|
|
Sıfır hali...Kategori: Felsefe | 1 Yorum | Yazan: Elif Sezen | 16 Temmuz 2011 14:10:15 "Şimdi her şey sessiz! Okyanus solgun ve parıltılı; tek bir söz bile edemiyor... Gökyüzü sonsuz akşamını kırmızılarıyla, sarılarıyla, yeşilleriyle sunuyor; tek bir söz bile edemiyor... En yalnız olduğumuz yere dokunurmuşçasına denize dökülen küçük taşlar, büyük taşlar ve zincirler; tek bir söz bile edemiyor... Bu iletişimin muazzam olanaksızlığı... korkutucu ve güzel." (F. W. Nietzcshe)
...ve de kaçınılmaz... Çünkü sessizlik güzeldir. Sessizlik her şeyi içine alır, onları öğütür ve etkisiz hale getirip dış dünyaya salıverir. İşte böyle yoldaştır sessizlik. (Kendinden öte olabilmenin bilinci ve istenci nedir?) Ama korkarız biz sessizlikten. Belirsiz olan her şeyden korkarız. Tuhaf bir çelişkiyle, kendimizi aslında en ihtiyaç duyduğumuz şeyden alıkoyarak güvende hissetmek isteriz. Uçurumun nereden kaynaklandığını pek anlayamayız; araştırıp, soruşturup dururuz salt akli yollardan. Akıl, gönülün çok uzun zaman önce kabul ettiği hakikati su anda kabul edemiyor. Uçurum burada yatmaktadır bence. 'Şey'lere olan yaklaşımımız çarpıklaşmış, bozuntuya uğramıştır. Sonuç olarak biz bedbaht bir halde kendimizi ve başkalarını durmaksızın yargılamaktayızdır... Kavramları ve imgeleri hakikate yönelik yapılandıracağımıza, yok etmekteyizdir. Zaman zaman kullandığımız, zaman zaman yüzleştiğimiz (kendimizle yüzleşmemize yardım etmelerine izin verdiğimiz) kavramları ve imgeleri, sanki bir kavanoza tıkarcasına, ya da peşimizden sürüklercesine hırpalamamalıyız. Kavramlarımıza ve imgelerimize nazik davranmalıyız ve yaklaşmalıyız, evet! Böylece onlar da bize nazik olurlar. Zannettiğimizden daha da güçlüdürler çünkü, onların gücü karşısında şaşkına dönebiliriz. 'Bilinç' burada tarafsızca iyi bir gözlemci olabilmelidir ki kurban oluvermesin. Böylelikle yaşamımız, doğal yaşam enerjisinin akışı doğrultusunda, beyin ve kalp arasındaki sözde 30cm'lik sembolik aralıkta aramakta olduğumuz manevi 'sonsuzluk' noktasından(!) yayılan gerçek Sevgi'nin titreşimleriyle biçimlenir. Ve yaşadım diyebiliriz. 'An'ı dürüstçe yaşarız. Nitekim anı yaşarken, aynı zamanda anın bize sunduğu, işaret ettiği olanaklara ve kimi olanaksızlıklara saygı göstermeliyiz ki bir sonraki ana geçebilelim. Aksi taktirde anlamaya gücümüzün yetmediği şeyleri de yok etmeye başlarız, öldürüveririz onları. 'Güç' olgusu başlı başına bir sorunsala ve sorgulama alanına davet eder bizi. Bildiklerimizi, bugüne kadar bize dayatılanı inkar etme gücüne sahip miyiz? Olabilmeliyiz zamanı geldiğinde. Bilinen ile bilinmeyen, söylenebilen ile söylenemeyen arasındaki varoluş zarında tuhaf güzellikte bir bilgelik çiçeği açar. Bereketli olmayan toprakta, çamurda bile acar bu çiçek. Bu olasılığa gebeyiz biz. Varoluş düzlemlerinde hiçbir olası gizemi kabul etmek istemeyen, kimi tamamıyla rasyonel yaklaşıma sahip olanlar, 'siyah-beyaz' tutum ve bakış açısı çerçevesinde evreni sözde kavranabilir, anlaşılabilir bir şekilde görmeyi tercih ederler. (Henüz bilmediğimiz bir şeyi bildiğimizi nasıl olur da iddia edebiliriz?) Oysa evrenlerimiz gizemli anlam bulutları gibi şekilden şekle girmekte, değişmekte, içe veya dışa doğru (bazen hem içe hem de dışa doğru) genişlemektedirler, içinde bulunduğumuz ortak dünya dönerken. Yeni bir bilimin temellerini atan W. Heisenberg'in atılımlarıyla başlayıp günümüzde farklı boyutlarda araştırma konusu haline gelen kuantum fiziğinin sonsuz olasılıklar evrenine ışık tutması ise kimimize rahatlatıcı şekilde bir 'Oh!' dedirtmiştir. Sanki çok önceden beri bildiğimiz ve bildiğimizi unuttuğumuz bir şeyi hatırlamışızdır; sanki kanıt aramaktayızdır hala. Sonsuzluk oradadır evet, başımıza her ne gelirse gelsin, kavramlarla ilişkimiz her ne olursa olsun 'O' var olmaya devam eder. Sevgili Ahmet İnam 'Bir Ağıt Olarak İnsan' adlı makalesinde kendine sorup, ne de güzel yanıtlamıştır: "İçimizdeki küçük sonsuzluk, dışımızdaki büyük sonsuzluğu yenebilir mi ? Hiçbir zaman!" diye... Sessizlik güzeldir... Biz nefes alan hür varlıklar olarak sessiz bir alanda kendi sesimiz ile dünyanın sesini ayırt edebilmeliyiz. Özgür irademiz ile gerçeği sorgulama ve sonsuzluğun kapılarını çalma imkânı bulabilmeliyiz. (Tabi ki özgür iradenin olmadığı yerde, mânevi gelişme de yoktur!) Albert Camus, "Yaratması engellenen insan yok eder" demiştir. Bu çok ilginç bir analojidir. Bir şekilde tepki vermek isteriz olanlara, ya + ya da - yönde (ya saldırıya uğruyoruzdur, ya da onaylanıyoruzdur). '0'(sıfır) noktasında var olmak zordur. Yok edilmesi mümkün olmayan enerjinin mutlaka dönüşüme uğraması/uğratılması gerekmektedir oysa. 'Korku' ve 'sevgi' arasındaki çatışmada yapılması gerekeni yapmalı, doğru kararı verebilmeliyiz. Bu anlamda sorumluyuz, kendimizi dönüştürmek bizim biricik sorumluluğumuz günümüzde. Bir-iki gün kadar önce Richmond sokaklarında öylece yürüyordum. Güneş batmak üzereydi ve etrafta ilginç bir ahenk vardı; trafiğin gürültüsüne, sokakta birbiriyle takışan insanlara, sahibinin elinden kaçmak isteyen köpeğe rağmen vardı bu ahenk. Sonra tuhaf bir sessizlik oldu. Doğaya ve tüm canlılara (direnç gösterdiğimiz halde) eşit şekilde sınırsızca akan sonsuz sevgisiyle Tanrı, insan bedenlerinde kâh 'siz beni yanlış anladınız' kâh 'özünüze dönün' diye çınlıyordu sanki, dinsellik ile mâneviyat ayrımını bir türlü yapamadığımız 21.yüzyılımızda... 'ne tuhaf bir kavram kargaşası içindeyiz böyle' diye düşündüm...biz kavramları gözlemleyip yaşamımıza davet edeceğimize...kullanılıyorduk! Sonra sevgili arkadaşım Neslihan Eti'nin bana söylediklerini hatırladım; aynen şöyle demişti: "bir yandan yukarı çıkma isteği diğer yandan yer çekimi...ilk anda böyleymiş gibi 'çabalamak'... ama düşününce, uzaydan bakınca 'hallere', uzayda yer yön yani yukarı aşağı yok veya her şey bir...değişerek halden hale varsan da hep diğer halleri içinde barındıracaksın, ve sen aslında çıktığın ve gireceğin tüm hallerin bir toplamısın...ne kadar zayıfsan o kadar güçlüsün, ne kadar varsan o kadar yoksun...günün birinde karşılaşırsan 'huzur' ile o '0'(sıfır) hali ile bir bakmışsın ki ne çaba ne de sorgulama kalmış, hepsi yok olmuş...her şey bir ahenkte, aynı anda orada, gördüğün ve dahası...." Kaynaklar: Ahmet Inam, 'Bir Ağıt Olarak İnsan' , http://www.phil.metu.edu.tr/ahmet-inam/agit.htm
Yorumlardeniz günal
{ 17 Temmuz 2011 10:14:10 }
"Bilinen ile bilinmeyen, söylenebilen ile söylenemeyen arasındaki varoluş zarında tuhaf güzellikte bir bilgelik çiçeği açar. Bereketli olmayan toprakta, çamurda bile acar bu çiçek. Bu olasılığa gebeyiz biz. "
Diğer Sayfalar: 1. teşekkürler Elif. o yerde açan bilgelik çiçeği mi bilemem elbette ama orada aşk çiçekleri açıyor şiir çiçekleri açıyor. sevgiyle kucaklıyorum seni. deniz kızı
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|