A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Fındık İçi

Kategori Kategori: Kültür/Sanat | Yorumlar 7 Yorum | Yazar Yazan: Deniz Günal | 30 Temmuz 2011 00:14:34

öz... kendimde bildiğim... içtenlikle, arılaşarak dönüştüğüm... bir fındığın içinde fındık olmam... cevizin içinde ceviz, istiridyenin içinde inci de olmam...içi boş bir fındık değil, çürük bir fındık içi değil... özümüz var mı yapıtımıza koyabileceğimiz?

konuşmak üzerine

insanın yeteneklerini geliştirmek, ufkunu açmak için uğraşması takdire değer. yaratıcılığı da varsa, değer üretmeyi amaçlıyorsa daha da güzel.

güzel sanatların yani müzik, resim, yontu sanatlarının önemli bir özelliği var. bu yolla kurulan iletişim insanın özgürlüğünü doğasında taşıyor. çünkü sanatçı yapıtını kendi sürecinde kendi birikimi ile üretiyor. sanatsever ise kendi sürecinde kendi birikimi ile değerlendiriyor. kimse kimseye anlam dayatmıyor. dayatamıyor. herkes kendince veriyor kendince alıyor. çünkü bu iletişim sezgi temelinde ilerliyor.

günlük yaşamda insan güzel sanatlar yoluyla ya da gözlerinin derinliği, soluğunun sıcaklığı, yürek atışları ile, ruhunun müziği ile iletişim kuramıyor. sözcükler gerekiyor. öyle olunca da... nereye bir sözcük girse, orada bir dayatma başlıyor. kaçınılmaz.

o denli kaçınılmaz ki yapabileceğimiz yalnızca bu dayatmayı en aza indirebilmek. nasıl? sözcükleri kullanırken çok dikkatli olmak gerekiyor. ne anlatmak istediğimizi iyi bilmemiz, karşımızdakinin kavram ve algı dünyasını az çok tahmin edip doğru sözcükleri seçmemiz, konuşurken karşımızdakine tüm dikkatimizi verip doğru anlaşılıyor muyuz izlememiz, doğru anlaşılma sorumluluğunu taşımamız  gerekiyor. bu sorumluluk çok konuşarak alınmıyor. az, öz, tane tane konuşarak alınıyor.

sözlü iletişimin diğer yanında ise susabilmek var. susup karşındakini dinlemek.
sözlü her iletişimde, iletişimin doğru olabilmesi için konuşurken, dinlerken özen göstermiyorsak, aslında iletişim kurmuyoruz yalnızca kendimizi yineliyor, gösteriyor, dayatıyor, doğrulamaya çalışıyoruz.
 
yazmak üzerine

konuşarak iletişim kurarken göstermemiz gereken özen yazarken de geçerli. üstelik iyice inceltilmiş neredeyse kendine özgü bir bilgeliğe dönüşmüş olarak. çünkü yazarken elimizde artık yalnızca sözler ve zaman var. ses, bakış, davranışlar, mekan yok. kendi kendimizle, sözcükler her birinin özel tarihlerinden bize sızanlarla kucağımızda, biz gelecek denen geniş bir zamanın kucağında yazıyoruz. bunun ayrımında olmasak da...

bu iletişim yaratıcı yazın yoluyla olabilir, bir sevilene yazılmış bir mektup ya da bir iş anlaşması gereği olabilir. iş yazışmaları ilkeleri çok iyi belirlenmiş terimleri çoktan seçilmiş, üstlerinde bir uzlaşmaya varılmış, kişiselleşmenin en az olabildiği yazı türü. o yüzden onu irdelemeye gerek yok. üstelik bu sıkıcı da.

yaratıcı yazın ya da sevilenle paylaşmak için yazılmış anlatımlar öyle değil.  ilkeleri belirsiz, yönteme sığmayan, kişiselliğin en önemli unsur olduğu yazın biçimleri.

ilkelerin belirsiz olması ise ilkelerinin olmamasından kaynaklanmıyor. ama bu ilkelerin uygulanması ile yaratıcı yazın arasındaki çok sıkı bağdan, bu bağın kişiselliğinden kaynaklanıyor.
 
her sanat yapıtında ama özellikle ‘söz’ün yapı taşlarını oluşturduğu yazında çok yalın üç ilke görebiliyorum: içtenlik, arılık, özlülük.

 bu üç ilke ancak bilgi, deneyim, akıl ile değerlendirilince değer ortaya çıkabiliyor.
 
içtenlik

içtenlik, sanırım bilgiden çok sezgi ile kavranabilir bir anlam taşıyor. nedir ki içtenlik? olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi olmak mı? içi dışı bir olmak mı? hep doğru sözlü olmak mı? kendini bilmeden içten olabilir mi kişi? sanırım kendini bilmeden içi dışı bir olan kişi yalnızca hamlık, çiğlik sergileyen bir utanmaz olabilir. hamlıklarının sonuçları ile içtenliği değerlendirilir. belki yalnızca saf görülür hamlıkları kimseyi incitmiyorsa.

içtenlik en zor ulaşılabilinir bir ‘hal’ olsa gerek. kendini bilmek, kendini bilebilmek için nefsinin ayrımında olabilmek, kendine bakabilmek, baktığını görebilmek...  hemen her an dikkatini verip, yargısız bir bakış, gördüklerinden korkmadan değerlendirebilecek yansız bir bilişe, bildiklerini sessizce kabul edişe ulaşabilmek...   bunun ‘kendin’e yerleşmesi ile varılan bir hal olsa gerek içtenlik.

bu hali kendinde taşımadan kişi, yazınına taşıyabilir mi? şiirine, öyküsüne, mektubuna taşıyabilir mi içtenliği?
 
arılık

dilde arılığı görmek çok kolay da olsa, bu niteliğin yazın yapıtına, yazılı iletişime katkısını değerlendirmek için içtenlikle birlikte düşünmek gerekiyor.

çünkü arılık, gerçekten de içtenlik yolunda gösterilen dikkatin taşıyıcısı olurken, ulaşılan içtenlik halinin de bir sonucu...  bir sonuç olarak da içtenlikten ayrı bir nitelik değil.  ayrı olduğunda ise, yani arılık, içtenliksiz bir tutum ya da yöntemle benimsendiğinde bir eksiklik ya da yapaylık hali olarak kalıyor. kişide de yapıtında da ayrıksı, sevimsiz bir özellik olarak sırıtıyor.

arılık, seçilen ayrıntılar denli seçilmeyen ayrıntılarla da ilgili. neyi alıp neyi dışarda bırakıyoruz? niye?

bir irade ve niyet varlığı olarak insanın yapıtı da bir niyet varlığı. niyetimiz belli mi? irade kullanabiliyor muyuz gerçekten?

ayrıntıları aktarırken seçilen kavramları, betimlemeleri taşıyanlarsa yine sözcükler. sözcüklerin anlama katkıları hiç bir zaman sözlük anlamları ile sınırlı değil. her sözcüğün kendi evrimi, o evrim sürecinden getirdiği koca bir kültürel kimliği var. her sözcük, sözcük anlamı denli o kimliği ile de gelip giriyor yapıta.  geçmişi, günlük yaşamda nasıl benimsendiği, tınısı kimliğinin parçaları.
 
çoğu kez aynı anlamı verebilecek çok sayıda sözcükle doludur diller, bazıları belleğimizde özel yer eder. bunlar arasında nasıl bir seçim yaptığımız, seçtiğimiz sözcüklerle birlikte yapıtımızı belirler.
 
çok anlamlı sözcükleri kullanmak tehlikelidir, anlam  bulanıklığı yaratabilir. yerinde kullanıldığında ise derinlik katar.

eski sözcükleri kullanmak, bu sözcüklerin anlamlarının önüne geçen kendi özel tarihleri ile yapıtımızı bulandırabilir. sözcük dağarcığımızın durağan olduğunu, yaşamadığını da imleyebillir.
  
yeni sözcükler, bilerek, güvenle kullanmazsak özentili bir hava verir. özenti yapıtı değil yazarı öne çıkarır. bir yapıtın kendine dalmak, akışına kapılmak yerine, yazarın kimliği üzerine varsayımlara dalınması değildir bir yapıtın amacı.

yabancı sözcükler en tehlikelisidir, hem anlaşılmayı zorlaştırır hem dilin tınısını bozar. yabancı sözcükler, kendi halinde ince ince akan bir dereye lastik tekerlek, pet şişe atmak gibidir. yapıtın akışı doğal değildir artık.  

yaratıcının dille oynaması, buluşları, yeni sözcükler uydurması her zaman anlamı, içtenliği tehlikeye düşürür. öte yandan yapıta renk, neşe anlama derinlik de katabilir.

arılık, sözcükleri yerinde seçmekle olduğu denli, yinelemelerden kaçınmakla, gevezelik etmemekle de ilgilidir. yaşam öyle çok şey sunuyor ki insana! soluk alınan her an, algılarımızı yaşama açtığımızda bir anlık kavrayışa sığmayacak sonsuzlukta. yaşam böylesine doluyken, ‘an’larımız sayılıyken neden gevezelikle zaman dolduralım...

neden içinde sonsuzluğu taşıyan anları atlayalım.  
 
özlülük

öz...

kendimde bildiğim...

içtenlikle, arılaşarak dönüştüğüm...

bir fındığın içinde fındık olmam... 

cevizin içinde ceviz, istiridyenin içinde inci de olmam...

içi boş bir fındık değil, çürük bir fındık içi değil...

özümüz var mı yapıtımıza koyabileceğimiz?
 
 
muhabbetin kudreti

sevdiğimiz ezgilere, şiirlere, öykülere, resimlere bir daha dönelim. beğenimizi, hayranlığımızı, aşkımızı kazanan o yapıtlara bir daha bakalım.

içtenlikle üretilmemiş, damıtılmamış, özü olmayan ya da sezilmeyen bir yapıt olmuş mu ne denli akıl, bilgi, deneyimle dolu olsa, hatta yaratıcılık fışkırsa her yanından bizi kandırmış mı?
 
bu yazıyı bir makam şarkıcısı olan, şu anda dünyadaki yaşayan en büyük şarkıcılardan biri olarak bilinen, Azeri müzik insanı Alim Qasimov’un yorumlarının üzerimdeki etkisine borçluyum. o yüzden onun yorumu ile bitirmem yerindedir.
 

Bir Azeri ezgisi:  “Mehebbetin Qudreti”  mehebbetin qudretini men bele bilmemişdim ana mişdim ana eşq oduna düşdüm ana

ya da bizim Türkçemizle: “Muhabbetin Kudreti” muhabbetin kudretini böyle bilmemiştim ana, bilmemiştim aşk oduna düştüm ana
 




Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 9.3 / 3 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Pinar Ozkan { 08 Ağustos 2011 06:07:35 }
Yazmak üzerine
Heredot, Mısır firavunu Psammetikos'un Pers kralı Kambyses'e yenilip esir düşmesini şöyle bir hikaye ile anlatır: Savaşın sonunda galibiyetin tadını çıkarmak isteyen Pers kralı Firavunu iyice aşağılamak için O'nun zafer alayının geçeceği yola götürülmesini emreder. Firavun burada önce kızını hizmetçi olarak elindeki testiyle kuyuya doğru giderken görür. Bu akıl almaz manzara karşında bütün Mısırlılar dövünüp ağlarken Firavun kılını bile kıpırdatmadan taş gibi öylece durur. Derken, idam sehpasına götürülen oğlunu görür ve yine tepki göstermez.Gelgelelim esirler arasında itilip kakılan yaşlı hizmetkarını görünce birdenbire gözyaşlarına boğulur. Heredot bu davranışın altında yatan nedeni okura açıklamaz.
Montaigne hikayenin yazlışından nerdeyse 2000 yıl sonra Firavunun neden sadece hizmetkarını görünce dövünüp ağladığını düşünür ve bunu "O kadar kederliydi ki, kederindeki ufacık bir artış duygularını zaptedememesine yetmişti" diye açıklar. Walter Benjamin de, Montaigne'in açıklamasından yaklaşık 400 yıl sonra hikayedeki bu karanlık nokta hakkında farklı açıklamalarda bulunur. "Kendi soyundan olanların yazgısı Firavunu etkilemez, çünki bu O'nun kendi yazgısıdır." der sözgelimi. Ya da, "Gerçek hayatta kayıtsız kaldığımız şeyleri sahnede görmek etkiler bizi." Firavun için hizmetkarı yalnızca bir oyuncudur" der. Ya da, "Kederin büyüklüğü tıkar insanı ve ancak bir gevşemeyle birlikte dışa vurulabilir. Hizmetkarın görülmesi bu gevşeme anıdır." der. Yuvarlak hesapla hikayenin yazılışından 2470 yıl sonra hiç kuşkusuz olaya değişik açılardan bakarak Firavunun davranışını biz de başka türlü açıklayabiliriz. "Firavunu en çok kendi yaşına yakın olan insanın düştüğü durum etkilemiştir." diyebiliriz sözgelimi. Ya da, gözlerinin önünde cereyan eden bu dehşet verici görüntüler yüzünden Firavun aklını yitirme noktasına gelmiştir de, son bir gayretle aslında gördüklerinin hepsine birden ağlamıştır." diyebiliriz. Ya da, itilip kakılan yaşlı hizmetkarının görüntüsünde kendi geleceğinin silüetini görmüştür de, o sırada hizmetkarı için değil de, düpedüz kendisi için ağlamıştır." diyebiliriz.
Biz böyle dedikçe Heredot da yazmadığı bir cümle karşılığında 2470 yıl sonra bile birçok cümle yazmış olur tabi. Aynı zamanda yüzyılların gerisinden eğilip kulağımıza o koca sakallı sesiyle şunları da fısıldamış olur. "Sevgili çocuklar hikaye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır."
Denizcim çok güzel bir çalışma olmuş. Böyle çalışmaların herkese iyi geldiği kesin..
Sevgiyle
saba { 01 Ağustos 2011 10:43:48 }
içtenlikle üretilmemiş, damıtılmamış, özü olmayan ya da sezilmeyen bir yapıt olmuş mu ne denli akıl, bilgi, deneyimle dolu olsa, hatta yaratıcılık fışkırsa her yanından bizi kandırmış mı?
ne denli doğru... çok güzel bir yazı... teşekkürler sevgili deniz.
Nilüfer Yaman { 01 Ağustos 2011 06:58:29 }
Dikkatle okudum. Çok ilginç ve güzel bir deneme.

İletişimde yalnız seçilen sözcükler değil, seçilen cümle yapıları da önemli, son yıllarda yabancı dillerden alıp dilimize çevirerek kullandığımız cümle ve cümlecikler dilimizde garip değişmelere neden oluyor. İster konuşma, ister yazı biçiminde olsun, ne içten, ne arı, ne de özlü buluyorum ben onları.

aykut { 31 Temmuz 2011 08:50:46 }
ibreyi içtenlikten hamlığa kaydırırken her ikisinin de çoğu kez aynı takımda oynadıklarını ve aralarındaki farkın sezilmesinde çoğu kez sübjektif yanılgılara düştüğümüzü sanıyorum...

hatıralarından (anı değil!) birisini yazarken anakra'dan eskişehir' e yaptığın yolclukta kara
tren in çekmiş olduğu lokomotif' i ve kazan'a kömür atan makinist'i nasıl arılaştırabileceğini merak ediyorum.
tabii eğer zorlarsan olur.
muhabbetlerimle
serya sahin { 30 Temmuz 2011 12:33:58 }
yazi'yi okurken kafamda birikmis olan sorularin cevabini buldum..son gunlerde, bir cok yazi,siir gibi okudugumuz yazilarda bolca rastliyoruz "dille oynanmasina" buda gercekten anlamsiz kiliyor okunani, hep acaba mi diye takilirdi kafama, simdi cok daha netlestim..tesekkur ederim:)
tebrikler..
nihat ziyalan { 30 Temmuz 2011 02:49:11 }
DÜŞÜNDÜREN BİR YAZI

son zamanda böylesi güzel bir yazı okumamıştım.

okurken dalıp gittim.

teşekkrlerdeniz.

eline sağlık.

nihat abin
elif sezen { 30 Temmuz 2011 01:36:03 }
Egemen Berkoz bir siirinde "Bembeyaz bir kagitsin bekleyen..." der.
Sadece o kagidin beyazligi degil, ve sadece o kagidin sundugu ve sunacagi sonsuzluk turevleri degil... bizim o ariliga es olabilmemizdir, kabugu delip oze de ulasabilmek...
Bu aralar uzerinde cok dusundugum konular bunlar, ilginc bir tesaduf oldu bu yaziyi okumam simdi. Cok anlamli ve guzel bir yazi olmus, sevgiyle kutluyorum sizi
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git