|
|
Şimdiki zamanda yaşamakKategori: Felsefe | 2 Yorum | Yazan: Elif Sezen | 02 Temmuz 2011 06:40:19 Son zamanlarda üzerinde düşünmeden edemediğim bir konu bu, ve kaçınılmaz olarak da kendimi sorguluyorum: Şimdiki zamanda mıyım? Hafızayı geçmişin depolandığı, işlendiği bir zihinsel süreç olarak betimlersek eğer, hafızanın aynı zamanda bağımlı olduğumuzu zannettiğimiz kültürel ve sosyal normları, şartlanmışlıkları, kollektif değerleri de ısrarla kapsadığını ve taşıdığını görürüz. Bazen olduğu gibiliği ile bazen de çarpıtılmış bir halde bambaşka bir biçimde biricik gerçekliğimizi depolarız orada.
Biz geçmişi sonradan işleve sokulmuş yeni bir vücut organıymışçasına varoluşumuzun merkezinde taşırız; geleceğe taşırız onu. Korkularımızın, bağımlılıklarımızın, arzularımızın tanıdık olmalarını tercih ederiz, güvende hissetmek isteriz kendimizi çünkü. Geçmişi, 'geçmiş' yapan değerlerden sıyırmak istemeyiz. Bu bizim en doğal var olma ve savunma biçimlerimizden biridir bir bakıma. Aslında geçmişe çoktan karışmış olan sorunlardan tekrar tekrar söz etmek, şikâyet etmek isteriz. Geçmişimiz önemlidir evet, çünkü her ne yaşadıysak, yaşanılanlar bizi şu anda bulunduğumuz noktaya, şimdiki zamana bir şekilde getirmiştir. Çağdaş düşünür ODTÜ Felsefe bölümü başkanı Ahmet İnam "Gazali'nin Kalb Ordusu" adlı makalesinde, Gazali felsefesine yanıt olarak 'geçmişten devşirmek' düşüncesini farklı düzlemlerde sorgular: "Yiten geçmiş, geçmiş değildir. Şimdiye uzanamayan, bize ulaşamayan. Geçmiş şu ana ulaşıyorsa geçmiştir. Etkileyebiliyorsa, bizimle bir diyalogu varsa, biz ona, o bize seslenebiliyorsa". Ahmet İnam, geçmişimizle olan ilişkimizi üç noktada irdeleyebileceğimizi savunur: "A) Üzerimize abanan geçmiş: Bizi durduran, elimizi kolumuzu bağlayan, sarıp sarmalayan, kımıldatmayan, zincirleyen, tutsak edici geçmiş. Bu geçmiş, bizi etkileyen, ama bizim onu etkileyemediğimiz geçmiştir. Olumsuz anlamıyla, bu kara, bu "meş'um" geçmişin en azından beş ayrı etkisinden söz edebilirim.
B) Keşfedeceğimiz Geçmiş: Üzerimize abanan, tutsak edici geçmişten farklıdır. Geçmiş artık bizim için bir yük, bir zincir, bir tutsaklık değil, bir olanaklar alanıdır. Oradadır. Yaşayandır. Doğrusu; biz ona gidebilirsek yaşayacaktır... Geçmişin olanağını kullanmayı bilmektir, geçmişten devşirebilmek. Geçmişe yapabileceklerimizdir, geçmişin olanağı... C) İcat Edilecek Geçmiş: Geçmiş nasıl olur da icat edilebilir diyeceksiniz. Hiçbir şey yoktan icat edilemez. Geçmişin belgeleri üzerine, gelecek bakışıyla kazanılan güç, geçmiş mucitlerini ortaya çıkarabilir. Onlar mucitleri mazinin, keşfedilmiş, gözden geçirilmiş, irdelenmiş, eleştirilmiş, belgeler üstünde kurgulama yaparlar. Geleceklenmiş geçmiştir bu: Yaşayan geçmiş değildir sadece, yaşatan geçmiştir de. Bir bireyin ya da bir topluluğun ya da bir toplumun bir geçmişi olarak, onun hayatıyla bütünleşmiştir, yasayan bir parçası, ona can katan bir öğesi olmuştur." (sayfa 512-513) İnam'ın geçmişin olası işlevi, potansiyeli ve tehlikesi ile ilgili bu düşünceleri, bizi aynı zamanda daha deneysel ve sorgulayıcı bir yaşamsal alana davet eder. Geçmiş ile ilgili çok kapsamlı bir farkındalık düzeyi, bize kişisel ve toplumsal yaralarımızı sarma ve olası çözümler üretme şansı da verir. Öte yandan ufukta bir özgürlükler ve olasılıklar ülkesi ışıldamaktadır. Bu bizim şimdiki zamanımızdır. Gerçek anlamda şimdiki zamanda olmak, yepyeni bir şehirde veya adada ağaçları, binaları, uçan kuşları, kokuları, sesleri ve ‘şey’leri ilk kez görüyormuşçasına yeniden tanımaya ve tanımlamaya benzer. Artık her dakika yeni bir fırsattır bizim için. Toplumsal ve kültürel gerçekliğimizi de taze bir bakış açısıyla değerlendirerek ve gözlemleyerek yeniden yapılandırma fırsatıdır bu. Eski suretimizin ölümü ve yeni suretimizin doğumu için gereklidir bu fırsatı kucaklayabilmek. Geçmişi salıverdiğimizde (veya siliverdiğimizde) bir zamanlar düşmanımız olan artık düşman değildir; 'uzak', 'yakın', 'güçlü', 'zayıf' kavramlarına yaklaşımımız değişir, anlayışla ve titizlikle yaklaşırız kavramlara. Böylelikle içinde yasadığımız dünyayı daha objektif bir açıdan kavramsallaştırırız. Taptaze bir gönül, berrak bir zihin ve yepyeni bir bakış açısı ile bakarız dünyaya ‘şimdi’de. Kendimizi yeniden keşfederiz, kendimize karşı dürüst oluruz. ‘Şimdi’de yaşarız ve nihayet geleceğe taşırız ‘şimdi’de yarattığımız yeni değerleri ve varoluşsallıkları. Böylelikle 'şimdiyi geleceğe taşımak', 'geçmişi geleceğe taşımak' ile bağdaşır, her iki gerçeklik te anlamlı ve önemli bir işleve sahip olur. Ahmet İnam, "Geleceğe taşıyamadığım geçmiş benim değildir!" diye ifade eder düşüncesini, 'geçmiş-şimdi-gelecek’ kavramsal üçgenini sorgularken. "Farkındalığın Mucizesi" adlı kitabında Vietnamlı Zen ve Meditasyon Ustası Thich Nhat Hanh, düşüncelerimizle bedenimizi birleştirmenin bir yolu olarak şimdiki zamanın farkında olmanın değerini vurgular. Bulaşıkları yıkarken, o anda yapmamız gereken tek şeyin bulaşıkları yıkamak olması gerektiğini söyler. Mandalina dilimlerini ağzımıza atarken bunun farkında olmamızı öğütler, çünkü farkında olmayarak gerçekleştirdiğimiz her eylem, bütünün de yitmesine neden olacaktır: "Mandalinanın dilimleri vardır. Eğer tek bir dilimini yiyebilirseniz, büyük ihtimalle bütününü de yiyebilirsiniz. Tek bir dilimini yiyemezseniz, mandalinayı da yememiş olursunuz".(sayfa 16) Yürümek, oturmak, müzik dinlemek, konuşmak, düşünce üretmek, hissetmek, nefes almak gibi her basit veya karmaşık eylemde, yaptığımız şeyin tamamıyla farkında olmamız halinde, zihnimizdeki düşünce kalabalığının ve gürültüsünün bu şekilde önüne geçebilip daha berrak bir zihinle devam edebileceğimizi işaret eder Nhat Hanh. Bilinci bir ‘ayna’ olarak tasavvur edersek eğer, diyebiliriz ki zaman zaman kirlenen, tozlanan aynalarımız da farkındalıkla temizlenmeye, berraklaşmaya ihtiyaç duyarlar. Bu berraklıkta, anlamak ile anlamlandırmak arasındaki yaşamsal ilişkinin farkında olup, zihnimizden gecen her düşüncenin hesabını veririz. Düşüncenin duyguya dönüşme surecindeki esik noktasında, düşüncelerimizin etik, estetik, ve çok yönlü boyutlardaki yerini kontrol edip, sorgulayıp, derin bir farkındalıkla ve gerçek bir iç huzuruyla var olabiliriz. Şimdiki zamanda farkındalıkla yasamak, zihinsel ve bedensel organizmalarımıza gerçek işlevlerini kazandırır diye düşünüyorum ve Thich Nhat Hanh'in önemli tavsiyesiyle noktalamak istiyorum bu makaleyi: "Kendinizi nehre atılmış bir çakıl taşı olarak düşünün. Çakıl taşı zahmetsizce dibe çöker. Her şeyden kopmuş olarak mümkün olan en kısa yoldan düşer, sonunda dibe, tam dinginlik noktasına ulaşır...Kendinizi nehir yatağına ulaşmış bir çakıl tanesi gibi dinleniyor hissettiğinizde, o nokta kendi dinginliğinizi bulmaya başladığınız noktadır. Artık hiçbir şey tarafından itilmiyor veya çekilmiyorsunuzdur. Tam o oturma anlarının huzuru içinde, neşe ve hazzı bulamazsanız, o zaman gelecek tıpkı bir nehir gibi akıp gidecek. Ve gelecek şimdiki zaman olduğunda, onu yasamanız mümkün olmayacaktır. Neşe ve huzur, tam bu oturma saatinde mümkün olan neşe ve huzurdur. Eğer onu burada bulamazsanız, hiçbir yerde bulamayacaksınız. Düşüncelerinizin arkasından koşmayın. Neşeyi ve huzuru tam bu anda bulun."(sayfa 37)
Yorumlarelif sezen
{ 04 Temmuz 2011 01:29:46 }
Dusuncelerinizi paylastiginiz icin cok tesekkur ederim Mustafa bey, katiliyorum size, 'zihin 'an'da duramaz' evet, ama bu yurume (kosma ya da kayma) surecindeki inis cikislar da onemlidir bazen bence, her ne kadar ego ve ruh arasindaki denge bozulma tehlikesi altinda kalsada...dogal sorgulama sureci, kontrolden cikmis 'gerilim'e donusunce tehlikeli olabilir... bu durumun farkinda olarak en ciplak hallerimizle karsilasiriz ve kendimizi en olasi ahlaki tavirla degerlendirme sansi buluruz. Kendimize de kriterler yaratiriz, dis dunyadaki kategorizasyonlar ve kriterler yaninda. Ic ve dis dunyalarimiz arasindaki hassas dengeyi kurariz. Ama tabii bu cok zor bir surec, ben sahsen zorlaniyorum, ama neyse ki 'farkinda'yim bunun. 'An' da varolabilme hediyesini ozgurleserek kabule calisiyorum.
Cok tesekkur ederim tekrar degerli yorumunuz ve desteginiz icin... mustafa alagoz
{ 03 Temmuz 2011 23:54:56 }
Olmuş bitmiş şeyler hakkında ne söylersek söyleyelim, sadece kendi deneyimlerimizi ve gözlemlerimizi dile getirmiş oluruz. Geçmiş geçmiştir, sınırları kesin olarak belirgindir, oluş ve yokoluş süreci tamamlanmıştır. Bu anlamda onun hakkında yaptığımız belirlemeler geçmişin doğasından çok bizim bugünden bakarak geçmiş hakkında yorumlar yapmamızdan ibarettir. Geçmiş hakkında bütün söylediklerimiz bizim şu anki özlemlerimizin, pişmanlıklarımızın, kayıplarımızın ve umutlarımızın dillendirilmesidir. Birey her ne yaparsa yapsın kendisinin o anlık halini ortaya sermiş olur. Zihin "an"da duramaz, ya geçmişe döner ki burada arzularımız etkindir; ya da geleceğe kaçar burada da beklentilerimiz bize egemendir. Ego'nun yaşamı böyle şekillenir. Zihni bir sarkaca benzetirsek; sarkaç bir uçtan (arzu-geçmiş) diğer uca (beklenti-gelecek) salınır durur. Bu olgunun tamamı ise ego'dur. Burada özgürlük olmaz. Yazıda bu duruma işaret eden güzel bir söylem var:
Diğer Sayfalar: 1. "Öte yandan ufukta bir özgürlükler ve olasılıklar ülkesi ışıldamaktadır. Bu bizim şimdiki zamanımızdır." Bütün mesele bu; bu ülkeyi yurt edinebilmek, yani "An"ı mekân tutunabilmek. Önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya sevgili Elif dikkat çekmiş; "An"a. İnsan anda duramıyor, sürekli kaçıyor ve gerilime düşüyor. Bu konu başlı başına bir yazı olabilir, ama sevgili Elif'in sorgulama biçimi, dikkat çektiği konular herkesin içsel dünyasında taşıdığı ve kendisini kıvrandırdığı bir sancıya parmak basıyor: Geçmişin bilincimiz üzerindeki baskısı ve özgürlüğün An'la olan ilişkisi... Bu yazıyı ilgiyle okudum ve sevgili Elif'ten yazılarının devamını getirmesini beklediğimi belirtmek istiyorum. Hiç olmazsa insanı kendine döndüren taze, canlı ve insanı düşünmeye iten yazılar okumuş oluruz...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|