|
|
Yazdan Notlar - Gece yolculuğuKategori: Yaşam | 2 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 29 Temmuz 2011 00:48:57 Sonra bir gün yine gece yolculuğuna çıkarız güneye doğru. Ardımızda tozlu, yorgun şehir... Mevsimlerden yaz... Katarız yanımıza sıcağı uykuyu beklentiyi, bırakırız kendimizi yola. Gece büyür, yol büyür. Yol büyüdükçe gece büyür. Sanki geceden ve yoldan başka bir şey yoktur. Sanırsınız sonsuz. Birbirini tamamlar gibidir yol ve gece. Bir elmanın iki yarısı gibi değil. Az şekerli bir fincan kahveyle bir bardak su gibi. Midyelerle çakıl taşları gibi. Yine de bir şey eksiktir bu ikisinde. İnsan... Evet insan. Yol, gece ve insan... İşte şimdi oldu.
Aynı gecede aynı yere giden bu insanlar kimler? Bu gece yaşamlarımızın kesiştiği bu insanlarla niye bir aradayız? Neden başkalarıyla değil de bu insanlarla? Cevabını öğrenmek mümkün değil. Onlarla bu gece bu yolda bir araya gelmiş olmamız önemli mi? Büyük olasılıkla hayır. Yine de, niye bu kişiler? Birbirimizden öğreneceğimiz bir şey olabilir mi? Birbirimize vereceğimiz bir şey? Yıllar önceki bir uçak yolculuğunda İstanbul’dan Sydney’e dönerken yanımdaki koltukta oturan genç kadınla ne çok şeyi konuşmuş, hayatımızdaki ne çok şeyi paylaşmıştık on iki, on üç saatlik yol boyunca. Uzun süre düşündürmüştü konuştuklarımız beni. Herkes kendi yoluna devam etmeden önce bu birlikteliğin yaşanması mı gerekiyordu? Her şey bir nedenle yaşanıyor belki. Kendiliğinden ve o anda. Bizse yaşanan her anın tanıklarıyız. Yolumuza çıkan her şeye hoş geldin diyerek kendimizi bu akışa bırakabilir miyiz? Bir yolculuğu / bu yolculuğu biriyle ya da birileriyle paylaştığımıza tanık olup yolumuza devam edebilir miyiz? Bir şarkının yüreğimizi nasıl kıpırdattığını fark ederek… Yaz akşamında hanımelilerin kokusunu nasıl da olağanüstü bulduğumuzun ayrımına vararak devam edebilir miyiz yolumuza? Belki de hayat yolunda işaretler, tabelalar olsaydı iyi olurdu. “Dur”, yazan, “Kıpırdama, bir an kendini dinle” yazan. “Bugündesin ve bugün aslında var olduğun tek zaman”, “Farkına var ve yoluna devam et” yazan. Tabelaların yaptırımı olurdu belki. Ya da kim bilir bakar geçerdik. Trafik işaretlerine ne kadar uyuyorsak onlara da o kadar uyardık. İstanbul trafiğinden çıkamadan ikrama başladı otobüsün genç muavini (*). Kırmızı ışıkta durduğumuzda sürücü penceresine birdenbire üşüşen çocuklara da dağıtıldı dondurmalar. Her gün buralarda otobüsü bekliyor olmalılar. Araba vapuruyla Yalova’ya geçtiğimizde karanlık otobüsü sarmıştı. Koltukların arkasındaki televizyonlardan yayılan metalik ışıkta muavinin silueti gidip geliyordu koridorda. Yanımızdan geçerken başını yukarı kaldırdı eliyle burnunu kapatarak. Dolapta peçete arıyordu. Burnum kanıyor dedi, Ayrılacağım bu işten, dokuz gündür yollardayım, eve gitmeme izin vermediler. Daha önceki bir yolculuktan tanıyorduk bu çocuğu. Mavi gözleri gülümsedi, biz aman dikkat et kendine, koşturma çok, yukarıya doğru bak, derken. Sonra, yolculardan biri çağırma düğmesine basmış olmalı, o yöne ilerledi ve geri geldi. Dolaptan kağıt bardak, çay, şeker çıkartmak için uzandı. N’apıcaksın abla, dedi, işsiz de olmuyor ki… Otobüsün camlarında karanlık yol alıyor. Bir kız başını yanındaki genç erkeğin omuzuna yasladı. Ne kadar gençler. Bir anlatının içinden çıkıp gelmişler sanki. Tipik bir anlatının… Bir şehrin, bir mahallenin; her şehrin, her mahallenin çocuklarıymışlar. Bir tanımlamaymışlar. Oğlanın omzunda kızın başına yer yıllar, yıllar önce açılmış. Oğlan daha yeni yetmeyken biliyormuş bir gün omuzundaki bu yer dolacak. Kara saçlı bir kız… İşte böyle bir hayal… Otobüsün camlarında karanlık yol alıyor. Uykulu şehirlerden geçiyoruz. Hepsi birbirine benziyor Ege şehirlerinin. Gece yarısını geçmiş. Karanlık yüzlü evlerin gözlerinden uyku akıyor. Uykuyla geçecek saatlerin iç sıkıntısı çökmüş şehirlerin üzerine. Ve ben bu gece şehirlerinde hüzünlü bir teslimiyet bulurum hep. İnsanlarsa direniyorlar uykuya. Günü kaçırmışlar gündüzü kaçırmışlar da her şey şimdi başlıyor sanki. Eniştenin Çorbacısı’nın ışıkları yanıp sönüyor, yanıp sönüyor. Cancan Kafe hala açık. İçerde ölgün ışıkta birkaç kişi… Kapının önüne atılmış taburelerde üç adam muhabette. Serindir gece orada, o dükkanın önünde. Muhabbet tatlı olmalıdır. Birkaç saatliğine de olsa kendini hareketsizliğe bırakmak güzel olmalıdır. ‘Yolcu dinlenme tesisleri ‘ geceye isyan etmek ister gibi yakmış ışıklarını. Sarı parlak ışıkların altında bağırıyor kocaman salon. Gece yarısından çok sonra bir zamanda mercimek çorbası içiyoruz. Uykuyla kavgaya tutuşanlar için etli yemekler, pilavlar, türlü tatlılar var. Karnıyarık ile pilav yemek isteyen oğluna, bu saatte karnıyarık mı yenir, diyerek engel oluyor bir anne. Dizi dizi otobüsler aceleyle yıkanıp, ön cama yapışan böceklerden arındırıldı. Sağanak yağmur inmişcesine ıslanmış yerlerde yürüyoruz uyuşan bacaklarımızı açmak için. Gökyüzünde ay ışıl ışıl bir top. Bir şarkı sessizce dillerde. Rüzgar uyumuş, ay dalıyor. Her taraf ıssız. Ey gözlerinin rengi kadar kalbi güzel kız. Buyur abla… Hediyelik eşya… Çay, çorba… Tekel… Sesleniyor cılız kara bir oğlan. Temmuz 2011 İstanbul – Datça (*) Otobüs muavini mesleğine İTÜ sözlüğünde yazılı tanımlardan birini, çok hoşuma gittiği için buraya eklemeden geçemeyeceğim.
Yorumlarnilgün
{ 31 Temmuz 2011 20:33:17 }
özledim yazılarınızı. her zamanki gibi; muhteşemdi.
deniz günal
{ 30 Temmuz 2011 02:52:59 }
yazılarını özlemişim Saba, hayatının şiirini.
Diğer Sayfalar: 1. senin yazıların benim için, o hayata dikmek istediğin trafik tabelaları... "Dur", yazan, "Kıpırdama, bir an kendini dinle"; yazan. "Bugündesin ve bugün aslında var olduğun tek zaman";"Farkına var ve yoluna devam et" yazan. gece otobüslerinin camlarında karanlık, senin yüreğinde hep aydınlık yol alsın. özlemle...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|