Uzun zamandır düşünüyorum, fakat bir türlü cevap bulamadığım bir soru var aklımda. Osmanlı döneminde Sarayda ve Enderunda genelde hep Türk Sanat musikisi üzerine yoğunlaşmış bir sanat anlayışının hakim olduğunu izlemekteyiz. Makam, ve usul üzerine kurulmuş bir saz ve musiki edebiyatında şiirler yazılmakta, bu şiirlere beste yapılmakta. Bunların dışında bir musiki etkinliğini arşivlerde bulamadığımı itiraf edeyim.
Halk ozanı bir kişinin Osmanlı Sarayında enderuna alındığını, veya haremdekilere saz dersleri verdiğini bir yerde okumadım.
Osmanlı döneminde Saraya alınan iki bestekar vardır ki yaşamlarının büyük bir bölümü sarayda geçmiştir. Doğumu tam olarak bilinmese de 1780’li senelerde dünyaya geldiğini kabul ettikleri Rıza Efendi, Beşiktaş semtinde dünyaya geldiğinden çocukluğunda Beşiktaşlı Rıza adı ile anılır. Çocuk yaşında keman çalmaya merak salan Rıza efendinin kısa zamanda ününü duyan saz meclisleri, onu davet etmeye başlar. Çok genç yaşta Enderun’da keman muallimliği görevine atanır.
Bu dönemde Dede Efendi, Dellal-Zade, ve Şakir Ağa gibi ustalarla tanışır. Bestekar Numan Ağa ve Zeki Mehmet Ağa ile birlikte davet edildikleri konaklarda fasıllara katılır. Harem-i Hümayunda fasıl takımında bulunan hanendelerden Hurşit paşanın kızına gönlünü kaptırır. Sarayda usul dersleri vermesi istenen Beşiktaşlı Rıza Efendi, artık Haremi Humayunda Kemani Rıza Efendi diye anılır. Saraya fasıl derslerine gelen Hurşit Ahmet Paşanın güzel kızına gönlünü kaptıran Kemani Rıza efendi, bu ümitsiz sevgisine kısa bir dönem karşılık bulur .
Bu aşkın açığa çıkması ve öğrenilmesi, saray tarafından hoş karşılanmıyacağı için, çaresiz aşıklar Topkapı Sarayının köşelerinde duvarlarla paylaşırlar aşklarını. Bu aşkın bir sonu olmayacağına inanan güzel Nedime Hatun, Saraydan bir Paşa ile evlendirilir. Düğünde saz heyetinde Kemani Rıza Efendi’nin de çalması istenir. Saray emrine karşı gelmek mümkün olmadığından o gece güftesini yazdığı ve bestelediği Hüzzam Makamındaki yaralı kalbinin feryadını anlatan şu şarkısını söyler :
Meyledüp Ağyârı Aldın Yanına,
Bî vefa Hercâi Yazık Şanına,
Âşıkın Kıymak mı Kasdin Cânına,
Bîvefa Hercâi Yazık Şânına
Kemani Rıza Efendi III Selim zamanı ile birlikte üç padişah dönemini yaşayan özel bir bestekardır. 1852 yılında vefat eden Kemani Rıza Efendi kayıtlı 40 kadar şarkı, 3 saz eseri, batı musikisi tesirinde kalarak yarattığı tahir buselik makamında peşrev ve saz semayisi, önemli eserleridir.
Bir başka Saraylı bestekarda Leyla hanım, yine Sarayda yetişmiş özelliği olan bir hanım bestekardı. Hekim İsmail Paşa, Saray Hekimbaşısı olarak görev yaptığı sırada 1845’de kızı Leyla bebek dünyaya gelir. Bütün çocukluğu sarayda geçen Leyla hanım, bu sayede hem Sarayı hem de Haremi çok iyi algılamıştır. Sultan hanımların nedimeliğini yapan Leyla hanım aynı zamanda çok iyi bir eğitim alır. Arapça, Farsça, Fransızca ve Rumca öğrenerek kısa zamanda sarayda aranan kişi oldu.
Şiir yazmaya daha 16 yaşında başlayan Leyla hanım, eğitim vermek için saraya gelen Nikoğos Ağa ve Medeni Aziz Efendi’nin usul ve makam derslerine katılır. Leyla hanım iki yüze yakın beste yapmış müstesna bir bayan musiki ustasıdır. Osmanlı döneminde kadın hareketleri içinde yayımlanan mecmualarda şiirleri yer almıştır. Yeni, Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1928 senesinde ‘’Solmuş Çikekler’’ adı altında şiirleri yayımlanmıştır.
Bostancı’daki köşkünde çıkan yangında bir çok şiiri ve hatıra defteri yanmış, buna rağmen 1922 senesinde topladığı ‘’ Harem ve Saray Adatı ‘’ adlı kitabında sarayın adetlerini aktardığı bu eseri ile ünlenmiştir. Leyla hanımın, asıl adı Avram Levi olan Udi Mısırlı İbrahim Efendinin güftesini, Ağır Aksak Usulde ve Hicaz makamında bestelediği eseri, bu gün bile hala dinleyenlerde derin etki ettiğine inanmaktayım.
Seni sevda çiçeğim tac-ı serim
Bilemezsin ne kadar çok severim
Bunu her gün sorarım, tazelerim
Söyle kalbinde benim var mı yerim
Bu saraylı iki değerli bestekarı bu eser ile bu gün anmaktayım .