|
Babama Mektuplar (4)Kategori: Babama Mektup | 1 Yorum | Yazan: Şule Sencer Töreci | 05 Temmuz 2011 11:14:44 Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum da son 3 yılda Evliya Çelebi`yi bile kıskandıracak ne kadar da çok yol yapmışım babacığım. Hobart, İstanbul, Ankara, İzmir, Datça, Bodrum derken, biraz Liverpool, çokca Sula, azıcık Gonco falan. Hobart ne denli soğuksa, Datça o denli sıcak. İstanbul her ne kadar çocukluğumdan uzaksa Arnavutköy inadına bıraktığımız gibi.
(Kazıklı yolu saymazsak tabii) Niko bile değişmemiş.Hani Toros, Karpis ve Koper vardı ya arkadaşlarım, hani üç kardeştiler. Eğer yanılmıyorsam anneleri de biraz tombulca Marika teyze idi. Hani Dubaracı Sokak da. İşte bir de Niko muz vardı arada sırada katılan oyunlarımıza. Bu Niko o Niko işte. Hepimiz gibi biraz yaşlanmış o kadar. Eğer sahibi olduğu kuruyemişci dükkanın önünde yere kapaklanmasaydım hiç anamazdık o eski günleri bana koşup getirdiği suyun eşliğinde. İyi ki kanamış dizlerim, sıyrılmış avucumla dirseklerim. Ya Arnavutköy İskelesi nin tam karşısındaki “Abrakadabra” ismindeki pub ile restorant arası mekana ne demeli? Bizim zamanımızda yoktu. Hala denizdi çünki oralar, şimdi iyi ki var. Ankara’m, Ankara olmaktan çıktı ise de, hala nefes alabileceğin, kendini şimdiki Ankara dan soyutlayıp çekip çıkarabileceğin nice “Abrakadabra” lar ile dolu. Yalnızca keşfetmeni bekliyorlar o kadar. Örneğin Çayyolu. Hele hele kısacık bir süre de olsa yaşama şansına eriştiğim Konutkent. Sıradan bir kooperatif sitesinin hiç de sıradan olmayan sakinleri ile paylaştığım o kısacık zaman dilimi. Sydney`de, hatta senin Paris`inde bile rastlayamacağın, o iyice özümsenip sindirilmiş zerafet. O hemen her evi sarıp kucaklayan mor salkımlar, çiçek denizinden dalga dalga rengarenk bahçeler... Ama öyle burnu havada güller falan değil ha, mevsimine göre kasımpatları, sardunyalar kış menekşeleri, papatyalar falan. Ayrıca hemen her evin; aşını, sevgisini bir başka dört ayaklı dostla paylaştığı, onlara sabah yürüyüşlerinde ellerinde naylon torbalarıyla eşlik eden sahipleri diyemiyeceğim, anneleri babaları ya da kardeşleri. İşte tam da bu nedenledir ki hiç bir pislik bulaşmıyor ayağına Çayyolu’nda. Kapıların önünde ise mama ve su kapları hayratı.Tıpkı İzmir gibi. Burası Ankara içinde o kadar başka bir Ankara ki babacığım, Melih’ciğimin bile gözüne batmış. Bu nedenle otobüslerinin ve şöförlerinin en kabalarını sürmüş bu hatda. Evet belki abartıyorum ama dayak yemeden varacağın yere ulaşıyorsan eğer ne mutlu sana. Çünki adamlar kapmaya hazır, aportta oturuyorlar direksiyonlarının başlarına. Otobüslerin hiç zaman diye bir dertleri de yok. Bekliyeceksin artık, paşa gönülleri ne zaman çekerse o zaman gelirler. Bu nedenledir ki buralarda halk otobüsleri çok revaçta. Hem zaman hem nezaket anlamında. Melih’ciğim bununla da kalmamış. Yenimahalle Belediyesi ne bağlı Çayyolu’nu, Çankaya Belediyesine bağlamanın yollarını arıyor şu günlerde, aksi halde Yenimahalle Belediyesi akp`li olmamaya devam edecek. Bir de müjdesi var Çayyollulara. Fazladan bir camii yapılmasını reddettikleri için kilise yapacakmış artık onlara da !!! İzmir ise Tayyip’ i gerçekten sinir edecek kadar uygar ve demokrat. Belki de derin derin nefes alabileceğin dünyadaki tek kent İzmir. Hayriye Buca da oturuyor. Yine o bildiğin cesur, gözünü budaktan sakınmayan Hayriye. Bir o kadar da güzel. 20 yıldır Amerika`da imiş. Fazladan aldığı bir kaç kiloyu saymazsan hiç değişmemiş. Hangimiz almadık ki sanki o fazladan kiloları. 45 yıl bu. Dile kolay. Neler yapmadık ki birlikte. Gecenin 2sinde Kordon`da idik örneğin. Öyle güvenli ve öylesine rahattık ki Sydney ve Hobart`a inat. Hatta bir Çinli gruba rastlayınca ben “Nihav” lamadan edemedim tabii. Ah babacığım ne kadar mutlu oldular bu gurbet ellerde kendi dilleri ile selamlanınca bir görmeliydin. Kordon`daki o koca oteller kendileri kadar kocaman Atatürk posterleri ya da ışıklı Atatürk profilleri ile bezeli. Üç tekerlekli bisikletinin ardına nevalelerini yerleştiren seyyar kahvecinin bile bisikletinin ardından Türk bayrağı dalgalanıyor. Bir Cuma akşamı Alsancak`daki Kahramanlar Kadınlar Sokağındaki Mülkiyeliler Lokalinde idik, iki eski arkadaş içip güzelleşmeye karar verdik ve harika bir gece geçirdik başbaşa. Benim Volkan Konak’a aşık olmam da işte tam da bunun bir gün öncesine rastlar. Nasıl mı? Aslında Hayriye tanıştırdı beni Konak ile star ekranlarında. Konak` ın şarkıları türküleri muhteşemdi muhteşem olmasına ama, sen bir de Nazım`ın dizelerini hafif bir karadeniz şivesi ile seslendirirken dinliyecektin onu. Olmaz böyle şey. Belki sen güzel Türkçe adına çarpık çarpık gülümserdin ama, ben her Perşembe akşamı tiryakisi oldum bu programın. Hayriye`nin iki zehir gibi kızı var babacığım. Birisi İlknur, diğeri Vuslat. İlknur ile gerçek anlamda tanıştım, Vuslat ile bilgi sayar ekranlarında. Her ikisi de Amerika`nın ünlü üniversitlerini dereceyle bitirmiş akıl küpü dünya güzeli kızlar. Yani hem güzel hem de zeki olunabiliyormuş demek ki dedirtecek kadar hem de. O kadar sıcak ve o kadar alçak gönüllüler ki anlatamam. Vuslat hala Amerika`da. Tatile geliyor şimdilerde Türkiye`ye. Hayriye onları tek başına Amerika`da öyle mucizevi bir şekilde yetiştirmiş ki, iki kız annelerini, babalar gününde de ayrıca kutluyorlar. Şu bir gerçek ki İzmir Hayriye ile daha bir güzel. Tayyip ise İzmir`i içten fetih edemeyeceğini anlayınca, dış güçleri yardıma çağırdı. Şu sıralar yeniden organize edilen İzmir`deki Nato üssünün en önemli görevi de bu olmalı. Tayyip ve saz arkadaşları ve elbette en çok da kendileri için İzmir i ele geçirmek. Ya da olası bir Ortadoğu savaşında İzmir’i hedef haline getirmek. Ancak bir İzmir’i bir de İzmirliyi görüp de yakından tanısan babacığım bunun ne kadar ham bir hayal olduğunu anında anlarsın. Datça ise onca yapılaşmaya karşın hala inadına çok güzel. Tıpkı İstanbul gibi, ne kadar uğraşsalar, ona ne kadar ihanet etseler bir türlü çirkinleştirmeye yetmiyor güçleri. Çağlar Market’in sahibi Mehmet Bey, bildiğin gibi artık dükkanı ile birlikte anılmakta. Onu yıllardır o ufacık dükkanında görmeye öylesine alışmışım ki, hani neredeyse sokakta görsem arkasında o alışıldık dekor olmadıkça tanıyamıyacağım gibi geliyor. Büyük oğlu Çağlar daha Sabancı Üniversitesi nde öğrenci iken çekmişti Sabancı`ların dikkatini, mezun olur olmaz da hemen kapıverdiler. Şimdilerde küçük oğlunun Boğaziçi ni bitirmesini bekliyorlar karı koca bu gönüllü kölelikten azad olmak için. Yalnız onlar mı? Evin Pastanesi’nin sahibi Asaf Bey ile eşinin sabahın köründe iş başı yapmaları da inan kendileri için değil. Kızları önümüzdeki yıl fizik mühendisi çıkıyor Karadeniz Teknik Üniversitesi`nden. Bodrum ise bildiğin gibi. Sıcak, kalabalık ve ihanete uğramış. Aslında yanlış yazdım senin bildiğin Bodrum`dan pek bir şey kalmadı geriye. Sandaletçi Ali Usta da mezun oldu geçen yıl. Artık o da yok anlıyacağın. Marangoz Hasan Ağabey hala orada ama. Yıllar önce vazgeçtiği mandalin bahçesinin yerinde bir görkemli otel var şimdi!!! O da hemen her gece otelinin barında kafayı bulup bana eski Bodrum`u anlatıyor. Bodrum sokaklarına güneş battıktan sonra öyle bir kalabalık hücum ediyor ki, sanırsın ülkenin tüm sinemaları bu sokaklarda da onlar dağılıyor. Adım atacak yer yok. Herkes birbirinin dondurmasını yiyor anlıyacağın. Babacığım yine mektup uzadı gitti farkındayım. Gel bunu da burada sonlardırayım ve Sula`yı,Tela`yı, St Lucia ve Gonco`yu sana bir sonraki mektubumda anlatayım. Sanki sen oraları bilmezmişsin, sanki her seferinde bana eşlik etmezmişsin gibi. Laf işte benimkisi de. Şule
Yorumlargözde
{ 06 Temmuz 2011 09:16:31 }
müthiş!!!!
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|