı... Kısa ya da uzun... Yakına ya da uzağa... Yalnız ya da beraber yola çıkmalı, gönül açmalı, söylediklerini duymalı yolun....
Yorumlarilhami baskaraca
{ 30 Eylül 2011 08:01:26 }
"doğayı aldın mı yanına
Diğer Sayfalar: 1. Gürül gürül akan kalabalıksın Üstelik eşkiya türküleri Ve çınarlar seninledir O zaman çekinme Düş yollara" AhmetTelli
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|