"kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. her tepenin ardında "'yeni ve farklı bir şey" çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar..." Alt yazı ile seyrettim kendi dilimde bir filmi. Rüzgarı ve tepelerin eteklerinde kıvrılarak uzayan yolları çektim içime. Nuri Bilge Ceylan'ın sinematografi dilinde belgesel gibi seyrettim ülkemi.
Hani çok uzaklarda olan, bize çok yabancı bir ülkeniyi tanıtan, doğal yaşamı, kültürünü anlamaya çalıştığım bir yol belgeseli gibi.
Sanki gece boyunca aranan ceset ve karakterlerin kendilerine, doğalarına yabancılaşması gibi ben de kendime yabancılaştığımı hissettim film boyunca. Karakterleri tüm doğallığıyla beyaz perdeye yansıtan filmde insanımızın kendine özgü olayları kavrayış biçimleri, içinde bulununan durumun trajedisi, zıtlıkların birliğiydi beni etkileyen. Polis arabasında, arka koltuktaki zanlıyla Anadolu'nun herhangi bir yerinden herhangi bir çesmesine giderken, sanki hangi yoğurdun lezzetinin hayatımızın merkezinde olduğunu düşünmek gibi ya da gömüldüğü yerden çıkartılan maktülün raporu yazılırken Clark Gable ile Savcının benzerliğini konuşmak... Ceseti parçalarken, iş aletlerinden yakınabilmek otopside.... Sanki, dünyanın her yerinde giderek kendinden ve duygularından uzaklaşan insanın Anadolu tarzı yaşayış biçimi ile yabancılaşmasıydı kendine.
Her yıl yüzlercesi yaşanan “basit” cinayet vakalarının üçüncü sayfadan alınıp beyaz perdeye çakılmasıydı sanki. Tanıdıktı herkes filmde, ölen de öldüren de, yargılayan da yakalayan da, muayene eden de bizdik sanki. Anadolu'nun bir köşesinde yaşanmış, yaşanmakta olan, yaşanacabilecek olan bir 12 saatti filmin konu aldığı, gece yarısı yollarda başlayan sabahın köründe hastanede son bulan.
O kadar bizden bir hikayeydi ki yıllarca Avrupalıların, Amerikalıların bizi anlamadığı hikayelerimizi kavrayamadığından dert yanan kimi entellektüel çevrelerin, hikayelerimizin uluslararası (interneyşinil) olmadığını söyleyen bir takım sinema eleştirmenlerinin ya da tüm uluslararası başarımızı futbol ve erovizyon sanan tüm toplum için bir cevap niteliğindeydi.
Ancak dedim ya filmde anlatılan bize özgü olan bu yabancılaşma Nuri Bilge Ceylan'ın filmine Avustralya'da alkış kopartırken kendi ülkesinde yüzbinlerde kalan gişe rakkamlarıyla kendini gösterir mi? New York'ta beş minare olur mu, Recep İvedik altıncı filminde başka bir maceraya koşturur mu bilmem ama yıllardır içinde büyüttüğün bu idealizm ile eline,gözüne, yüreğine sağlık Nuri Bilge.