Geçen yıl mıydı neydi, Ankara'ya Çinli bir akrobat gurubu gelmişti. Türlü marifetleri arasından hele birkaç tanesi, insanı hapsedip bırakıyordu. Meselâ bu Çinlilerden biri, başını iki bacağının arasına alıyor , bacaklarını iki kol gibi boynuna doluyor, sonra da iki elini iki ayak edip, onlarla yürüyordu. Artık asla insana benzemediği gibi, herhangi bir hayvana da dönmüyordu.
Siyah elbiseleri içinde ve çekik gözlerini üzerindeki gözlükleriyle vehleten bir kurbağayı hatırlatır gibi oluyorduysa da, sonradan, bu kafası kıçından çıkmış dertop mahlukun yanında, kurbağanın bir manası ve güzelliği olabileceğini düşünerek, marifeti kendi soyutluğu içinde alkışlamak gerekiyordu. Bu haliyle, hem de rahatça, tabii bir insanmış gibi, gezen, oturan, yiyen, içen bu akarobat, derken, kördüğümünü çözüyor ve yeniden eski, yani Allahın kendisine verdiği biçimini alıyordu.
Bu defa, birincisinin tam tersine bir oyuna girişiyordu. İlk marifetindeki çirkinliğe, manasızlığa karşılık, yeni marifetiyle üstün bir zariflik, tehlikeli bir incelik yaratıyordu. Eline narin bir kamış alıyor, kamışın üstüne nadide bir Çin tabağı koyuyor; başının üstünde, küçük, ipekten bir şemsiye açmış gibi, başlıyordu o tabağı o narin kamışın ucunda fırıl fırıl döndürmeye! Bu sembolik şemsiye, bir yandan dönedursun, bir de bakıyordunuz, birden iki, ikiyken üç, üçken dört oluveriyordu. Sanırım on parmağının arasından on tane çıkıyor, üstelik bir iki tanesi ağızının üstünde oynuyordu. Ayrıca, akrobat, ahenktar bir raks içinde kendisini, elleri ve dudaklarıyla çevirdiği tabakların ritmine uydururuyordu..
Bu hünerin de, hiç şüphesiz, bir önceki kadar manası yoktu, ama çirkinliği de yoktu; hatta hayli zarif ve inceydi-tehlikeli de. Çünkü bir seferinde dengesini bozdu; güzelim Çin tabağı düşüp paramparça oldu.
Bunları niçin hatırladığımı düşünüyor, ihtimal kıssadan hisse çıkaracağımı bile aklınızdan geçiriyorsunuz. Hayır! Sadece, son zamanların birçok olayları, bilmem neden, bugün bana birdenbire, Çinli akrobatın bu manasız ve tehlikeli oyunlarını hatırlattı. Birçok memleket meselelerimizi; bazen tek bir adamın on parmağı ve iki dudağı üzerinde ve zarif kamışları ucunda, fırıl fırıl döndürülen bu Çin tabaklarına benzetmiyor musunuz? Yahut vatan, millet, memleket, demokrasi diye bağırıp çağıran birçok ağızların apış arasından uzanmış başlar üzerinden konuştuğuna dikkat etmiyor musunuz?
Fakat karşısında bin bir hünerle oynayan bu akrobasinin, millet, nedense, birinci kaba şeklinden olduğu kadar, ikinci zarifinden de tiksiniyor.
16 Haziran 1949
Ahmet Muhip Dıranas
Yazılar YKY