A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Masumsan Aynasın

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 2 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 20 Haziran 2011 02:50:29

Nesneler ve olaylar dışımızda, imgeler ve duyumsamalar içimizdedir. Başlangıçta bunlar tam bir uyum halinde bulunurlar, ama örtük olarak. Bu durum özdeşlik halidir, masumdur, saftır, doğaldır, ama kördür: Kördür çünkü fark yoktur, yani farkındalık ve bilinç yoktur. Varoluş farka, yani ayrıma gelmek zorundadır. Ayrımın olduğu yerde ise gerilim, çatışkı, akan bir süreç ve dönüşüm vardır.

Aslında Varlık bu kavramların bütünlüğüdür, bu anlamda sonsuz bir akış, bir oluş-yokoluş sürecidir. İnsan bu sürecin eksiksizce gerçekleştiği, kadim söyleme göre tecelli ettiği mahaldir. Tanrı insanı kendi suretinde yarattı söylemi aslında bunu anlatır. Şu ünlü Âdem-Havva’nın cennetten kovulma miti biz insanların ezeli-ebedi trajedisinin simgesel anlatımıdır, onun için bilincimizin gündemine sık sık değişik biçimde girer.
 
Bilinç özdeşlikte kalamaz, mutlaka farka gelmek zorundadır. Özdeşliğin oluşturduğu donukluğu eritmek, durağanlığı devindirmek, her türlü  yasağı çiğnemek, gözünü açmak ve böylece günah işlemek onun kaçınılmaz kaderidir, daha doğrusu doğasının yazgısıdır. Bu söylemin anlamı basitçe şu noktaya varır: Farka gelmek, özdeşlikten çıkmak demek “Ben” bilincinin oluşması demektir; Ben ve Ben olmayanlar.
 
“Ben” bilincinin ortaya çıkmasıyla insan “Günah” diyarına adım atmış olur. Artık burada irade söz konusudur. İrade yani bilinçli, istekli yönelimli seçim; iyiyi olduğu kadar kötüyü de seçebilmek. İşte bu ayrımın ortaya çıkması insanın başlangıçta varolan masumiyetinin kaybolması anlamına da gelir. Artık insan fark âlemindedir; burada çıkarlar, kibirler, zorbalıklar, kurnazlıklar; öte yandan erdemler, tinsel yaratımlar, cömertlikler iç içe yaşarlar, aynı dünyanın vazgeçilmez aktörleri haline gelirler.
 
İnsan lekelenir, bunun önüne geçemez. O başlangıçta lekesizdi (Bebeklik aşaması; Adem devri). Ama kaçınılmaz olarak büyüyecek, kendi varlığını fark edecek, dış dünyayla arasında bir ayrım olduğunu görecektir. Dış dünya artık onun için bir koşullar yığınıdır. İnsan kendini inşa edecek, ama bu verili koşullar çerçevesinde; diğer yandan da kendini inşa ettikçe başkaları için koşul olacaktır. Birbirimiz için birer koşuluz, bir sınırız, bir olanağız ve bunları şu veya bu şekilde kullanmaktan kaçınamayız. İşte bu süreç masumiyetin adım adım kaybolmasının; yani mutsuzlukların, acıların, gerilimlerin ve anlamsızlıkların içimize işlediği, kök saldığı yaşam yolculuğudur.
 
Geriye dönüş yok mu? Elbette var: Belki de yaşamın güzelliği buradan çiçek açıyor; sırrını çözemeyeceğimiz, ama deneyimleyebileceğimiz bir gizem olmasında. Çünkü burada hazır olan bir şeye ermek yoktur, ama insanın kendi eylemiyle yarattığı bir dünya vardır. Gizem olması ve anlaşılmazlığı buradan kaynaklanır.
 
İnsanın kendini aşması, başka bir ifadeyle dönüştürmesi aslında bu geriye dönüş yolcuğuna çıkmasıdır. Yani baştaki masumiyetine kavuşması, ancak başlangıçta ki masumiyetle erişilen masumiyet nitelik olarak birbirine taban tabana zıt: Birincisi kendiliğinden, cahilce, ayrımı olmayan, dolayısıyla dış dünya üzerinde doğrudan dönüştürücü gücü olmayan (dolaylı var) bir hal. İkincisi ise farkındalıkla, iradi çabayla, sorumluluk üstlenerek ve bedel ödeyerek kendini bütünlüğe getirmektir. Bütünlüğe getirmek derken bireysel varlığındaki farklı yaşam enerjisi kaynaklarını uyuma getirmiş olmayı, varoluşla uyumu sağlamış olmaklığı kastediyorum.
 
Kadim bilgelik bu hakikati binlerce yıl öncesinde fark etmiş ve insanlara duyurmuştu. Daha çok önceleri bu hakikat Lao Tzu aracılığı ile şöyle dillendirilmiş:
 
“Kendindeki erilliği tanı,
Dişiliğine katıl, dünyanın ortasında akan bir Dere ol.
Dünyanın ortasından akan bir Dere olmak:
Sonsuz Erdem ile bütünleşmektir.
Çocukluk durumuna geri dönmektir.”
 
Bu hakikati Hz. İsa şöyle dile getirir:
“Tekrar çocuk olmadıkça Allahın melekûtuna giremezsiniz”
 
Buradaki dinsel kavramların kültürel çağrışımları insanı yanıltmamalı. Bir çağrı var ve çağrı masumiyetedir; masumiyete gelmek ya da öyle olmak “ego”nun bağlarından kurtulmaktır. Bu anlamda "dinde temel olan tanrı değil egosuzluktur.”

***
 
“Masumiyet düşüncenin olmadığı bir farkındalık halidir” Bu tip söylemler zihinsel açıdan bakılırsa bir önerme gibi algılanır elbette, ama birey kendi içinin derinliklerine daldıkça, etrafında olup bitenleri hiçbir koşullanmaya bağlı olmadan anlamaya çalıştıkça bunun varoluşsal bir hakikat olduğunu görebilir. Böylesi “önermeler” mantıksal olarak tanıtlanmaya ihtiyaç duymazlar, birilerini ikna etme çabasını gerektirmezler. Deneyimleyen görür.
 
Düşünceler her zaman geçmişle ilgilidir, geçmiş deneyimlerin zihnimizde kayıt halinde bulunmasıdır. Bu kayıtlar elimizde güvenli aletler olarak kalsın isteriz. Yaşamın karşımıza çıkardığı yeni sorunları bu bildik “güvenli aletlerle” kavramaya çalışırız. Ya da bu aletleri –anlayış ve düşünce kalıplarını- yeni olan her şeye giydirmeye çalışırız. Burada genellikle bir uyumsuzluk olur, çünkü kalıplar kesin, sınırları ve kapasitesi bellidir. Yeni ve belirsiz olan bir olguyu, dönüşümü veya olanağı bu kalıplara sığdırmaya kalkmak bizlere bir güvenlik vereceğini zannederiz. Bu mümkün değildir, kanıtını kendi içimizde buluruz; öfke, tedirginlik, saldırganlık, hep ötekini suçlar durum varsa işte orada bir uyumsuzluk var demektir. Bu gerilimi aşmak için ideolojiler üretiriz, inanç kalıplarına saklanırız, bizi koruyacağını zannettiğimiz daha büyük güçlere sığınırız. Yakından bakılırsa bu durumdaki bir insan hep tedirgindir, endişe halindedir ve tatminsizdir; çünkü kendi güvenliğini kendi dışına emanet etmiştir.
 
Masumiyet bir yanıyla teslimiyettir, varoluşa güvendir, arzusuz ve beklentisiz bir halde olabilmektir. Ama içimizde taşıdığımız ve peşimizi hiç bırakmayan Ego’nun her kılığa giren gücü bu hale gelişin yoluna engeller çıkarır, hem de sinsice ve sessizce. Şöyle ki: hepimizde gizli ya da açık biçimde ayrıksı birisi, özel birisi olduğumuza dair bir kabul vardır. Kendimize dair herhangi bir yeteneğe, kotardığımız sıradan bir etkinliğe dayanarak bu kabulümüzü güçlendiririz. Bu kabuller öylesine çoğalır ki artık bir sınırdan sonda bireyin kendisini ele geçirir. Giderek beklentiler üremeye başlar; söz konusu kişi bu “özel-ayrıksı” zannının başkalarınca da kabul edilmesini bekler. Bu zannın güçlenmesi insanı giderek gerginleştirir, huysuzlaştırır dahası sevgisiz bırakır; Sevginin boşalttığı yeri nefret doldurur: Nefret sanıldığı gibi iradi güç, güvenlik gösterisi değil, sadece bir savunma mekanizmasıdır. Nefret kişinin kendi içindeki kendinden memnuniyetsizliğini, tatminsizliğini başkaları üzerinden kusmasıdır. Ötekilerden nefret edilir, çünkü kendisine beklentisi doğrultusunda ve istediği düzeyde onay verilmiyordur. Böylece kendi değersizliğine olan öfke ötekilere yansıtılarak yapay bir doyum yaşanır.
 
Bunu nerden görebiliriz; en basit biçimiyle kendi kabullerine ve inançlarına ters düşen bir durumla karşılaştığında verdiği tepkiden. Daha sonra dışındaki dünya hakkında yargılayıcı, hep kusur bulan, beğenmeyen öfkeli tutumlardan.
 
“Bunları yazmamın anlamı nedir?” diye kendime soruyorum; Ego’nun halleri masumiyete engeldir, ama ego’nun güçleri aynı zamanda masumlaşmaya, saflaşmaya, içsel bütünlüğe erişmenin de olanağı olabilir, olabiliyor…

***
 
Koşulsuz, yargısız, beklentisiz ve arzusuz hale gelmek hiç bitmeyen bir yolculuktur; bir serüven, bir yaratım sürecidir. Bu bitimsiz yolcuğun kendine özgü bir tadı vardır. Hiç olmazsa masum bir varlık karşısında duyumsadıklarımız bunun bize ne kadar yakın ve olanaklı olduğunu gösterir.
 
Doğa, hayvanlar ve özellikle bebek karşısındaki halimiz nedir? Bunlarla ilişkiler insana bir dinginlik verir. Çünkü onlar oldukları gibidirler, hiçbir kurnazlıkları yoktur, zorluk çıkarabilirler, ama gizli bir niyet beslemezler.
 
Bebeğe psikolojide kadiri mutlak dendiği olmuştur. Onun karşısında sizde bütün egosal dayanaklarınızı bırakmak zorunda kalırsınız. Doğal olanlar masumdur, çünkü kendilerini kanıtlamak, üstünlük sağlamak, beğeni kazanmak gibi istekleri yoktur; hiçbir arzuları ve beklentileri yoktur; sadece kurulu doğaları neyi gerektiriyorsa o biçimdi yaşar ve ilişki kururlar. Bu durum bizde de sakınımsız, gerilimsiz ve beklentisiz hal yaratır. İşte aynalık; masumiyet bizim yüzümüze tutulan aynadır, insan kendi içinin ne denli karmakarışık olduğunu, kendine ne denli yabancılaştığını, kendinden ne denli uzak olduğunu bu aynaya dikkatlice bakarsa görebiliyor.
 
Modern dönem insanı tedirgin, doyumsuz ve anlam arayışında… Tanrımızı kaybettik ya da Nietzsche’nin deyimi ile “tanrıyı öldürdük”, yani bütünlüğümüzü kaybettik. Kendimize özgü ilahlar edinme olanağımız artıyor. İlah edinme şansımız arttıkça el altından kendimizi ilah zanneder olduk.
 
Yazıyı kadim söylemlerden alıntı yaparak bitirmeyi seviyorum (vefa duygusu).
 
“Parmak ucuna basan, ayakta duramaz.
Kibirli yürüyen, mesafe kat edemez.
Kendisini haklı gösterene, kulak verilmez.
Kendini övenler, takdir edilmez.
Başarıyla övünen sonunu hazırlar.
Yol’a göre bütün bunlar,
Yol artıkları veya boş böbürlenmeden ibarettir.”
                                    Lao Tzu; Öğretiler:24
 
“Heva ve hevesini ilah edineni gördün mü? Allah’ın onu bir ilim üzere saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi göndün mü? … (Kur’an, Casiye/23)
 
“Herkes kendisindeki en gelişmiş temel işlevi dünyada varolan en yüce nesne sayar.” (C.G. Jurg)
 
Bilme anlamaya götürür, anlama anlayışa; anlayış saflığa; saflık masumiyete… Eskilerin bolluk içinde yaşayacaksınız dedikleri şey. Bütünlükte olan zenginliktedir…
 
Gerginlik, güvensizlik ve tatminsizlik durumunda insan hayatın içine sıkılmış yumruklarla girer; açık ellerle olanı anlamaya ve kabul etmeye hazır bir yürekle yaşamak varken… 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 5 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Akasya Kansu { 31 Temmuz 2011 11:03:37 }
Ego üstüne çok düşündüğüm şu günlerde yazınız benim için çok faydalı oldu. Elinize sağlık...
Hulusi Akkanat { 19 Temmuz 2011 10:24:41 }

Sevgili Dostum güzelliklerin daim yaşanması dileğiyle selamlıyorum.
"Masumsan Aynasın" yazın sevinçli çağrışımlar doğurdu. Gönlüne sağlık...
'Çerağı Yakan' çağrışımlara gelince izninle dile getirmek istiyorum.
İnsanda duygu, düşünce ve hareket şeklinde üç ayrı merkezin bulunması, tek başına bir şeyler yapabilmemize engele olan bence en önemli husustur. insan tek başına kendisini geliştiremez, tekâmül edemez. bütün bu merkezlerin işleyişi hakkında bilgimiz yoksa, bu merkezleri tahrik edebilecek, harekete geçirebilecek veya durdurabilecek gücümüz de yoksa, biz gelişemiyoruz. onun için bilenle bilmeyen bir değildir.
bir insan sadece duygu, sadece düşünce veya hareket merkeziyle davramaz; bunların üçü bir aradadır. Normal insanda bunların üçü de aynı anda çalışır. merkezlerin "amel" dediğimiz çalışmaya olan iştiraklerinin farkına varmak, uyanıklığa doğru gitmektir. her işe bu merkezlerin tümü dahil edilerek yönelmelidir. yani sadece düşünce seviyesinde bir şeyi halletmek mümkün değildir; bunu duygu ve hareket seviyesinde de halletmek zorundayız.
insanın kendi üzerinde çalışmasında birinci adım fiziki alışkanlıkların ne olduğunu tespit etmektir. daha sonra zaman zaman bunlara değişik çalışma yöntemleri uygulayarak mücadele gerekir. fizik beden bizden muntazaman bir şeyler ister.ama siz, bu muntazamlığa ket vurmalısınız. ikincisi duygu merkezinin en kaba tarafı olan menfi hislerin kontrolüdür. menfi duygular gelirken veya geldiği anda durdurmak, böylece onları başka bir yola sevk etmek gerekir. duygu merkezinden hareket merkezine bir aktarma olmadan, olayı kesmek lazımdır. duygular kabardığı an, yüz geri edecek, yani kibiri yeneceksiniz.
insan, mekaniktir ama makine değildir. makine, sembolik bir ifadedir, yani insan bilmeden yaşıyor, genel olarak yaşayışına kendisinin hiç bir müdahelesi yoktur,yani şuurlu değildir. ancak canlılık fonsiyonunu görmektedir. yemesi, içmesi, gülmesi, ağlaması vb. hep canlılık fonksiyonudur. ama bunu kendisi yönlendirmiyor. bu noktada kendi iradesini kullanmak zorundadır; bunu öğreniyor. bizden irademizi kullanmamız istenmektedir. vücudumuz mekanik; bize empoze edilen bazı icaplar vat. ama bütün bunlara rağmen, insan iradesini kullanmayı öğrenmelidir. bu da insanın kendini bilmesinden geçer.
insanın öğreneceği bir tek nokta vardır: İradesini kullanmak! Özgürlük demek, insanın iradesini kullanabilmesi demektir. oysa biz şimdi irademizi kullanamıyoruz; ancak iradesi olan bizi kullanıyor.
insanın kendi nefsine göre hedef seçip, o istikamette yürümesi özgürlük değildir; iradeyi kullanmak da değildir.

****

İnsan, "Ben vicdanlıyım, iman sahibiyim" derken de, çoğu kez gerçekle hiç alâkası olmayan bir takım zanlarını ifade eder. bunlar aslında onun sahip olmadığı şeylerdir. 'Eş Koşmadığı'nız anda, siz ona sahip olmadığınızı anlayacaksınız.Eğer sizde bir şeye karşı sahibiyet duygusu varsa, o, sizin için putlaşmıştır, eş koşmuşsunuzdur. ama siz eş koşma, putlaştırma mehalesini geçmişseniz, hiç bir şeyin sahibi değilsinizdir. bu durum, TAO'da -düşünmeme, istememe,eylemsizlik, hiç bir şey yapmama-nın karşılığıdır. çünkü eş koşacak bir şeyi kalmamıştır.
Putlaştırmayı kestiğiniz anda, bunun farkına vardığınız anda, bu fedakârlığı yaptığınız anda, sahibiyet duygusu kaybolur. böylece insan gerçekte sahip olmadığı şeyleri feda eder. İnsanın kendisininmiş gibi tahayyül ettiği, fakat gerçekte kendisinin olmayan şeyleri atması gerekir. ve böylece hakiki fedakârlık ortaya çıkar. Buradaki feda, "TERK"tir.

*****
Nefsani kaynaklı olan 'MERAK' ve 'İHTİRAS' enerjisi, VİCDAN ENERJİSİ'ne çevrilmelidir. bu durumda nefs, apartmanın her tarafında değil de, tek bir odaya tutuklanmış olur. zaten insanın nefsaniyeti kullanmaması diye bir şey söz konusu değildir.
hayat olayları içerisinde insanın pozitif, negatif hesabını her zaman yapması lazımdır. işte o anda VİCDAN enerjisi faaliyete geçer. Uyanıklığın başlangıcı budur. "Eğriyle doğrunun tefriki ne kadar yapılırsa, uyanıklık derecesi o derece yüksektir", der Shankara.
gerçek vidan sesi hiç bir zaman yıkıcı değildir.Nefsaniyet ortadan kaldırıcı, dağıtıcı şeklinde çalışır. Vicdan daima yapıcıdır. Hayvan seviyesinde vicdan, içgüdüler şeklinde görülür.
insan diğer varlıklara nazaran bir özellik taşıyor.hayvanlardan farklı olarak -AKLI- vardır; yani, endüksiyon ve dedüksiyon yapabilecek ve bazı mantık kurallarını kullanabilecek bir yapıya sahiptir. Bununla beraber, yani farklı bir yapıya sahip olmakla beraber, bedenli olarak yaşayışı esnasında, belki diğer hayvanların tabi olduğu kanunlar içerisinde bulunur. Manevi tarafı olan bu akıl sahibi varlıkta ferdiyet başlamıştır. bu bireyselliğin çeşitli seviyelerde temsilcileri vardır. ve artık vicdan ortaya çıkmıştır.Vicdan nötralize eden kuvvettir. Vicdan aynı zamanda cehit dediğimiz çaba faktörünü yaratan kuvvettir. bütün bunların hepsini vicdan ayarlar. "Cehdi artırın" demek, vicdanınızın sesini dinleyin demektir.
vicdan, bir mekanizma olarak değil de, sadece duygusal bir yaın olarak alınırsa, o bizi yanıtır. Sufilerin "KALP" dedikleri budur. O, bir merkezdir ve vicdan oradadır.bizim cehdimizi motive eden şey o merkezidir.Hakiki cehit vicdan kanalı ile gelendir. O cehdin sonunda varlık sıçrama yapabilir.O, insan kimliğini kazandırır.
VİCDANÎ HAREKET EDEN, GERÇEKTEN YARDIM ETMEK AMACIYLA HAREKET EDER.
VE KENDİNİ BİR ŞEY SANMAKTAN KURTULMAYA BAŞLAYAN KİŞİ, UYANMAYA NAMZETTİR.

Dostum biraz uzunca 'kendimce' ifade etmeye çalıştım, uyandırdığın çağrışımları... teşekkür ederim.
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git